Akademisyenlerinin atılmasına aracı olan rektörler de ne özür dilemiş ne de istifa etmiştir.

Kendini bitiren kurumlardan biri: YÖK (III)!

15 Temmuz 2016 darbe girişiminin ardından hiçbir yargı kararı olmadan 15 vakıf üniversitesi ile harp okulları kapatılmıştır. Harp okulları yerine Milli Savunma Üniversitesi açılıp YÖK’e değil de savunma bakanlığına bağlanmıştır. Haydarpaşa Gülhane Askeri Tıp Akademisi'nin adı Haydarpaşa Sultan Abdülhamid Eğitim ve Araştırma Hastanesi olarak değiştirilmiştir. YÖK başkanı A.Y. Saraç, bunların hiçbirine itiraz etmediği gibi, rektörlerle işbirliği yaparak, yine hiçbir yargı kararı olmadan beş bin kadar akademisyenin Fetöcü sıfatıyla ve 600 kadar akademisyeni de barış bildirisini imzaladıkları için üniversiteden atılmalarını sağlamıştır (bu konuda Saraç’la işbirliği yapmayan rektörlerin üniversitelerinde, barış bildirisini imzaladığı için atılan olmamıştır.)

A.Y. Saraç, darbe girişiminin ardından tüm dekanların istifasını istemiştir. Tüm dekanlar bu isteğe uyup istifa etmiştir. Saraç kısa bir süre sonra dekanların çoğunu yeniden atamıştır ve hiçbir dekan “Böyle şey olur mu?” dememiştir.

A.Y. Saraç, 29 Ekim 2016 tarihli bir OHAL kararnamesiyle Cumhurbaşkanı’na, üniversitelerde aday belirleme seçimi yapılmadan rektör atama yetkisi verilmesine de karşı çıkmamıştır.

Anayasa Mahkemesi, barış bildirisini imzalamanın suç olmadığına karar verdiği halde Saraç, ne atılan akademisyenlerin görevine dönmesi için bir girişimde bulunmadığı gibi, onlardan özür bile dilemiştir. Akademisyenlerinin atılmasına aracı olan rektörler de ne özür dilemiş ne de istifa etmiştir.

A. Y. Saraç ve rektörler, 18 Temmuz 2016’da cübbeleriyle ‘akademinin milli iradeye ve demokrasiye olan inancını ve saygısını’ iletmek üzere TBMM Başkanı İsmail Kahraman’ı ziyaret” etmiştir. Bilindiği gibi ziyaret edilen İ. Kahraman, 16 Şubat 1969’da ‘Kanlı Pazar’ denen vahşetle ilişkil biridir. Daha üç ay önce 25 Nisan 2016’da “Yeni anayasada laiklik maddesi olmamalı, dindar bir anayasa olmalı” diyen kişidir. İ. Kahraman bu ziyaretten iki ay sonra 22 Eylül’de, “Doğumunun 174. Yılında Sultan II. Abdülhamid Han ve Dönemi Uluslararası Sempozyumu’nu düzenlemiştir. Saraç da, rektörler de, milli iradeyle alay etme anlamına gelen bu etkinliği kınamamışlardır.

A.Y. Saraç, 17 Ağustos 2016 günü bazı büyükelçilere, bu ülkenin “…sağduyulu düşünce, bilim zihniyeti ve bu ülkenin özgürlükçü demokrasiden, hukuk devleti ilkesi ile yönetilmekten vazgeçmeyeceğini” anlatıp “Bugün geldiğimiz nokta onun (Cumhurbaşkanı’nın) dirayeti, duruşu ve halkın zaferidir” demiştir!

Üniversitelerin 2016-2017 akademik yıl açılışı, bir üniversitede ya da YÖK’de yapılması gerekirken, 18 Ekim 2016 tarihinde başkanlık sarayında, yandaşların külliye ve halkın da kaçak saray dediği mekanda yapılmıştır.

30 Haziran 2017 tarihli ‘Yükseköğretimde Uluslararasılaşma Strateji BelgesiI’ yayımlanmıştır. Bu belge çerçevesinde, sistemin güçlü yanlarını, zayıf yanlarını, fırsatlarını ve tehlikelerini (GZFT) ortaya koyması beklenen analiz yapılmıştır. Bu analize göre, yükseköğretim sistemimizin güçlü yanları, “üniversite sayısının çokluğu, program sayısının çokluğu, yükseköğretim sistemimizin Avrupa yükseköğretim alanının önemli bir parçası olması, üniversite kentlerimizin kültürel çeşitliliği, kolay ulaşım imkânı, Türk dünyası için dil kolaylığı, Arap ve İslam dünyası için kültürel yakınlık, yabancılara Türkçe öğretiminde yeterli kapasiteye sahip olunması”dır. Görüldüğü gibi koca YÖK’ün analizi bile gerçekçi değildir. Çünkü ne yükseköğretim sistemimiz Avrupa Yükseköğretim Alanı’nın (AAA) önemli bir parçasıdır, ne de Arap ve İslam dünyası ile kültürel yakınlığımız vardır. Belgeyi hazırlayanlar ya Türkiye’yi tanımadıkları gibi, Arap ve İslam dünyasını da tanımamaktadırlar ya da böyle yazmak zorunda kalmışlardır. Ayrıca AAA’nın önemli bir parçası olmak, hiç de övünülecek bir durum değildir. Çünkü Bologna Süreci, üniversiteyi sanayinin hizmetine verip Avrupa Birliğini (AB) dünyanın en büyük ekonomik gücü haline getirmek için AAA’yı oluşturmaya çalışmaktadır. Dolayısıyla AAA’nın önemli bir parçası olmak AB’nin taşeronluğunu benimsemek demektir.

Belgede GZFT analizine göre sistemin zayıf yanlarından birinin “yabancı dilde program sayısının yetersizliği” olarak belirtilmesi de YÖK’ün AB’nin taşeronluğunu benimsediğinin göstergesidir. YÖK’ün hâlâ yabancı dilde öğretime ağırlık verilmesinin Türkçenin gelişimini engellediğinin ayrımına varamadığı anlaşılmaktadır.

Bu belgede, “Türkiye’nin yükseköğretim alanında çekim merkezi haline gelmesini sağlamak ve uluslararasılaşmada kurumsal kapasitenin artmasını sağlamak” gibi iki stratejik amaca yer verilmesi de gerçekçi bir yaklaşım olmamaktadır. Her alanda gericiliğin ve hukuksuzluğun yaygınlaştığı, demokrasiden, laiklikten ve bilimsellikten uzaklaşıldığı bir ülkenin yükseköğretim sisteminin çekim merkezi olmasını düşünmek gerçekçi bir yaklaşım değildir. Türkiye 2017’de 2020 yılında da olsa olsa ancak İslam ülkelerinin çekim merkezi olabilir.

Uluslararasılaşmayla ilgili bu belgede, laiklik, bilimsellik, özerklik ve barış gibi hiçbir çağdaş değer vurgusu yoktur. Bu belge özetle, ayakları yere basmayan, uluslararasılaşmayı Bologna Süreci’nin dümen suyunda gitmekte gören ve olayı öğrenci-öğretim elemanı hareketliliği ile gelecek öğrenciden alınacak ücrete bağlayan bir belgedir.

A.Y. Saraç 26-27 Temmuz 2017 günlerinde, ‘İslam Üniversiteleri Rektörler KonferansıII’nı düzenlemiştir. Bu konferansın açılış konuşmasında Saraç, hemen her 2-3 cümle sonunda, “Muhterem Cumhurbaşkanım, Sayın Cumhurbaşkanım” demiştir. “İnançla attığımız bu adımları gerek düşünce planında ve mevzuat değişikliklerinde gerekse uygulama alanında vizyoner yol göstericiliği ile biçimlendiren ve destekleyen şahsınıza müteşekkiriz” ve benzeri sözlerle R. T. Erdoğan’a övgülerde bulunmuştur. Saraç sayesinde devran değişmiş, üniversite topluma önderlik edeceğine bir siyasetçi üniversiteye yol göstermeye başlamıştır! Saraç hızını alamayıp toplumun en az yarısının düşüncelerine aldırmayıp “Cumhurbaşkanlığı Külliyesi”nin “… ülkemizin birliğinin, dirliğinin ve müreffeh yarınlarının sembolü” olduğunu söyleyebilmiştir! Saraç bu konferansın amacının “Türkiye Cumhuriyeti İslam ülkeleri arasında yeni bir yükseköğretim alanı oluşturmak” olduğunu açıklamıştır. Bu konferansta konuşan R. T. Erdoğan ise bir ara, “Allah aşkına şu yardımcı doçentlik olayı nedir ya, bunu gözden geçirin. Dünyanın kaç yerinde var? Bunu da söyleyin. Pek görmüyorum. Bunu birileri birilerini oyalamak için yapmışlar. Bizim hocalara ihtiyacımız varIII” demiştir. 25 yıldır uygulanan bu sistemin, bir sakıncasının görülmediğini, bilakis yararlı bir uygulama olduğunu ve başka ülkelerde de benzer unvanların kullanıldığını açıklaması gereken A. Y. Saraç ise, “Sayın cumhurbaşkanımızın açıklamasından sonra aynı gün bir çalışma grubu oluşturulmasına karar verdik” demiştir.

A. Y. Saraç 12 Ekim 2017'de, R. T. Erdoğan’ın isteği üzerine, uygulanmakta olan üniversiteye giriş sisteminin kaldırılıp yerine Yükseköğretim Kurumları Sınavı’nın getirildiğini açıklamıştır.

A.Y. Saraç, darbe girişiminin yıldönümünde üniversitelerde gerçekleştirilen darbe girişimini demokrasiyle ilişkilendirerek değil dini anlayışlarla ilişkilendiren etkinlikleri, ‘15 Temmuz ve Türk YükseköğretimiIV’ adlı YÖK kitabında açıklamıştır (bkz. soLportal, 7 Eylül 2018).

R. T. Erdoğan, "YÖK Başkanımıza bu talimatı verdik. … Artık doktoradan sonra yardımcı doçentlik olmayacak. Doktorayı kazanan doçentliğe gidecek" demiştir (12 Ocak 2018). A. Y. Saraç’ın yardımcı doçent unvanı yerine ‘doktor öğretim görevlisi’ unvanı getirip doçentliğe yükseltmeyi kolaylaştıran hazırlığı 22 Şubat 2018 günü yasalaşmıştır.

A. Y. Saraç, ‘Vakıf Yükseköğretim Kurumları 2018’ adlı bir rapor açıklamıştır (bkz. soLportal, 24 Ağustos 2018). Saraç sunuş yazısında bu raporun vakıflarla ilgili ilk rapor olduğunu yazarak, 2007 yılında YÖK başkanı Prof. Dr. İbrahim Teziç zamanında hazırlanmış olan bir ‘Vakıf Üniversiteleri Raporu’nu yok saymıştır. Saraç bu raporda ilk kez ‘Yeni YÖK’ ifadesini kullanmaya başlamıştır.

A.Y. Saraç, 28 Mayıs 2015 günü bir ‘Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Tutum BelgesiV hazırlamıştır. Bu belgede YÖK’ün “... bütün bileşenlerinde toplumsal cinsiyet eşitliği ve adaletine duyarlı olarak hareket edileceğini taahhüt” etmiştir. Daha sonra da Saraç ‘Toplumsal Cinsiyet Eşitliği Projesi’ni başlatmıştır. Ancak gerici bir yazar, 11 Şubat 2019’da, “Üniversitelere yön veren Yükseköğretim Kurulu tarafından Tutum Belgesi adıyla üniversitelere gönderilen genelgede Toplumsal Cinsiyet Eşitliği zırvasının tüm okullara ders olarak dayatıldığı ortaya çıktı. MEB’in uygulamaktan vazgeçtiği, eşcinsellik sapkınlığının kamufle edilerek sunulduğu bu aymazlığın, ilahiyat fakültelerinde dahi ders olarak okutulduğu öğrenildi” diye yazıp “YÖK bu zırvalıktan vazgeç” çağrısı yapmıştır. Hemen sonrasında da Saraç, “Projenin toplumsal değerlerimiz ve kabullerimizle mütenasip olmadığı ve toplumca kabul görmediği hususunun göz önünde bulundurulması gereği ortaya çıkmıştır” diyerek projeye son vermiş ve ‘Toplumsal Cinsiyet Eşitliği’ kavramı YÖK’ün resmi internet sitesinden çıkarılmıştır.

YÖK’ün kendini bitirişi, tabii ki yukarıda özetlenenlerle sınırlı değildir.

[email protected]