Mültecileri her türlü barbarca yöntemle ülkeden çıkaracaklarını söyleyen, Suriye işgaline gözlerini sıkı sıkıya yuman ve ülke aşkıyla yanıp tutuşan milliyetçiler, Torylerin en büyük koalisyon ortağı..

Yeni göç anlaşmaları yolda: İngiltere, Türkiye’deki milliyetçilerle ortak çalışıyor

İngiltere’nin, Türkiye ile özel bir göç anlaşması hazırlamak istediğini senelerdir söylüyoruz. Türkiye medyasının bunu umursadığı yok. Gelen göçü, milliyetçi hezeyanlarla ve büyük bir nefret sosuyla vermek hoşlarına gidiyor. Paranın izini takip etmek istiyorsak, kitlelerin ayak izlerine bakmak zorundayız. Medya denilen bu dev kolezyumda, değerli olan en son şey insan yaşamı. Anlaşma imzalandı ve yazmak istediğim şeyleri ertelemek gibi bir zorunluluk hissettim. Sonra bir anda medyanın bu pespayeliği aklıma geldi ve hadi oradan deyip esas yazmak istediğim şeylere tekrar odaklandım.

‘The Banshees of Inisherin: Bir filmden daha fazlası’ başlıklı eleştiri yazımı hatırlayanlar bilecektir. Tarih ve coğrafya hatırlatması yaparak, bu filmin devlet ideolojisinin buz gibi bir yansıması olduğunu uzun uzadıya açıklamaya gayret etmiştim. Çeşitli tepkilerle karşılaştım. Bu tepkilerin içinde en çok dikkatimi çeken, “Peki, bu filmin karşısına hangi filmi koyuyorsun?” sorusuydu. Kültür endüstrisinin zavallı bireyleri, filmin karşısına bir türlü tarihi kaynakları, kitapları ya da romanları koyamıyor. “Eleştiriyorsun madem, daha iyisini öner birader” diyor. Kültür eleştirisine odaklanan ve benim de keyifle takip ettiğim internet mecralarında maalesef bu filmle ilgili en ufak bir eleştiri yayınlanmadığından ya da yayınlamaya cesaret edilemediğinden popomuz açıkta, ayazda kalmış gibi görünüyor. Filmin en çok sevilen karakteri, garip bir biçimde cüce eşeğimiz. Tiktok’ta eşek çiftleşmesini milyonlarca insanın izlediği bir ortamda, bu saplantı insanın kafasında biraz daha kabul edilebilir oluyor. Elbette filmin ünlü oyuncularına olan sapıkça ilgiyi es geçemeyiz. 

Bu ‘yüksek kültür’ eleştirisi yapılan internet sitelerimizin insancıkları, devlerle kapışmaya cüret edemiyor gibi. Sapık bir fetişizme boğulduk. Faşizmin kitle zorbalığı olduğunu unutanlara hatırlatılır. Bizlere, ünlü oyuncuları koynumuza almamız ve garip bir orgazm yaşamamız gerekliymiş gibi hissettiriliyor. Romalıları sapıkça sevenlere, bunları atlamamaları hatırlatılır. Bu lanetli yazının sonunda daha iyisi mi bilmem ama görece iyi kabul edebileceğimiz bir film önerisinde bulunacağım.

Üzgünüm, filmin içerisinde görebildiğim kadarıyla ünlü kabul edebileceğimiz kimse yok. Bu yüzden film, obur bir kültür endüstrisi tüketicisine ağır gelebilir. Kitapların gözlerimize ağır geldiği bir çağda, hafifliğin sınırı yok. “Esas meselelere gel birader!” diyenleri duyar gibiyim. Gelelim...

Parlak ekrandaki yazıların aniden titrediğini ve bu yazıyı okurken odanızda kulaklarınızı sağır eden bir gürültü koptuğunu hayal edin. Bu metin aniden kafkaesk bir dönüşümle, karşınıza dev bir radyo olarak dikilmektedir ve bu radyoda şu an ağır İrlandalı aksanıyla bir spiker haberleri okumaktadır. Garip bir biçimde, bu duyduğunuz ağır aksanlı İngilizceyi kelimesi kelimesine anlamaktasınız...

Sevgili Midland FM dinleyicileri, bilinmeyen bir tarihte ve bilinmeyen bir saatte size adamızda ve dünyada yaşanan başlıca gelişmeleri aktaracağım. Şaşırmayacağınıza ve öfkelenmeyeceğinize eminiz. Kitle kültürüyle iyice morfinlendiğinize, yüce İsa’ya inandığımızdan daha fazla inanmaktayız. Şimdi, haberler!

Joe Biden’ın İrlanda gezisinin maliyeti açıklandı. Garda Síochána’dan yapılan açıklamaya göre, güvenlik kameraları dahil olmak üzere bunak Joe’nun gezisi toplamda 31 milyon avroyu geçti.1 İrlanda adasının şimdiye kadar gördüğü en büyük güvenlik operasyonuna toplamda 2 binden fazla Garda üyesi katıldı. Huzur bozmaya yemin etmiş ve hiçbir şeyden memnun olmayan solcular, hastane sıralarını ve evsizliği bahane ederek bu gezinin maliyetini ahlâksızlık olarak nitelendirdi. Bu kirli kampanyaya rağmen İrlanda, gücünü tüm dünyaya İrlandalı ABD başkanı Joe Biden ile gösterdi...

Fırsatlar ülkesi İrlanda’da gurur duyduğumuz ‘ev sahipleri’ bugün de göğsümüzü kabarttı. Demokrasi ve çoğulculuk düşmanı Sinn Fein milletvekili ve sosyal konut sözcüsü  Eoin Ó Broin, mülkünü kadınlara karşı bir silah olarak kullanan ve kira karşılığı cinsel ilişki arayan ev sahiplerine karşı bir yasa tasarısı hazırladıklarını duyurdu.2 Önümüzdeki ay meclise getirilmesi planlanan öneri, muhalefetin demokrasimize karşı giriştiği yeni bir komplo. Ó Broin: “Kiralık seks aramak, iğrenç ve yağmacı bir davranış biçimidir, yasaklanmalı!” diyor. Ev sahiplerinin kira yerine seks talep etmesi medeniyetimiz açısından önemli bir ilerlemedir. Karşılıklı rıza ilişkisi olduğu sürece kimse buna karışmamalı. Biz, demokrasiye ve tüm renklere inanan mülk sahibi radyo spikerleri olarak bu tasarının meclisten geçeceğine ihtimal vermiyoruz! 

Göçmen, mülteci ve barbarlarla mücadele hız kesmeden devam ediyor! Kardeş ülke İngiltere’de demokrasinin ve insan haklarının biricik koruyucusu Rishi Sunak yönetimindeki Tory parti, en büyük müttefikleri Türkiye ile ‘Mükemmeliyet Merkezi’ kurmak için anlaştı.3 Bu anlaşmaya göre İngiltere hükümeti, Türkiye’den gelecek olan göç dalgasına karşı Türkiye’deki içişleri bakanlığı bünyesinde ortak bir operasyon merkezi kuracak. Göçten sorumlu bakan Robert Jenrick, BBC Radyo 4’ün ‘Bugün’ programına yaptığı açıklamada: “Ülkelerle yapılan işbirliği, insan kaçakçılığıyla mücadelede çok önemli bir faktör. Barbarların, teknelerle ve motorlarla ülkeye gelmelerinin önüne geçmek istiyorsak bu kritik anlaşmaları yapmak zorundayız” dedi. Ayrıca Türkiye, bu kritik anlaşma sayesinde milyonlarca sterlin para kazanacak. Bu paranın miktarı, konunun hassasiyeti nedeniyle açıklanmadı. Paranın bir önemi yok! Türkiye’de fırsatları değerlendiren, akılcı bir yönetim var ve Erdoğan parayı çok seviyor. 

İngiltere’nin göçmenlerin refahı ve insanca konaklaması için inşa ettirdiği ‘Bibby Stockholm’ gemisi haftalarca süren ertelemelerin ardından bugün hizmet vermeye başladı. Sığınma talebinde bulunan 15 kişi artık bu konforlu gemide konaklıyor. Ayrıca geminin ekonomiye katkısı tartışılmaz. Geminin demirlediği limanı kontrol eden Langham ailesi, günde 4 bin sterlin, yılda ise 1 milyon 5 yüz bin sterlin para kazanacak. Bu mucizeyi muhalefet insan hakları söylemleriyle gölgeliyor. Muhalefetin insan hakları eleştirilerine cevap veren Tory Parti yetkilileri, geminin adeta bir cruise gemisi ayarında olduğunu ve sosyalistlerin bu gemide bir günlük tatile can atacaklarını söyledi. Burası Midland FM, haberleri dinlediniz. Demokrasinin ve özgürlüğün sesinden ayrılmayın!

Cruise gemisi konforunda olduğu iddia edilen ve mültecilerin yaşayacakları ‘Bibby Stockholm’ gemisi.

Artık bir radyodan, cefakâr bir yazıya geçiş yapabiliriz. Yukarıda vermediğim bilgilere şunu da ekleyeyim. İngiltere’de devlet gözetiminde bulunan 403 mülteci çocuk kayıp. Türkiye ile insan kaçakçılığıyla mücadele için anlaşma yaptığını iddia eden Tory hükümeti, kendi gözetimindeki çocukları koruyamıyor. Bu çocuklardan biri Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı. Çocuğumuzun akıbetini umursayan bir hükümet ya da bu çocuk için bir şeyler yapan milliyetçiler var mı? Yok! Çocukların başına seks köleliği, organ kaçakçılığı ve aklınıza gelebilecek tüm kötülükler gelmiş olabilir. ‘Channel 4 News’ spikeri Ciaran Jenkins, çocukların başına gelebilecek bu korkunç ihtimalleri televizyonda tek tek sıraladı: Çocuğun cinsel istismarı, insan kaçakçılığı, modern kölelik, kriminalleştirme, radikalleştirme...

Toryler, Türkiye’de bir operasyon merkezi kurmuş durumdalar. Bu merkezlerin yıllar önce devrimcilere karşı kurulduğunu biliyoruz. Şimdi, savaşlarla yıktıkları, kıtlığa terk ettikleri insanları avlamak için kuruyorlar. Kapitalizmde insan avı bitmez. Kapitalizmin esas amacı insan avlamaktır. İnsan avlamadan, para kazanılmaz! Kemal Kılıçdaroğlu, bu gelişmeye twitter üzerinden çok sert yanıt verdi. Pandoranın kutusunu tam olarak burada açmamız gerekiyor. Tory kaynaklarından edindiğim bilgilere göre, olası bir Erdoğan hezimetinde bu tür bir anlaşmanın muhalefet ile de mümkün olacağı söyleniyor. Lafı dolandırmadan direkt yazalım, Türkiye’deki tüm milliyetçi gruplar, söylediklerinin aksine ülkenin bir ‘Meksika Duvarı’ olması için çalışıyor. Tüm o lümpence geri gönderme safsatasına kananlar için önemli bir veri olarak kabul edilmeli bu. Yani bugün yapılan itirazlar, zevahiri kurtarmaktan başka bir şey değil. Ayrıca Erdoğan koalisyonundaki milliyetçi ‘çoğunluğa’ özellikle dikkat çekiyorlar. Mültecileri her türlü barbarca yöntemle ülkeden çıkaracaklarını söyleyen, Suriye işgaline gözlerini sıkı sıkıya yuman ve ülke aşkıyla yanıp tutuşan milliyetçiler, Torylerin en büyük koalisyon ortağı. Sınırları belirsiz hale gelmiş bir ülkeye milyonlarca insanın gelmesi gerçekten garip mi? Neo-Osmanlıcı ideolojiye kafa tutmaktan aciz milliyetçilerin yaptıkları tek şey, Neo-Osmanlıcı düzene meşriyet katmak. Bunu daha iyi kavrayabilmek için, Orhan Gökdemir’in dipnotlara bıraktığım iki önemli yazısını mutlaka okuyun.4

Milliyetçilerin sahne önünde ne halt ettiklerinin bir önemi yok. MHP’nin pozisyonu, İYİ Parti’nin pozisyonu hep aynı kutup yıldızına bakıyor. Çeşitli kollara bölünmüş gibi görünen milliyetçiler, aslında yoksul emekçi kitlelerini yükledikleri nefretle oyalamaya devam ediyor. Tüm bu gerçekler, medya aracılığıyla köşe bucak Türkiye işçi sınıfının gözlerinden ve kulaklarından kaçırılıyor. Tekrar etmekte yarar var, kendi mültecilerini gemi hapishanesine kapatan Toryler, Türkiye’deki milliyetçi ortaklarının ülkelerine gelen insanlara ne tür bir zorbalıkla karşılık vereceğini zerre umursamıyor. İnsanı çöp olarak gören sömürgeciler, onun sadece nasıl bertaraf edileceğiyle ilgileniyor. Gelelim son ilginç ayrıntıya. Milliyetçilerin cahil mi, yoksa gerçekten bilinçli mi olduklarını kestirmek zor. Milliyetçi gazetelerde attığım kısacık bir turda, köşe yazarlarının Tory partiye yakın medya kuruluşlarıyla aynı terminolojiyi kullandıklarını fark ediyorum. Bu garip bir tesadüf olamaz. Türkiye’nin vatan aşkıyla yanıp tutuşan milliyetçi yazarları, Romalı devlet adamı, büyük eski başbakan Boris Johnson’un ‘kavimler göçü’ retoriğini kullanıyor. Bugünkü göçü, Roma medeniyetini yok ettiği iddia edilen olayla ilişkilendiriyorlar. Tanrı, hepsine şifa versin. Roma’nın gerçekten kavimler göçüyle yıkılıp yıkılmadığı hâlâ keskin bir tartışma konusu. Roma, yarattığı eşitsizliklerle ve imparatorluk denen zorba yönetimle zaten kendi içine doğru çökmüş gibi görünüyor. Bu başka bir tartışmanın konusu. Bu hikâyenin en matrak yönü, Türk milliyetçilerinin bu retoriği define bulmuşçasına sahiplenme zavallılığı. Roma ve Avrupa propagandasının sefil paryaları bunlar. Bu yüksek milliyetçiler, Roma’nın medeniyetin yegane temsilcisi olduğunu ve atalarının yani Hunların barbar bir kan içici olduklarını kabul ediyorlar. Demek ki bu milliyetçilerin ataları Romalı ve kendilerini Hunların (barbarların) karşısında konumlandırıyorlar. Bu basit bir komedi filmi senaryosu değil. Türkiye milliyetçiliğinin derin riyakârlığı! NATO ve İngiltere sevdası hep baskın geliyor. Irmağına, yeşiline, insanına falan aşık değiller. Sterlinine ve doların yeşiline meftunlar! Yazı çok uzadı ve milliyetçilere daha fazla yer açmak istemiyorum. Şimdi, gelelim önermek istediğim filme...

The Quiet Girl (Sessiz Kız) yoksul, İrlandalı bir ailenin çocuğunu geçici olarak koruyucu bir aileye bırakmasını konu ediniyor. Filmin senaristi ve yazarı Colm Bairéad. Filme dair fazla ayrıntı vermek istemiyorum. İrlanda’nın gerçek yüzünü görmek için, sadece kısa bir kesit olabilir bu film. Bir ülkeyi gerçekten tanımak istiyorsanız, kitaplara ya da o ülkeyle ilgili kalem oynatan insanlara yüzünüzü dönmek zorundasınız. Bir süredir görüyorum, soL Haber’de ‘Oppenheimer’ filmi hakkında çeşitli eleştiriler yayınlanıyor. Bu ne cüret! Kitlelerin karşısında durmak ne haddinize! Bu solcular hiçbir şeyi beğenmeyen elitistler işte. Bu ironi gibi görünen ifade gerçek bir acımasızlığı ve zorbalığı içinde taşıyor. ‘Sessiz Kız’ filmini izlediğinizde, ifade etmeye çalıştığım şeyi belki anlarsınız. İrlanda, yoksul çocukların bin çeşit acılar çektiği özel bir coğrafya. Elbette sadece çocukların değil, yetişkin insanların da acı çektiği, adanın her köşesinden çıkan insan çığlıklarının kulaklarınızı tırmaladığı bir ülke. Galway’e gittiğinizde sadece denizi ve barları gören bir zavallı iseniz, o çığlıkları duyamazsınız. 

Anne ve çocuk evlerinde bakımsızlıktan ölen ve toplu mezarlara gömülen çocukların tarihe bıraktıkları çığlığı duymak zorundasınız! Bugün, sonsuz bir zenginliğin içinde olduğumuz söyleniyor. Yakın geçmişte ise, yoksul aileler çocuklarını mevsimlik olarak koruyucu ailelere verip, tüm maddi yükü sırtından ancak öyle atabiliyordu. Bu önerdiğim filmde bir güzel şey de İrlandaca (Gaeilge) dilini duyuyor oluşumuz. Napolyon'la ilgili bir film çekiyorlar, başrolüne ünlü bir oyuncu koyuyorlar ve herkes “müthiş bir film bizi bekliyor!” diye haykırıyor. Daha fragmanı gördükleri anda kitleler histeri krizine giriyor ve yaygarayı koparıyor. Fragmanda duydukları İngilizceyi dert edinen yok. Fransa tarihine odaklanan bir filmin, orijinal dilinin İngilizce olmasını elbette dert etmeliyiz. Bu şımarıkça kültürel üstünlük taslama yarışının, hepimizi düşünsel olarak gerilettiğini artık fark etmeliyiz. Tamamen İrlanda adasına odaklanan bir filmde İrlandacayı duymak çok ama çok önemli. Sessiz Kız filmini önermişken Önce Kadınlar ve Çocuklar Derneği’ne bir yer açmak gerekiyor. Vahşi kapitalizmin, barbarca saldırılarıyla sarsılan toplumlarımızın ilk kurbanları ‘çocuklar ve kadınlar’. Catherine Clinch’in son sahnede yaptığı o koşu, tüm sınıfsal eşitsizliklerimizin yüreğimizden fışkırmasıdır. Gerçekçiliği bir kenara atan edebiyatın ve edebiyatın bir veçhesi olan sinemanın son çığlığıdır bu! İrlanda ya da Türkiye’de bu çığlığı duyan herkesin ihtiyaç duyduğu bir mücadele ‘Önce Kadınlar ve Çocuklar Derneği’. Bu mücadeleyi büyütmek ve genişletmek zorundayız.