Bu yolla rektör atamanın tek amacı vardır: Üniversiteleri, AKP’lileştirip piyasacılığın ve gericiliğin aracı haline getirmektir; medreseleştirmektir.

Üniversite ve rektör

Üniversite, gerçekleri araştıran, toplumun barış, huzur ve gönenç içinde yaşaması için bilgi üreten, toplumsal hizmetlerin etkin bir şekilde sürdürülmesini sağlayacak uzmanları yetiştiren, bilimsel üretimleri yanında düşünsel üretimleriyle de toplumun aklını, bilincini ve kültürünü geliştirmeye çalışan bir kurumdur. Üniversitenin tüm üretimleri, kişiden, siyasetten ve inançlardan bağımsız bir niteliktedir. Bir başka deyişle üniversitenin tüm üretimleri toplumun ve insanlığın yararınadır.  

Üniversite aklı öne çıkaran, analitik düşünceye, sorgulamaya, eleştirmeye ve bir kez daha belirtmek gerekirse gerçeği araştırmaya önem veren bir kurumdur. 

Dini amaçlarla kiliseye bağlı olarak açılan üniversiteler, Rönesans ve Aydınlanma Süreçleri sonrasında, yukarıda özetlenen niteliğine ulaşmış kurumlardır. 

Araştırma, eğitim, öğretim, üretim, paylaşım ve her alanda uzman yetiştirme kurumu olan üniversitenin ‘üniversite’ olabilmesinin önkoşulu, mali, yönetsel ve akademik özerkliğe sahip olmasıdır. Mali özerklik olmadığında, üniversite toplum yararına değil kendisini finanse edenler yararına hizmet vermeye başlar. Yönetsel özerklik olmadığında da, üniversite kendisini yönetmeye kalkanların beklentileri yönünde hizmet verir. Benzer şekilde akademik özerklik olmadığında, akademisyen kendi birikimi, merakı, aklı ve özgür iradesi doğrultusunda araştırma yapamaz, yapabilse bile araştırmasının bulgularını toplumla paylaşmasına izin verilmez.  

Rektör, kurumun ortak aklını öne çıkararak, üniversitenin beklenen hizmetleri yerine getirebilmesi için, başta akademisyenler olmak üzere üniversitenin paydaşlarıyla uyum içinde çalışmasını sağlayan kişidir. 

Üniversite, iktidarların çiftliği değil, toplumun en önemli kurumlarından biridir, değişen iktidarlara göre değil, laik, bilimsel ve demokratik evrensel değerlere göre hizmet veren kurumdur. Rektör, partinin genel başkan yardımcısını atar gibi atanacak bir görevli değildir.

Üniversitenin bu niteliği nedeniyle, tek parti rejiminde çıkarılan 13 Haziran 1946 tarih ve 4936 sayılı Üniversiteler Kanunu, önce senatoyu, sonra da üniversite yönetim kurulu ile rektörü üniversite organları olarak belirlemiştir. Bu yasanın 12. maddesine göre, “rektör, Fakülte Profesörler Kurullarının bir arada yapacakları toplantıda iki yıl için, aylıklı ordinaryüs profesör veya profesörler arasından, sıra ile her seçim döneminde başka bir fakülteden olmak üzere salt çoklukla seçilir. Rektör üniversite tüzelkişiliğinin temsilcisidir ve yönetim İşlerinden sorumludur Üniversite Kurullarına başkanlık eder, bunların kararlarını uygular. Fakülteler arasında düzenli çalışmayı sağlar. … Rektör üniversite tüzelkişiliğinin temsilcisidir ve yönetim İşlerinden sorumludur Üniversite Kurullarına başkanlık eder, bunların kararlarını uygular. Fakülteler arasında düzenli çalışmayı sağlar.”

Silahlı kuvvetlerin 12 Mart 1971 muhtırası üzerine kurulan hükümetler zamanında 4936 sayılı yasa 20 Haziran 1973 tarih ve 1750 sayılı Üniversiteler Kanunu ile değiştirilmiştir. Baskı rejiminin ürünü olan bu 1750 sayılı yasada bile, “rektör, her üniversitenin bütün öğretim üyelerinin bir arada yapacakları toplantıda, üç yıl için, üniversitenin aylıklı profesörleri arasından, salt çoğunlukla seçilir. … Rektör, üniversite tüzel kişiliğinin temsilcisidir, üniversite kurullarına başkanlık eder, bunların kararlarını uygular, üniversiteye bağlı kuruluşlar arasında düzenli çalışmayı sağlar” denmektedir (m. 13).  

Ancak üniversitenin aklına, bilimselliğine, toplumsallığına ve evrenselliğine tahammül edemeyen piyasacı, gerici ve Amerikancı 12 Eylül 1980 darbecileri, 6 Kasım 1981 tarih ve 2547 sayılı yasayla üniversite anlayışını alt-üst etmiştir. Yükseköğretimde önceliği Yükseköğretim Kurulu’na (YÖK) ve üniversite organları olarak da önceliği rektöre vermiştir.  Bu anlayış çerçevesinde YÖK’ün üniversite için göstereceği dört adaydan birini Cumhurbaşkanı rektör olarak atamaya başlamıştır. 

Bu rektör atama yöntemine karşı çıkan Boğaziçi Üniversitesi (BÜ) akademisyenleri, 1992 yılında “Kendi rektörümüzü kendimiz belirlemek istiyoruz” girişimini başlatmışlardır. Her fakültenin seçtiği üçer kişiden oluşan bir ‘fakültelerarası komisyon’ oluşturulmuştur (eğitim fakültesinin seçtiği üç kişiden biri Rıfat Okçabol’dur). Komisyonun önerileri fakülte akademik kurullarında kabul görmüş ve 26 Mayıs 1992 günü üniversitenin 195 üyesinden 149’unun katılmasıyla dört aday belirlenmiş ve bu kişilerin adları, “Rektör adaylarımız” olarak ilgili makamlara bildirilmiştir. Bu girişimden haberdar olan YÖK Başkanı Prof. Dr. İhsan Doğramacı, BÜ’nün girişimini baltalamak ve üniversitelerin rektör adaylarını belirlemek için 9 YÖK üyesinden oluşan bir komisyon kurmuştur. Rektör adayları belirlenecek üniversitedeki fakültelerin temsilcisi olan (fakülte sayısına göre) 2-4 senato üyesinin de katılımıyla bu komisyonun 7 rektör adayını belirlemesi yöntemini getirmiştir. Bu arada Süleyman Demirel’in Başbakan, BÜ’lü Erdal İnönü’nün Başbakan Yardımcısı ve Tansu Çiller’in de bakan olduğu koalisyon hükümeti, her üniversitenin seçimle üç aday seçmesini öngören bir tasarıyı meclise getirmiştir. Mecliste 7 Temmuz 1992 günü, 1980 öncesinde ‘Komando’ olarak bilinen bir DYP milletvekilinin önerisiyle, üniversitelerin 6 aday seçmesi ve YÖK’ün bu 6 adaydan 3’ünü seçip sıralayarak Cumhurbaşkanı’na sunması yöntemi kabul edilmiştir.  Bu değişiklik üzerine de Doğramacı 10 Temmuz’da YÖK başkanlığından istifa etmiştir. 

1992-2016 yılları arasında, BÜ’de yapılan aday belirleme seçimleri sonrasında, ilk sırayı alamayan adaylar, rektör olarak atanmayı akıllarından bile geçirmemişler ve bu yönde gelen önerileri de geri çevirmişlerdir. Ancak pek çok üniversitede ilk sırada seçilmeyen adayların bir bölümü, rektör atanabilmek için akıl-almaz yollara başvurmuştur. Alt sıralarda oy alıp rektör olarak atananlar bu durumu içlerine sindirirken, üniversitelerden de anlamlı bir tepki gelmemiştir. Hatta AKP iktidarında, rektör adaylığına soyunanların bir bölümü, AKP’ye ne denli yakın olduklarının propagandasını yapmaya başlamışlardır. Bazı üniversitelerin ve akademisyenlerin bu aymaz tutumları - sessizlikleri, iktidarın işini kolaylaştırmış ve bir OHAL KHK’si ile aday belirleme seçimi kaldırılmış, dünyanın hiçbir yerinde olmayan bir yola girilip iktidarın istediği kişiyi istediği üniversiteye rektör atamasının yolu açılmıştır. Türkiye bir hukuk devleti olamadığından, OHAL kaldırılmış olsa da, rektör seçimindeki OHAL sonlandırılmamıştır. 

İstediği kişiyi istediği üniversiteye rektör olarak atayanların, atanan rektörü beğenmeyenleri teröristlikle suçlaması da Türkiye’nin bir hukuk devleti olmadığının kanıtı gibidir. 

Bu yolla rektör atamanın tek amacı vardır: Üniversiteleri, AKP’lileştirip piyasacılığın ve gericiliğin aracı haline getirmektir; medreseleştirmektir. Üniversitenin medreseleştirilmesi, BÜ’lülerin kabul edebileceği bir durum olmadığı gibi, (gerici-piyasacı-ırkçı olmayan) akademisyenlerin de, laik, demokratik ve sosyal hukuk devletinde yaşamayı yeğleyenlerin de kabul edebileceği bir durum değildir. 

[email protected]