Yer gök cami doluyken, Ayasofya’nın yeniden camiye dönüştürülmesi, bu haberi duyan çocuklara, hangi inançta ya da uyrukta olursa olsun barışı, hoşgörüyü, insan haklarına saygıyı, … öğretmeyecek. Türkiye’nin imzaladığı evrensel bildirgelere aldırmadığını gösterecek.

Ayasofya ve eğitim

İnsanlık tarihi, öğrenmemiz gereken derslerle dolu olduğu gibi, yaşanan değişimlerin de tarihi oluyor. 

Bulduğu bitkiyi ve yakaladığı hayvanı o anda yiyen insandan, belli saatlerde bir araya gelip özenle hazırlanmış yemekleri, rakısıyla, şarabıyla, çayıyla, ayranıyla bir masa etrafında konuşarak ve gülüşerek yiyen insana gelinmiş bulunuyor.   

Aya, güneşe, hayvanlara tapan ve onlar için tapınaklar yapan insandan, tek tanrı anlayışını üretip tanrısına göre tapınak olarak havra, kilise ya da cami yapan insana geliniyor. Aya, güneşe,.. tapan kabileler/devletler çeşitli nedenlerle diğerleriyle savaşıyor. Kazanan istediğini köle-cariye olarak kullanıyor ve istediğini köle pazarında satıyor. Hıristiyanlar ve Müslümanlar ise yüzyıllarca, kendi inançlarını yaymak için savaş çıkarıyor ve köle ile cariye konusunda ilkçağ insanı gibi davranıyor. Müslümanlar fethettikleri yerlerdeki kiliseleri ya yıkıyor ya da içindeki freksleri ve boyamaları sıvayla örtüp kazıyarak yok ederken dışına bir minare dikip camiye dönüştürüyor. Benzer davranışı Hıristiyanlar da gösteriyor. Hıristiyanlar yıkmıyorsa, caminin içinde tadilat yaparak kiliseye dönüştürüyor. Amerika’yı işgal eden Hıristiyanlar, Aztek’lere, Maya’lara,.. ait tapınakları yerle bir ediyor, kalıntılarını kendi kiliselerini inşa ederken kullanıyor.    

İlk ve ortaçağda savaşı kazananın kuralları geçerlik kazanıyor. Savaşlarda bir taraf diğerine üstünlük sağlayamayınca, Kadeş Savaşı gibi, anlaşmak-barış yapmak gündeme geliyor.

Tarihsel süreçte, örneğin yürüyen-koşan insandan bisiklet, otomobil, jet kullanan; seslenerek ve daha sonra da güvercin kullanarak haberleşen insandan, telefon, telsiz, internet kullanan; hayvan avlarken yerde ne bulduysa onu kullanan insandan silah kullanan insan geliniyor. Görmeyenler için gözlük, duymayanlar için kulaklık üretiliyor; milyonları kırıp geçiren salgınlar, aşı üretimiyle engelleniyor….

Tarihsel süreçteki bu değişimlere, insanın kendi aklını kullanmaya başlaması öncülük ediyor. Aklını kullanan insan, doğada var olan gerçekleri ortaya çıkardıkça güçleniyor, güçlendikçe insana verilen değer de (ters uygulamalar yaygınlığını korusa da) artıyor. 

ABD, 4 Temmuz 1776’da açıkladıkları (sonradan söylediklerine uymasa da) ‘Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi’nde, “Tüm insanların eşit yaratıldığını, Yaradanları tarafından kendilerine devredilemez hakların verildiğini ve bu hakların arasında Yaşam, Özgürlük ve Mutluluğa erişme haklarının bulunduğu” açıklıyor1. Fransızlar, 26 Ağustos 1789’da yayınladıkları ‘İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nde2, “insanlar sahip oldukları haklar yönünden özgür ve eşit doğarlar, özgür ve eşit yaşarlar” diyor. Zamanla köle ve cariye uygulaması yasaklanıyor. 

Birleşmiş Milletler (BM)’in 10 Aralık 1948’de kabul ettiği ‘İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nin3 26. maddesine göre, “1. Herkes eğitim hakkına sahiptir. Eğitim, en azından ilk ve temel eğitim aşamasında parasızdır. İlköğretim zorunludur. Teknik ve mesleksel eğitim herkese açıktır. Yükseköğretim, yeteneklerine göre herkese tam bir eşitlikle açık olmalıdır. 2. Eğitim insan kişiliğini tam geliştirmeye ve insan haklarıyla temel özgürlüklere saygıyı güçlendirmeye yönelik olmalıdır. Eğitim, bütün uluslar, ırklar ve dinsel topluluklar arasında anlayış, hoşgörü ve dostluğu özendirmeli ve Birleşmiş Milletlerin barışı koruma yolundaki çalışmalarını geliştirmelidir.” 

BM’nin 20 Kasım 1989’de kabul ettiği ‘Çocuk Haklarına Dair Sözleşme’nin4 29. maddesine göre, “Çocuğun, anlayışı, barış, hoşgörü, cinsler arası eşitlik ve ister etnik, ister ulusal, ister dini gruplardan, isterse yerli halktan olsun, tüm insanlar arasında dostluk ruhuyla, özgür bir toplumda, yaşantıyı, sorumlulukla üstlenecek şekilde hazırlanması; Doğal çevreye saygısının geliştirilmesi” gerekiyor. 

YÖK’ün de katıldığı, UNESCO’nun ‘2009 Dünya Yükseköğretim Konferansı Sonuç Bildirgesi’nin5 4. maddesinde, “Yükseköğretim sadece günümüzdeki ve gelecekteki dünya için somut beceriler kazandırmakla kalmayıp; barışın inşa edilmesine, insan haklarının korunmasına ve demokrasi değerlerini benimseyecek sorumlu vatandaşların eğitimine de katkı sağlamalıdır” deniyor. 

Tarihsel süreçte bugün gelinen noktada, Türkiye dahil BM ve UNESCO’ya üye devletler, eğitim süreçlerinde, demokrasi,  cinsler arası eşitlik, insan hakları, barış, hoşgörü gibi değerlerin kazandırılmasını imzalarıyla kabullenmiş bulunuyor. Dolayısıyla tarihsel süreçte, fetih, cihat, kiliseyi camiye, camiyi kiliseye çevirme gibi değerler artık demokrasi, cinsler arası eşitlik, insan hakları, barış, hoşgörü gibi değerlere dönüşmüş bulunuyor. 

Üstelik bugün, tarihi eser değeri olan her şey, tüm dünyanın mirası-ortak malı sayılıyor. 

1930’ları bir düşünün! BM yok, barış, hoşgörü ve insan hakları vurgusunu yapan ve onlarca devletin imzaladığı bildirgeler de yok. ‘Dünya mirası’ söylemi daha gün yüzüne çıkmamış. Bu ortamda, Gelibolu’da ölüp gömülen Anzak askerleri için, “Onlar bu toprakta canlarını verdikten sonra, artık bizim evlatlarımız olmuşlardır” diyen vicdan sahibi ve “Yurtta barış dünyada barış” diyen bir Cumhurbaşkanı’nın önerisiyle, 500 yıla yakın bir süredir cami olarak kullanılan Ayasofya, müzeye yani dünya mirasına dönüştürülüyor. Tüm dünyaya, barışseverlik, hoşgörü ve insan haklarına saygı örneği sunuluyor. 
  
Bir de günümüzü düşünelim! Yer gök cami doluyken, Ayasofya’nın yeniden camiye dönüştürülmesi, bu haberi duyan çocuklara, hangi inançta ya da uyrukta olursa olsun barışı, hoşgörüyü, insan haklarına saygıyı, … öğretmeyecek. Türkiye’nin imzaladığı evrensel bildirgelere aldırmadığını gösterecek.  Üstelik İsrail bir camiyi havraya çevirmeye kalkışsa Müslümanlar ne hissedecekse, yıllardır müze olan Ayasofya camiye çevrilecek olsa, Hıristiyanlar onu hissedecek. Türkiye barışa, hoşgörüye, insan haklarına boş ver demiş olacak. 

Tahterevallinin bir ucu, vicdanlı, barışsever, hoşgörülü ve insan haklarına saygılı olmak, öbür ucu ise kinimizin ve dinimizin davacısı olmak! Hangi taraf ağır basacak? Göreceğiz!

[email protected]