Türkiye’de düzen siyasetinde laik bir harekete yer yok ve böylesi bir siyasi yapı tesadüfler eseri ortaya çıkmadı. Bilinçli bir şekilde inşa edilen bu siyasi alan Türkiye toplumunda hâlâ var olan seküler duyarlılıkları temsil edemiyor ve belli ki gelecekte de seküler toplumsal dinamiğin düzen siyasetinde bir karşılığı olmayacak.

İttifaklar siyasetinde laikliğe yer yok

Yandaşlar da dahil olmak üzere bugün hiç kimse AKP’nin işinin kolay olduğunu söylemiyor. Erdoğan’ın partisi böyle zor bir dönemde iktidara tutunmaya çalışırken, bir siyasi partinin atması gereken en doğal ve beklenilir adımı atıyor ve siyaseti en rahat olduğu alana taşımak için uğraşıyor.

AKP’nin son zamanlarda attığı adımların neredeyse tamamının laiklikle ilişkili olmasının nedeni bu. İktidar partisi siyaseten kendisine en geniş manevra alanı tanıyan bir başlıkta gündem yaratıyor.

Türkiye’nin toplumsal yapısı düşünüldüğünde laikliğin AKP için böylesi bir alan olması ilk bakışta şaşırtıcı gelebilir. Seküler duyarlılıkları olan geniş bir kesimin varlığında, AKP’nin atacağı adımlarda bir toplumsal dirençle karşılaşacağı ve bu nedenle laiklik karşıtı siyaseti daha dikkatli götürmesi beklenebilir.

Bunlar yanlış değil. Ama bu veriler, aynı toplumsal kesimlerin siyaseten temsilcisi olması beklenen parti ya da partilerin konumunu hesaba katmaksızın tek başına bir anlam ifade etmiyor.

AKP, toplumsal direnç odakları düşünüldüğünde riskli denebilecek bir başlıkta bu denli rahat hareket ediyor çünkü karşısında siyaseten bir odak yok.

AKP laiklik söz konusu olduğunda güçlü değil aslında, ama muhalif olarak adlandırılan partiler aynı başlıkta son derece güçsüz ve etkisiz kaldığı için Erdoğan’ın partisi kendisine laiklikle bağlantılı bir siyasi alan buluyor.

Bu olgu Türkiye siyaseti açısından son derece önemli. Çünkü laiklik, toplumsal direnç noktaları düşünüldüğünde Türkiye toplumu açısından bir kutuplaşma veya karşı karşıya gelme başlığı. Türkiye siyasetinde her gündem için bu söylenemez.

Örneğin, tersi yönde tüm iddialara karşın ekonomi düzen siyaseti için böyle bir gündem olamaz. Çünkü gerçekçi olmak gerekirse, ekonomik gündemlerde ne düzen partileri arasında, ne de toplumdaki farklı kesimler arasında böyle ayrım noktaları yok. Türkiye’deki toplum iktisadi alanda, patronla emekçi arasındaki karşıtlıktan hareketle doğacak farklı kutuplaşma noktalarının henüz çok uzağında. Kıdem tazminatı, emeklilik, hane halkının borçları gibi çok sayıda önemli gündemde birtakım kıpırdanmalar veya işaretler olsa da bu gündemlerde gerçek bir mücadelenin ortaya çıkmasına zaman var. Yine piyasacılık ve liberal eğilimler iktisadi olarak toplumun önemlice bir bölümünde ne yazık ki kabul görmüş durumda ve bu görüşler Türkiye toplumunda bırakalım kutuplaşmayı, farklı kesimler arasında birleştirici bir rol üstleniyor.

Bu mutlaka üzerinde durulması gereken ciddi bir sorun olsa da, iktisadi başlıklardan bir kutuplaşma çıkmıyor henüz. Gerçek bu ve iktidar ve muhalefet buradan bir toplumsal gerilim çıkmıyor oluşundan gayet memnun. Çünkü iktisadi başlıkların sınıfsal karakterinin ne kadar can yakabileceğinin herkes farkında.

Ama laiklik öyle değil. Türkiye’de seküler kesimlerle diğerleri arasında gerçek bir toplumsal gerilim var. Ancak bu meselede de toplumsal gerilimin siyasi düzeyde bir karşılığı yok. Çünkü bu gerilimde AKP’nin karşısında olması beklenen sosyal demokrasinin böyle bir niyeti bulunmuyor. Daha açık ifade etmek gerekirse, toplumsal alanda kendisini CHP’ye yakın konumlandıran kesimler farklı şiddetlerde seküler duyarlılıklar taşısa da, bu siyasi pozisyon bugün CHP’yi tanımlamıyor.

Neden peki?

Birinci neden yapısal elbette. Türkiye’de laikliğin tasfiyesinin AKP eliyle gerçekleştirilmiş olması ve AKP’nin bu süreçte yanıltıcı bir şekilde tek özne olarak görünmesi, çoğu zaman ülkedeki düzenin bir bütün olarak bu tasfiyeden yana tavır almış olmasını unutturuyor. Yine aynı zaman diliminde 1923 Cumhuriyetine karşı AKP ile birlikte hareket eden Batılı merkezlerin de bugün laiklik için bir referans olarak görülmesi, seküler toplumsal kesimler için büyük talihsizlik. Siyasette batıcılık bugün Türkiye’de, Batının kendisinin ne kadar seküler olduğu tartışmasından bağımsız olarak, durmaksızın gericilik üretiyor.

İkinci neden ise elbette düzenin genel tercihleriyle bağlantılı ama daha somut ve güncel. Başka bir ifadeyle, bu neden yapısal eğilimlerin nihai çıktısı olarak görülmeli. 1923 Cumhuriyeti’nin yıkılışıyla büyük bir dönüşüm geçiren Türkiye’de oluşan yeni siyasi yapı, seküler bir düzen içi siyasetin serpilmesi ve genişlemesi için uygun değil.

Siyasi yapının dönüşümünde son adım olan başkanlık sistemiyle birlikte Türkiye’deki tüm düzen partileri ittifaklarla hareket etmek zorunda artık. Parlamentonun önemsizleştirilmesi ve önemsizleştirmeyle birlikte siyasi partilerin milletvekili seçimlerinde bağımsız hareket edebilmesi dahi asıl önemli seçim olan cumhurbaşkanlığı seçimlerinde ittifak yapılmasını meşrulaştırıyor.

Türkiye toplumunun hali hazırdaki sağcı eğilimleri bu ittifak sistemiyle kalıcı hale getiriliyor. Başka bir deyişle ittifaklar da ülkede durmaksızın gericilik üretiyor. Başkanlık sistemi, Türkiye’yi bir ittifaklar ve dolayısıyla iki partili bir sisteme zorlarken, aynı zamanda sağcılık ve gericiliğe de mahkum ediyor.

Tam anlamıyla bir kısır döngü bu, ama bu düzenin aktörlerini mutlu eden, sürekli sağcılık üreten bir kısır döngü…

Türkiye’nin var olan siyasi dengelerinin bir sonucu olarak ortaya çıkan İyi Parti, Gelecek ve Deva Partileri, Saadet Partisi gibi özneler zorunlu bir şekilde sosyal demokrasinin temsilcileriyle yan yana getirilirken, bu partilerin hem toplumsal yaşam alanlarının varlığı hem de bu varlık dolayısıyla o partilerin siyasi mevcudiyeti garantiye alınıyor.

Ne kendilerinin ne de toplumsal tabanlarının sekülerliğinden söz edilebilecek bu sağcı partilerle bir ittifak çatısı altında hareket eden sosyal demokrasinin ne ölçüde laik olduğunu tartışmanın artık bir anlamı yok.

Bu durum, Türkiye’de sosyal demokrasinin ittifaklar olmasa laikliğe geri döneceği anlamına gelmiyor. Asıl önemli olan bu tartışmanın dahi anlamını kaybetmesi… Türkiye’de sosyal demokrasi o noktada bile değil. Bugün sosyal demokrasiyi tanımlayan somut görev, ittifaklar siyasetinde AKP karşıtı tarafın liderliğinden ibaret. Bu görevden memnun oldukları da her adımda görülüyor.

Türkiye’de düzen siyasetinde laik bir harekete yer yok ve böylesi bir siyasi yapı tesadüfler eseri ortaya çıkmadı. Bilinçli bir şekilde inşa edilen bu siyasi alan Türkiye toplumunda hâlâ varolan seküler duyarlılıkları temsil edemiyor ve belli ki gelecekte de seküler toplumsal dinamiğin düzen siyasetinde bir karşılığı olmayacak.

Böylesi bir nesnellikte AKP’nin tasfiye edilmiş bir laikliğin üzerinde ısrarla tepinmesine, laiklikle ilgili başlıklarda kendisine alan açmaya ve avantaj sağlamaya çalışmasına kimse şaşırmasın.