Artık solun liberal tonlarına bile tahammüllerinin kalmadığı görünüyor. (...) Öyleyse işimizi yapacak, Türkiye’deki yoksul ve reklamlara boğularak aldatılmaya çalışılan insanımıza gerçeği anlatacağız.

Avrupa’dan demokrasi manzaraları: Filistin konferansı yasak, nükleer misilleme hazır

Bir Avrupa efsanesidir gidiyor. İnanılmaz derecedeki derinliğiyle hepimizi büyüleyen tablolar, okurken küçük dilimizi yuttuğumuz filozoflar vs. Geçtiğimiz hafta kaleme aldığım yazıya tam bu noktada önemli bir not düşmek isterim. Okuma pratiğimiz zayıfladıkça ve eğitim biraz daha piyasanın insafına bırakıldıkça insanlığın düşünsel beceri (buna dikkat eksikliği dahil) ve kabiliyetleri biraz daha kararıyor. Demek ki bir aydınlanma çağında değil, kesif bir karanlık çağdayız. Ve bu karanlığın kaynağı, aydınlığın kaynağı sandığımız Avrupa ve onun büyük koruyucusu Atlantik cephesi. Seveni ya da sevmeyeni bir yana, hedefimizi biraz daha belirginleştirelim ve estetiğin şevkine kapılmadan müphemliğin sis perdesini aralayalım. Kimle kavga ediyoruz? Reşat Nuri Güntekin’in eserlerinde tiksintiyle resmettiği yarı aydınlanmış adamla. O, “Ah! Övropa! Ah Övrapa! Orada işler böyle değil caaaanııımmm!” diyen ve hiçte azımsanmayacak sayıda olan, katiline meftunlar çetesiyle yüzyıllar süren bir kavga veriyoruz. Bu kavga aydınlanmayı, sosyalizmi, cumhuriyeti ve insanlığa dair şeylerin dışlanması değildir. Sadece şu önemli nokta atlanmamalı, ‘aydınlanma’ diye ifade edilen dönemin içinde emperyalizme çalışmış ve karanlığı örgütlemiş pek çok filozof görünümlü profesyonel zihin ve beden katili olduğu unutulmamalı.

Şimdi, bu perspektiften hareketle Avrupa’da gazetecilik yapmaya devam edenlere dair bir not düşelim. Baskıcı ve zorba yönetimden (ki bu gazeteciler için kimsenin tartışamayacağı bir gerçek) uzaklaşıp görece daha özgür bir ülkede gazetecilik mücadelesi vermeye çalışmak, insani bir refleks ve bu eylemi koruyan hukuk kuralları Avrupa’daki faşizmin gölgesinde bir bir yıkılıyor. Demek ki çanlar tüm insanlık için çalıyor. Bu çalan çanların bir gün kişisel konfor alanımızı sarsmayacağını düşünenlere diyecek bir şey yok; kolay gelsin.
Yurt dışına göç eden bu cefakâr gazetecilerimizin adeta bir bağımlılık ve bir tutkuya benzeyen bir konfor alanı var. Türkiye ve Erdoğan. Ülkelerinden çıkıp refah ve demokrasiye kavuşanların ‘güzel Almanya ya da Avrupa’ temalı pek çok haberine denk geldim. Hatta çıtayı biraz daha düşürürsek ‘Almanya’daki market fiyatları et, süt, yumurta fiyatlarını’ karşılaştıran haberlere tahammül etmek zorunda kaldık. Demek ki gazeteciler ülkelerindeki alışkanlıklarını koruyarak göç etmişler. Bu alışkanlık piyasa düzeni tarafından inşa edilmiş bir davranış biçimi ve gazeteci paranın kokusunu binlerce mil uzaktan alabilen bir ‘av hayvanıdır’.

Şimdi, bu yazı vesilesiyle okurlarıma kişisel bir rapor sunabilirim. Gazeteciler yaptıkları haber, röportaj ya da yazdıkları köşe yazılarıyla okurlarına seslenir ve ulaşır. Bazen bu işleri biraz daha anlaşılır kılabilmek için sorumlu oldukları okurlarına (toplumlarına) hesap vermelidir. soL Haber ile ilk bağlantıyı kurduğumda çalışmak ve yazmak istediğim alanlara dair bir çerçeve çizdim. Artık İrlanda’da yaşadığıma göre, İrlanda işçi sınıfının sorunlarını anlatan yazılar, haberler ve röportajlar yapacaktım. Bununla birlikte kişisel uzmanlık alanım olan ‘iletişim bilimleri’ hakkında da yazmak istediğimi söyledim ve kabul edildi. O günden bugüne bu çerçevenin dışına elimden geldiği kadarıyla çıkmamaya çalıştım. İrlanda’da konut krizi, siyasal krizler ve yaşam maliyeti krizini yazdım. Hem de sürekli İrlanda’nın ne kadar güzel bir ülke olduğu, dil okulları ve Avrupa merkezli Türkçe yayın yapan kanalların haber görünümlü reklamlarına rağmen, madalyonun gösterilmeyen yüzünü göstermeye çalıştık. Bir kişi olarak işten arta kalan zamanlarda soL Haber ekibiyle birlikte okurlar için elimizden geleni yaptık...

Yurt dışında yaşayan gazetecilere şu söz çok tatsız geliyor: “Oradan konuşmak kolay! Türkiye’ye akıl vermeyin” Eğer gazeteci salt haber yapmıyorsa bu çok haklı bir tepki. Evet, buradan 'Erdoğan diktası!' diye bağırmak kolay. Maalesef göç etmek zorunda kalan gazetecilerin aşağıda maddeler halinde sıralayacağım haberlerini okuyamıyoruz. Hem de sermaye kanallarının artık Avrupa’da muhabir istihdam etmediği bir zamanda. Böyle bir zamanda bu bilgilere daha çok ihtiyaç duyarken mahrum kalıyoruz.

  • Avrupa’nın herhangi bir ülkesinde (Almanya, İsviçre, Hollanda, İngiltere) işçi sınıfının yaşam koşulları nedir?
  • Avrupa gerçekten Türkiye’de pazarlandığı gibi zenginliğin taştığı bir refah diyarı mı, yoksa sömürünün bilimsel yöntemlerle profesyonelleştiği bir köle pazarı mı?
  • Üçüncü Dünya Savaşı’nın eşiğindeyken bu ülkeler savaşı ne kadar kışkırtmaktadır?
  • Ukrayna savaşı başlar başlamaz ortaya çıkan baskıcı eğilimlerin, göçmen Rus toplumu üzerindeki etkisi nedir?
  • İsrail’in soykırımına, bu Avrupa ülkeleri hangi yollardan ve nasıl destek vermektedir?

Gazeteciliğe dair bu soruları sonsuza dek uzatmak mümkün. Bu sorulara cevap arayan insanlar olduğunu biliyorum. Ancak popüler göçmenlerimizin ilgi alanlarına bir türlü bu sorular girmiyor. Almanya’da gerçekleşmesi planlanan Filistin konferansı korkunç baskılarla yaptırılmadı. Almanya, Türkiye’yi kıskanıyor diyebilir miyiz? İfade özgürlüğünün olmadığı bir ülkede anayasa var mıdır? Eski Yunanistan Maliye Bakanı Yanis Varoufakis1 ve Kârdan Önce İnsan hareketi (People Before Profit) Dublin Milletvekili Richard Boyd Barrett2 konferansa karşı estirilen terör yüzünden Filistin için düzenlenen bu konferansa katılamadılar ve planlanan konuşmalarını yapamadılar. Evet, göç eden gazetecilerimizin zahmet olmazsa konfor alanlarını terk edip, Avrupa’da artık vites atan bu ‘demokrasi karşıtı’ eylemleri yazmalarının zamanı gelmedi mi?

Türkiye’nin İsrail ile yaptığı ticarete haklı olarak ses yükseltiyor ve öfkeleniyoruz. Peki, demokratik Almanya ne durumda ve oraya göç etmiş gazeteciler neden bu havadisleri bize aktarmıyor? Türkiye’de yaşayan ve önemli bir yazı kaleme alan Yiğit Günay’dan takip edelim: “Fakat Stockholm Uluslararası Barış Araştırmaları Enstitüsü’nün (SIPRI) verilerine göre İsrail’e giden silah sistemlerinin yüzde 95’ini ABD ve Almanya sağlıyor. İki ülkede de yönetimler radikal derecede İsrail yanlısı, fakat kamuoyunda bu tutuma büyük tepki var”.3 

Gazeteci hâlâ gazeteci ise eğer, konfor alanlarında keyif çatmak bizim işimiz olamaz. Bazen biraz soluklanmak ve konfor aramak ayıp değil, eğer konfor alanına sığınılacaksa o kişinin artık başka bir mesleği yapması ne ayıp ne de utanılacak bir şeydir. Ancak mesleği sürdürüp, “Ah Avrupa, ne kadar demokratik, ne kadar özgür!” demeye devam ederse bu en hafif tabirle ayıp. Avrupa’da ince duvarlar bir bir yıkılıyor ve evet mevzu ifade özgürlüğüne kadar gelmiş durumda. Artık solun liberal tonlarına bile tahammüllerinin kalmadığı görünüyor. ‘Savaşı desteklemiyorsa, herkesi ezin geçin!’ mevzusuna kadar gelmiş durumdalar. Öyleyse işimizi yapacak ve Türkiye’de yaşayan yoksul ve reklamlara boğularak aldatılmaya çalışılan insanımıza gerçeği anlatacağız.

Tüm bunlardan elbette şöyle bir çıkarım yapılmamalı. Metin Cihan gibi gazeteciler gerçekten önemli haberler aktardı ve bunlar çok kıymetli. Tüm bu haberler yapılırken şu dengenin kaybolmasına izin vermemeliyiz: Türkiye, İsrail ile ticaret yaparken demokrasinin ve insan haklarının merkezi olan Avrupa’da toptan bunun karşısında yer alıyor. Evet, Avrupa’daki bazı ülkeler Filistin mücadelesine İslam coğrafyasındaki ülkelere göre daha fazla destek veriyormuş gibi görünebilir. Yine de İngiltere, Fransa ve Almanya gibi ülkelerin sonsuz ve sınırsız desteği olmasa İsrail bir soykırıma kalkışabilir miydi? Son İran saldırısında İsrail’i korumak için kim gururla tüm savaş makinesini seferber etti? Yazıyı tamamlarken İngiltere’den bir haber daha verelim. İşçi Partisi lideri Keir Starmer, iktidara gelmeleri durumunda silahlanma bütçesini arttıracaklarını ve İngiltere’nin nükleer caydırıcılığına önem verdiklerini söyledi. İngiltere’de bu nükleer caydırıcılığın adı ‘Trident Nükleer Silah Sistemi’. Özetle bu sistem, İngiltere’ye nükleer bir saldırı yapıldığında nasıl misilleme yapılacağına ilişkin prosedürleri belirliyor.4 Nükleer silahların ve topyekûn yıkımın konuşulduğu muhteşem demokrasi İngiltere’den siyaset manzaraları böyle. Starmer, tahmin ettiğimiz gibi iktidara gelmesi durumunda geçmişte olduğu gibi Tory’lere parmak ısırtır derecede agresif bir savaş kabinesi kurabilir. İşte, İşçi Partisi’nden dört başı mamur bir düzen partisi yaratan bu sihirli düzene demokrasi ve özgürlük diyoruz.