Güvenlik falan bir tarafa, bu varlar işin özünde, AKP balonunun patlama noktasına geldiğini gösteriyor; bu nedenle 2021 yılına umutla giriyoruz. 

Hoş geldin 2021

21. yüzyılın ilk beşte birini bitirdik ve 2021’e girdik. Herkesin yeni yılını kutlarken, huzurlu, sağlıklı, mutlu, sömürüsüz ve kavgasız yıllar dilerim. 

2021’de bizi neler bekliyor diye düşünürken, insanın aklına ister istemez 21. yüzyılın çoğunu AKP ile geçirdiğimiz yıllar geliyor. 2021’de bizi nelerin beklediğini kestirebilmek için, bırakın AKP’yle geçen 18 yılı, yalnız 2020’ye bakmak bile yetiyor. 

2020’ye bir tarih profesörünün, “Google'ı kullanan, ilk icat eden Sultan Abdülhamid Han'dır1” sözüyle giriş yapınca şaşırmamıştık, 2020 de 2019 gibi olacak demiştik. 

2020 Şubat’ının ikinci haftasında, ‘NATO üyesi 16 ülke içinde Dünya düzenini korumak için bazen askeri güç kullanmak gereklidir diyen üçüncü ülkenin Türkiye olduğu2’ haberi internete düşmüştü. Bu habere de pek şaşırmamıştık. Çünkü AKP’nin “sıfır sorun” dediği dış politikasının, çoooktan ‘yurtta barış, dünyada barış’ anlayışından saptığını biliyorduk. İktidarın başı, her fırsatta, muhatabı kim olursa olsun, “Sen kimsin, sen kimsin yahu’ gibi söylemlerle saldırıp yandaşlarının milliyetçi duygularını okşuyordu. Cihat anlayışını, resmen 2017 müfredatına dahil edemeseler de, dini öğretimi yaygınlaştırarak ve de “dininin ve kininin davacısı olacak” gençler yetiştirerek cihat anlayışını canlı tutmayı başarıyorlardı. 

2020 Mart’ında aniden koronavirüs gerçeğiyle karşı karşıya kaldık. Çok şaşırdık ve aradan 9 ay geçmesine karşın hâlâ şaşırmaya devam ediyoruz. Önceleri, virüs tehlikesine karşın Umre ziyaretine izin verilmesine, umreden dönenlerin karantinaya alınmadan evlerine gönderilmelerine,  kimi aklı evvellerin, “Abdest alırsan virüs bulaşmaz; camiye virüs girmez; biz şöyleyiz-böyleyiz bize bir şey olmaz” demelerine şaşırıyorduk.  Sonraları, karantinadan kaçanları, virüslü olduğu halde insanlarla temas etmeyi sürdürenleri, virüsle mücadele konusunda son kararı uzmanların değil de siyasal liderin verdiğini duydukça şaşırmaya devam ettik. Parklar ve bahçeler virüs nedeniyle insanlara kapatılırken, otobüslerde göğüs göğüse seyahat edilmesine ve iş yerlerinde yan yana çalışılmasına izin verilmesine; 65 yaş üstüne sokağa çıkma yasağı getirilirken yüz yüze eğitim yapılmasına şaşırıp durduk. Sağlık bakanı, “Bu konuda en başarılı ülkeyiz bizi örnek gösteriyorlar” falan derken şaşırıyorduk şaşırmasına da, bakanın bu konuda toplumu kandırdığı ortaya çıkınca hiç şaşırmadık. Halk maske bulamazken dışarıya parayla ya da hibe olarak maske gönderilmesine de şaşırmadık. Koronavirüs ile mücadele etmek için oluşturulan ‘bilim kurulu’nun ne işe yaradığını merak ettikse de, bir işe yaramadıkları halde içlerinden bir Allah’ın kulunun bile istifa etmemmiş olmasına da şaşırmadık.

Bakan Z. Selçuk’un, eğitimciliğini unutup pandemi konusunda sarayın dediğine kulak vermesine şaşırmadık. Z. Selçuk’un pandemi tehlikeni sağlıklı bir şekilde değerlendirememesi, piyasacılığı, öğrenciye değer vermemesi ya da bu yönde emir almamış olması gibi nedenlerle, uzaktan eğitime erişemeyen çocukların sıkıntılarına merhem olacak önlemleri almamasına da şaşırmadık. 

“Dininin ve kininin davacısı olacak gençler” yetiştirmek için bakan yapılan ve bu yolda kararlı bir şekilde devam eden Z. Selçuk, 23 Nisan Ulusal Egemenlik ve Çocuk Bayramı’nda Anıtkabir defterini imzalamış. Deftere, “Evlatlarımızı, milli ve manevi değerlerine bağlı, evrensel değerlere açık, çağına yön verecek bilgi ve beceriye sahip, fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür nesiller olarak yetiştirmek için büyük uğraşlar veriyoruz” diye yazmasına da şaşırmadık. 

Mayıs ayında açıklanan bir araştırmaya göre gençlerin % 62,5’inin fırsat bulsa yurtdışında yaşamayı istemesini öğrenince de şaşırmadık. Ancak araştırmaya göre AKP’ye oy veren gençlerin %60,5’i ile MHP’ye oy veren gençlerin % 74,3’ünün, Suudi Arabistan’da aylık 10.000 dolar kazanmak yerine İsviçre’de aylık 5.000 dolar kazanmayı yeğlediklerini öğrenince şaşırdık. “Madem Arabistan’ı değil de İsviçre’deki yaşamı yeğliyorsanız, neden ülkeyi Suudi Arabistan’a döndürmeye çalışan partilere oy veriyorsunuz a gençler” diye hayıflandık. 

AKP Genel Başkanı, 15 Mart 2018 günü yaptığı bir konuşmada, “Dil devrimi adı altında Türkçemiz, tatsız tuzsuz, ruhsuz, renksiz kelimelerin tasallutuna sokularak milletimizin kadim medeniyetiyle arasındaki bağ zayıflatılmaya hatta koparılmaya çalışılmıştır. Yani bizim aslında damarlarımız kesilmiştir3” dediğinde şaşırmamıştık. 13 Mayıs 2020’de, “Kadim dilimiz Türkçe, asırlar boyunca çok farklı medeniyetlere ev sahipliği yapmış bu topraklarda, milli kültürümüzün ve milli kimliğimizin oluşmasına vesile olmuştur. … Türkçemizi sanat, edebiyat, bilim ve eğitim dili olarak daha yükseklere taşımak, yabancı kelime istilasına karşı korumak, seçkin eserler üreterek Türkçemizin itibarını yükseltmek hepimize düşen en büyük sorumluluktur4” mesajını yayımlayınca da şaşırmadık. 

Haziranda, Cumhuriyet tarihinin unutulmaz eğitim bakanlarından Bakanı Mustafa Necati’nin adını taşıyan tarihi Kültür Evi’ne, “Ben İslamcıyım; Yaşasın Şeriat” söylemiyle tanınan gerici bir yazarın adı verilmeye kalkışılınca şaşırmadık. Tepkiler üzerine bu girişimden vazgeçilince sevindik. 

Temmuz ayında, Liseye Geçiş Sınavı ile Yükseköğretim Kurumlarına Giriş Sınavı sonuçları açıklanınca, testlerde ortalama başarı düzeyinin geçmiş yıllardaki gibi düşük olduğunu öğrenince de şaşırmadık.

Sınav haberlerinin ardından, 1934 yılından bu yana müze olarak kullanılan Ayasofya AKP tarafından camiye çevrilince, Türkiye ve dünya mirası adına üzülsek de, şaşırmadık.

AKP Lideri 7 Ağustos’ta, “Türkiye tırmanışta, bunu görmek istemeyenler var. Belgelerle konuşuyorum. 105 milyar dolar rezervimiz var, Türkiye dünden güçlü5” deyince de şaşırmadık.

Yine Ağustos ayında, AKP’lilerin ‘İstanbul Sözleşmesi’ karşıtı girişimlerine tanık olduk, yine şaşırmadık.

Bu günlerde bakan Z. Selçuk’un, "Eğitimde asıl yük, öğretmenin maaşıyla ilgilidir” dediğini duyduk, şaşırmadık.

AKP Lideri’nin 19 Ekim’de bir üniversitenin açılış töreninde, "18 yılda eğitim ve kültürde arzu ettiğimiz ilerlemeyi sağlayamadığımızı düşünüyorum… fikriyatımızı oluşturamadık” dediğini duyunca, “Maazallah onların fikriyatı benimsenmiş olsa halimiz nice olurdu” diye sevindik.

Kasım ayında çoktandır istifası beklenen damat Berat Albayrak istifa etti; şaşırmadık, yandaş basının istifa haberini uzun süre vermemesine de. Ancak istifa mektubunun üslubuna şaşırsak da, AKP’de lider istemeden istifa edilemeyeceğini ve Merkez Bankası rezervlerinin eksi 77 milyar dolara indiğini duyunca şaşırmadık. AKP Lideri 12 Kasım’da “Acı reçete”den söz edince şaşırdık. 

Aralık ayında, google’ı II. Abdülhamit ile ilişkilendiren profesör bu kez “Üniversiteler fuhuş yuvasıdır” deyince pek şaşırmasak da, böyle insanların profesör olmalarına ve de üniversitede çalışabiliyor olmalarına şaşırdık.

Bir eski AKP milletvekilinin lise diplomasının mahkeme kararıyla sahte olduğu açıklanınca şaşırmadık, bir AKP Grup Başkanvekili’nin o kişiyle “gurur duyuyoruz” demesine de.

Bir araştırma şirketinin yaptığı, siyasi parti liderlerinin dışında ‘yılın en güvenilir siyasetçileri’ anketinde içişleri bakanının birinci çıkmasına da şaşırmadık. Ne de olsa şimdiki içişleri bakanı geçmişte AKP’ye, “AKP hükümeti, yanlış ekonomi politikası sonucu bayramları da millete zehir etti. İnsanlarımız gülmeyi unuttu. Beceriksizlik ve yetersizlikle, Türkiye’yi krizle karşı karşıya bıraktılar. Paçalarından yolsuzluk akıyor. Türkiye'de ihale ve yandaş belediyeciliği yapılmaktadır” diyen kişidir. Onun bakanlığında kadın cinayetleri ve cinsel istismar artarak devam etmektedir. Herhangi bir suçları olmadığı için seçime girip belediye başkanı olan muhalif partili belediye başkanlarını görevden alıp yerlerine kayyum atarken, tarikat ve cemaatlere kayyum atamayacağını söylemektedir. Ona güvenmeyip kime güveneceğiz? 

İçişleri bakanımız yanında güveneceğimiz kişi çok. “Seçimi kazansanız da iktidar olamayacaksınız” diyen dışişleri bakanımız var. Irak’ta subaylarımızın başına çuval geçiren ABD generalinden madalya alan ve tarikatçılarla kol kola gezen bir savunma bakanımız var. Virüsün bulaşma hızı artarken yüz-yüze eğitimi başlatan milli eğitim bakanımız var. Virüs bulaşmış olanların sayısı 30-40 binlere ulaşmışken virüslü çıkan kişi sayılarının 600-700’lerde olduğunu söyleyen sağlık bakanımız var. Yandaş iş adamlarının milyonluk vergi borçları affedilirken, ailenin yoksulluk alt sınırının 8.200 lira olduğu bir ülkede emekçiyi açlığa mahkum edip koruduklarını söyleyebilen aile, çalışma ve sosyal hizmetler bakanımız var. Kültür varlıklarımızı koruyacağına sahip olduğu otel sayısını çoğaltma peşinde koşan kültür ve turizm bakanımız var. Hak, hukuk ve adalet peşinde koşması gerekirken kendisini liderine adamış ve AİHM kararlarına aldırmayan bir adalet bakanımız var. Muhaliflerini teröristlikle ya da terör desteğiyle suçlayan AKP’li Cumhurbaşkanımız var. Üç yıldır anlamsız bir şekilde tutuklu olan Osman Kavala için ”Hak ihlali yok” diyen ve AİHM kararını hiçe sayan Anayasa Mahkememiz var. Rekabeti bozar gerekçesiyle ucuz ekmek satışını engelleyen Yargıtay’ımız var. Tecavüz suçlularına “İyi halden indirim yapan mahkemelerimiz var. Koruması gereken Cumhuriyet değerlerine aldırmayan Cumhuriyet savcılarımız var.  

Güvenlik falan bir tarafa, bu varlar işin özünde, AKP balonunun patlama noktasına geldiğini gösteriyor; bu nedenle 2021 yılına umutla giriyoruz. 

2021 ve sonrasının koronavirüssüz olduğu kadar akılların da, kalplerin de, vicdanların da, … virüssüz olması dileğiyle,

[email protected]