Hristiyanlığı, İskenderiye kütüphanesini yakarken görmek istememenin sebebi, üstün batı medeniyeti önyargısına zeval getirmemektir.

Soysuzlar çetesi: Rishi Sunak ve Richard Dawkins

Melpomene: Dokuz ilham perisinden sadece birisi. Bu ilham perisini ayrıcalıklı kılan onun trajedinin ilham perisi olmasıdır. O, lir çalanların koruyucusu, trajediye güç katan kalemlerin mürekkebidir. Her Yunan mitinde olduğu gibi Melpomene, eşsiz hikâye anlatıcılığımızın parlayan yıldızlarından sadece biri. Trakya'dan, İskenderiye Mısır'a kadar uzanan kollardan söz ediyoruz. Yaşadığımız çağı anlatmak için tanrısal bir güce ihtiyaç duysaydım eğer, Melpomene'yi yardıma çağırırdım.1

"Soykırım vahşetinin gölgesinde, parçalara ayrılmış çocuk bedenlerine bakan gözlerim ışık huzmelerine mukavemet ediyor, sanki görmeye yarayan organ artık bu işlevini yerine getirmiyor. Bir çocuğa layık görülen canavarlığı reddediyor beynim; ters düşen görüntüyü doğru bir açıya dönüştürmeyi kabul etmiyor ve tüm dünya olağanca vahşetiyle baş aşağı duruyor. Kulaklarımda duymakta zorlandığım bir lir tınısı ve bir anda korkudan olduğum yerde sıçramama sebep olan, nereden geldiğini anlamadığım sert bir kanat çırpma sesi! Bu gelen Melpomene, bu gelen trajedinin koruyucusu, güçlü sözlerin yaratıcısı, tarihi kan banyosunun tek katarsisi! Ses çıkarmadan ölenlerin çığlığı olabilmek için geliyor Melpomene! Faşist İngilizleri, onların müttefiki medeni ve yüksek teknolojili silahlarıyla donanmış katil İsrail'i lanetlemek ve insanlığın hafızasından bir daha çıkmamak üzere kazımak için geliyor!"

'Melpomene: Edward Simmons'ın kongre kütüphanesindeki duvar resmi, Thomas Jefferson Binası, Washington, D.C.'

Yunan mitolojisindeki tragedyaları kıskandıracak ve bir süre sonra tanrısal bir lanet olarak değerlendirecebileceğimiz ve başımızdan bir türlü defedemediğimiz bir lanetimiz var! 'Muasır medeniyetler' laneti. Tanzimat batıcılığı, okur-yazar olma şansına erişmiş insanımızın bitmeyen laneti! Bu lanet, bir tür sömürgeci aydının medeniyet kayası. Kaya biteviye zirveye taşınıyor ve oradan çok bilmişler oligarşisi tarafından üzerimize yuvarlanıyor. Onlar Avrupalı adama meftunlar, onlar Avrupalı adamın ellerindeki kanı göremeyecek kadar seküler ve gece yaşamının hedonist neon ışıklarının altında ruhlarını kaybedecek kadar yetersizler. Dev kütüphanelerin büyüleyici kaynak havuzunda, Avrupa ideolojisiyle yıkanan gözleri, bu ideolojiyle dağlanmıştır. Onların artık doğuyu görme imkânı yoktur. Peki, batıyı layığıyla görebilirler mi? Gelin son haftalarda İngiltere'de yaşanan gelişmelere birlikte bakalım...

İngiltere (Avrupa ideolojisi meftunu adamın kulaklarında duyduğu: Büyük Britanya/Birleşik krallık) Başbakanı Rishi Sunak, barbar göçmenlerle mücadelenin artık bir medeniyetler savaşı olduğunu belirterek, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nden çekilebileceklerini duyurdu. Sunak, göçü durdurmak, AİHM'e üye olmaktan daha önemli dedi.2 İngiliz hükümetinin Ruanda'yı koca bir yaşam alanına (gerçekte toplama kampı) çevirme planında ısrarcı olacağı görülüyor. İngiliz hükümeti, sokaklarda uyuyan evsizlere ve toplum içerisinde kötü kokan yoksul barbarlara karşı savaş ilan etmeye hazırlanıyor. Avam Kamarası'nda görüşülmekte olan Ceza Adaleti Yasa Tasarısı, "aşırı kötü kokma" da dahil olmak üzere rahatsızlık vermeleri halinde evsizlerin suçlu sayılmasına olanak tanıyacak. Tasarıda yer alan tedbirler 1824 tarihli 'Avarelik Yasası'nı değiştirmeyi amaçlıyor.3 Avarelere ölüm! İngiltere'de demokrasi ve uygarlık düşmanı bir grup İslamist hukukçu, İngiliz hükümetine korkunç bir çağrıda bulundu. Bu sözde hukukçular tarafından yapılan çağrıda şu ifadeler yer alıyor:  İngiltere'de üç eski Yüksek Mahkeme yargıcı dahil 600'den fazla hukukçu, İsrail'e silah satışının durdurulması için hükümete çağrı yaptı. Hukukçuların Başbakan Rishi Sunak'a hitaben yazdığı 17 sayfalık mektupta, İngiltere'nin Gazze'deki "makul soykırım riski" nedeniyle uluslararası hukuku ihlal etme riskiyle yüzleştiği ve ihracatın sona ermesi gerektiği belirtildi.4 Dünyaca ünlü, hatta dünyada bir eşi benzeri daha olmayan bilim insanı Richard Dawkins, LBC kanalına verdiği bir röportajda, bu sene Paskalya ile Ramazan bayramlarının aynı tarihlere gelmesi ve İngiltere’de, bilhassa Londra Belediyesi tarafından Ramazanın aktif olarak kutlaması konusunda konuştu. Dawkins bu röportajda kendisini tanrıya inanmasa da “kültürel olarak Hristiyan” olarak tanımladı. Daha önemlisi, İngiltere ve genel olarak Batı uygarlığının da “kültürel olarak Hristiyan” olduğunu, bunun olumlu bir şey olduğunu, Hristiyanlığın temelde saygın ve nazik (kullandığı kelime decent) olduğunu ve İslamın böyle olmadığını söyledi.5

İnsanın tüm bu vahşet çağrılarını okurken ya da dinlerken büyük bir öfke patlaması yaşayacağını mı sanıyorsunuz? Tam tersi geçmişte olduğu gibi 'tarafsız' bilim adamları, aydınlar ya da entelektüeller tarafından emperyalizmin barbar ideolojisinin bilimsel bir savunucusuna dönüşüyoruz. Burada çok garip ayrımlarla karşılaşıyorum. Yukarıdaki sözleri eden ve bilimin parlayan yıldızı olarak pazarlanan liberal suratlı faşistin bir 'aydınlanma çocuğu' olduğu söyleniyor. Kendisi sömürgeci bir ülkenin, barbarlığı medeniyet kılıfında sunan, bir zorba düzenin çocuğudur! Tamam, hadi doğuya hiç bakmadan İngiliz coğrafyasına ve düşüncesine bakmaya devam edelim. Bir filozof ve hukukçu olan Jeremy Bentham, neyi temsil etmektedir? Bentham, liberal özgürlüklerin ve medeni toplumun biricik muştulayıcısı mıdır? Aydınlanma ve bir Orta Çağ düşüncesi olan faşizm arasında net bir çizgi çekmek gerekmekte! Çünkü aydınlanma, emperyalizmin soykırımlarıyla karşılaştığında bir adım geri çekilme cesaretidir! Nedir bu geri çekilme cesareti? Panoptikon'u bulan adama göre bir barbarlığa geri dönüştür. Jean-Jacques Rousseau'nun bıraktığı kıvılcımları takip edecek olursak, insanlığın böyle bir ilerlemeden yürüyeceğine, Kızılderili çadırında barış çubuğu tüttürmesinin daha evla olacağı kesin. Bilmişler hemen size, ilkel kabilelerin de savaştığı, onların da vahşilikler ürettiğini söyleyeceklerdir. Oysa savaş tarihçileri ilkel (ki bu kavrama da itiraz eden antropologlar var) kabilelerin spor müsabakalarının temelini oluşturan savaşlar organize ettiğini yazmıştır. Burada amaç öldürmekten ziyade diğerini alt etmektir. Peki, bizi Benthamcı liberalizme meftun eden şey nedir tam olarak? Lanetli bir geri kalmışlık timsali olan doğulu ülkemizde doya doya sarhoş olamamak, çılgınlar gibi seksin her çeşidini ve türünü yaşayamamak mıdır? Emperyalizmin 'barbar' ülkelerin insanlarını garip bir hedonizmle kendine doğru çekmediğini kim iddia edebilir? Burjuvazinin radikal ateist ideolojisi, bu hedonizme ve şiddet patlamalarına dayanır. 

Bir İngiliz, diğerini çok iyi tanır. Bu yüzden satırların arasında saklanan ve yüzüne bir liberalizm maskesi takan Heinrich Himmler'i boğazından kavrayarak yakalar. Bizim insanımız ise onun güleç yüzüne, sürekli yinelediği lütfen ve teşekkür ederim ifadelerine kolaylıkla kanar. Bu gösterişçi nezaket bir nevi sözde medeniyetin alametifarikasıdır. Evet, Jeremy Bentham ya da Richard Dawkins'in taparcasına seveceği Herbert Spencer gibi isimler yüzlerine liberalizm maskesi takmış birer faşisttirler. Bu radikal ateistler, kendi dinlerini 'sosyal darwinizmi' icat etmişlerdir. Dinin yerine başka bir kurumsal ideoloji koyma fikri, İngilizlerin bulduğu bir şey değil. Kökleri Fransız devrimine ve Jakoben iktidarının düşmesiyle birlikte ortaya çıkan ara rejimler dönemine dayanmaktadır. Ama bir yandan şunu unutmamalı ki tüm fenalıkların faturası her ne kadar Nazilere ve Almanlara çıkarılsa da toplama kampının ve insanı toplu olarak kontrol altına almanın (gözetim toplumu) ya da yok etmenin mucidi İngilizlerdir.

Hiçbir insan yavrusu,  anasının karnından çıkar çıkmaz radikal bir ideolog olmaz. Bunun için yardımcı araçlar gereklidir. Aile ve toplum üretim ilişkilerine bağlı olarak bir mesaj taşıyıcısı rolündedir. Burada kilise ve dini kurumlar en kritik pozisyonda durmaktadır. Burjuva radikal ateistlerine sorulacak olursa, dinin bu yönü tüm kökleriyle birlikte acımasızca kaldırıp atılmalıdır. Denenmiş midir? Denenmiştir; ancak dinin yerine konmaya çalışılan her burjuva ideolojisi ya yetersiz kalmış ya da insanı korkunç vahşi bir yaratığa dönüştürmüştür. Peki, neden? Neden bu ideoloji insanı vahşi bir hayvana çevirmektedir? Çünkü, burjuva ideolojisinin temel dayanağı olan sosyal darwinizm, insanı bencil bir hayvan olarak görmekte ve toplumu bu vahşetin işletildiği bir saha olarak tanımlamakta ya da algılatmaktadır. Uzun bir süre üzerine çalıştığım Westworld (Batı Dünyası) dizisi ya da senaryosu diyelim, bu vahşi barbarlık sahasını beyaz perdede izleyiciye aktarır. Gelişen teknoloji, vahşi ve bencil insan ideolojisini alt edememekte ve onun haklılığına yeniden iman etmektedir. Bu doktrinle büyüyen çocukların potansiyel bir katil olmaması zor görünüyor. Cinayet masasında uzun süre çalışan ve felsefeyle uğraşacak kadar kafası çalışan deneyimli polislerin bu ideolojiyle kavga ettikleri ve suçun bu toplumsal yapı içerisinde tamamen yok edilemeyeceğini not ederler. Öyleyse din sadece sömürü için değil, bireyi gözetlemek, dengelemek ve frenlemek için de gereklidir. Burjuvalar kilisenin çanından ya da ezandan vazgeçemeyeceğini anlamışlardır. Bu çağrı yapılmalıdır ve ne olursa olsun bu çağrıya celp edilmelidir. Bir İngiliz protestan papazı, botanik bahçesinde bilimsel araştırmalara boğulmuş İngiliz adamına haykırır! İnanmasan da en azından pazarları yükselen bu sese kulak ver, çevrene gülümse, yardım kutusuna para at ve insanlara gerçek bir inançlı gibi görün. Böylece tüm işlerin bereketli olacak ve her şey yolunda gidecek der. Alın size 'ideoloji nedir' sorusunun en güzel cevabı. Hiçbir cevap bu protestan papazınınkinden daha net olamaz. 

Her şey buz gibi ortada dururken okumuş adamı bu en yalın gerçeklere kör eden şey nedir? Özer Ozankaya'nın tanımlamasıyla düşün yapılardır, yani ideolojidir. Hadi yine İngiliz düşüncesini takip edelim, Francis Bacon'a göre en yalın gerçeği görmeyi engelleyen şey: ÖNYARGILARDIR. Önyargıyı hafife almayın, temel burjuva radikal ateizminin bizim ülkemizdeki önyargıları yabana atılır cinsten değil. Ona göre, batılı bir ülke asla şeriatle yönetilemez, şeriat biz barbar doğululara özgü bir yönetim tarzıdır. Bir başörtülü sosyalizmin yakınından bile geçemez, çember sakallı bir adam felsefe ve politika yapamaz. Sonsuza dek uzatacağımız bu önyargılar sisteminin kurbanı, tüm bu avam insanlar acınası ve tiksinilesi suretlerdir. Oysa Jakoben geleneğinin içinden bir ışık gibi fışkıran ve işçi sınıfının ideolojisine evrilen sosyalizm düşüncesi bu radikal ateizmi kökten reddeder. Georges Jacques Danton ve Maximilien Robespierre konvansiyon kürsüsünden yoksul halkın diniyle herhangi bir dertlerinin olmadığını defalarca haykırmıştır. "Ancak ulusun elinden inançlarını ve hayallerini almaya kalkmak şimdilik ona karşı bir suçtur. Ben kendi adıma yalnızca evrenin Tanrısına, özgürlük ve adalete inanıyorum. Oysa köylü avutucu Tanrı'yı ekliyor; çünkü onu kutsal sayıyor, çünkü çocukluğu, gençliği ve yaşlılığının mutlu birkaç dakikasını ona bağlıyor; çünkü zavallının çok duygulu bir ruhu vardır ve çünkü kendisini tümüyle yüce karakteri olan bir şeye bağlıyor. Evet, onun yanılsamasına dokunmayın ama onu aydınlatın. Ona Konvansiyon'un kesin amacının yıkmak değil, tersine daha iyi koşulları yaratmak olduğunu açıklayın. Halk toprağa bir servetle bağlanmamışsa onu yalnızca toprağa bağlayan şeyi yitirmekten korkmamalı."6

Bir köşe yazısının sınırlarına doğru yaklaşırken, temel önyargıların üzerinden bir kez daha geçelim.

Burjuva radikal ateizmi, düşünme ayrıcalığını bir biçimde yakalamış zihinler için büyük tuzaklar içermektedir. Sosyal darwinizme ve Avrupa merkezci önyargılara dayanan bu düşünce pratiği, her ırkçı temelli ideolojide olduğu gibi saçma önyargılarla ya da kavramlarla inşa edilmektedir. Şeriatle yönetilen İsrail devletini, yarı çıplak festivaller düzenleniyor diye katıksız bir seküler devlet olarak algılamak bunlardan biri. Düşünen Adem, medyada ipeksi saçlarıyla ve güzel fiziğiyle objektiflere poz veren İsrailli kadın bir askere meftun olmakta bir an bile tereddüt etmiyor. Yoksa doğulu, yarı aydınlanmış ezikliğimizde, bir cinsel yoksunluk krizinin ortasında propagandanın cazip, seksist doğasına teslim olmaktan gizli bir haz mı alıyoruz? Göbek deliğindeki ya da dilindeki piercing'i cesurca gösteren o kadın asker, sekülerizmin zafer geçidi gibi görünüyor gözümüze. Oysa İsrail'de şeriat kurallarıyla inşa edilen eğitim sistemi içerisinde kız çocukları korkunç ideolojik baskılarla ve sorunlarla cebelleşiyor. Yaşama Avrupa ideolojisinin propaganda penceresinden bakan gözlerin göremeyeceği türden zorbalıklarla yüzleşiyorlar. İşte çocuklardan profesyonel bir katil yaratan ideolojinin ardalanı. 

Hristiyanlığı çeşitli veçheleriyle incelemeye gayret ediyorum ve bu sonsuz ideoloji okyanusundaki maceramın ölene kadar bitmeyeceğinin farkındayım. Avrupalı düşüncesini anlamanın üç sacayağından biri Hristiyanlık. Roma, Hristiyanlık ve Antik Yunan felsefesini tam olarak kavrayamamış bir aklın, gündelik olayların ve siyasi cereyanların etkisine kapılacağı neredeyse kesindir. Bu savruluşta örgütsüz olmak ayrıca büyük etkenlerden bir diğeridir. Neticede düşünen adam beyninden çıkan şu çığlığı bastıramaz: "Evet! Dawkins haklı! İslam lanetli!". Hristiyanlık her din gibi içerisinde pek çok farklı eğilimi barındırıyor. Buna Latin Amerika'daki devrimci papazlar dahil. Bu Hristiyanlığın içerisinde barındırdığı demokratik bir ayrıcalıktan ya da üstünlükten kaynaklanan bir şey değil. Her dinde buna benzer 'eşitlikçi' ya da daha insancıl görünen eğilimler ya da yorumlar olabilir. Elbette buna İslam da dahil. Örneğin bir zamanlar düşünsel olarak kendimi kaptırdığım Tolstoycu 'Hristiyan anarşizmi' bunlardan sadece biri. Ancak tüm bu devrimler ya da reformlar sonrası yazılan Hristiyanlık yorumları özden sapmadır. Hristiyanlığı, İskenderiye kütüphanesini yakarken görmek istememenin sebebi, üstün batı medeniyeti önyargısına zeval getirmemektir. Bir filozof, matematikçi ve astronom olan ve İskenderiye kütüphanesinde çalışan Hypatia'nın yaşam öyküsünü ne çabuk unuttunuz? Hristiyanlık, bilimin ışığını söndürmek için çok sert mücadeleler vermiştir. O mücadelelere bakılırsa eğer, bugünün köktendinci İslamı ile yarıştığını rahatlıkla görebilirsiniz. Ayrıca Hristiyanlığın bu biçimi ölmüş ya da tamamen ortadan kalkmış değil. Sadece kendisini göstermek için uygun anı bekliyor. İskenderiye kütüphanesindeki eşsiz eserler bağnaz İsa takipçileri tarafından yakılırken, rivayete göre  kadın filozofumuzun derisi Hristiyanlar tarafından canlı canlı yüzülmekteydi. Şu an trajedi tanrısının lir sesini duyabiliyor musunuz? Ben duyuyorum. Bu örnek çok uzak bir çağa mı ait? Öyleyse sizi günümüze taşıyalım. Kendi köşemde defalarca yazdığım İrlanda'daki anne ve çocuk evleri trajedisini tekrar hatırlayalım. Katolik kilisesinin İrlanda'da işlediği en büyük suçtan bahsediyorum. Anneleri tarafından katolik kilisesinin insafına terk edilmek zorunda kalan yoksul çocuklar, bakımsızlıktan ve kimsesizlikten acımasızca ölüme terk edilmiş. Amerikalı ailelere satılan çocukları saymıyorum bile. Galway yakınlarında çıkan toplu mezarlar, Hristiyanlığı tercih ettiğini söyleyen Dawkins'i bir şeylere ikna edebilir mi? Dawkins, burnunun ucundaki bu trajediyi göremeyecek kadar büyük beyaz adam ideolojisine meftun ve bu bilimin mucizevi çocuğu, yeni bir barbarlık çağını açacak ideolojik saldırıları tekrarlıyor. Cüretkâr ve faşist burjuvalar pandoranın kutusunu zorluyorlar. Kutu bir kez açılır ve dünya bir medeniyet savaşına sürüklenirse eğer, emperyalizm tıpkı hayranı oldukları o pislik denizinde yüzden Roma İmparatorluğu gibi çökecek. Çünkü İngiltere'ye, Türkiye'den gelen birisi, eğer Avrupa ideolojisi ile gözleri körelmediyse ve yoksulların semtlerine girecek kadar cesareti varsa görecek ki medeniyet diye yutturdukları bu sömürü ve haydutluk düzeni tıpkı Roma'da olduğu gibi içten içe çürüyor...

Calvary: İsa'nın çarmıha gerilmesinin temsili (heykel vs), calvary [bible]: İsa'nın çarmıha gerildiği tepe, büyük ızdırap. Kelimenin anlamı, her dilde olduğu gibi geniş ve kullanış amacına göre değişiyor. Dini, coğrafi ya da felsefi. 

Calvary, İrlandalı oyun yazarı John Michael McDonagh'ın beyaz perdeye aktardığı önemli filmlerden biri. Michael McDonagh, oyun yazarı ve film yapımcısı Martin McDonagh'ın ağabeyi. Hristiyanlığın bir toplumda nasıl derin yaralar açtığını ve arkası gelmeyen travmalara neden olduğunu basit temelde anlamak isteyenler için çok önemli bir film; ancak bazı şeyler izleyerek kavranılamaz. Kavrama ve anlama dediğimiz şeyi geliştirmek okuma ayrıcalığını bu düzende satın alabilenler için geçerli. Tabii onların da ideolojiden gözleri kamaşmadıysa. Bu ayrıcalığa sahip olanlara da Tolstoy'un 'Tanrı'nın Egemenliği İçinizdedir' kitabını öneriyorum. 

İnsanlık ardı ardına gelen trajedilerle titriyor, belki de böylesi bir ruh halinin etkisiyle kendimi bu aralar sürekli tek bir şarkıyı dinlerken yakalıyorum. Kashmir'in 'Melpomene' adlı çalışması belki bu yazıyı okurken sizlere de eşlik edebilir...

"Dudaklarımdan ince bir çizgiyle yüzüme doğru inerken kan; korku yerini sonsuz bir üşüme ve titreme krizine bırakıyor. Youghal'un uçsuz bucaksız sahilleri, tüm karanlığı ve cüretiyle gözlerimin önünde belirirken, alıştığım bu ürkütücü tabloya artık çocuksu bir korkuyla değil, İrlandalı cesaretiyle, kahraman bir direnişçinin gözleriyle bakıyorum. Adanın vahşi doğasını hesaba katmayan kibirli İngiltere kralının bataklığa saplanan ordusunun trajedisine, insanlığın zaferine tanıklık ediyorum. İşte tüm bu düşünceleri, bitmeyen yağmurlara, bir türlü doğmayan güneşe ve ilham perisi Melpomene'nin kanlı dudaklarımı büyük bir tutkuyla öpüyor olmasına borçluyum..."