"SSCB'nin olmadığı bir dünyada, geçmişte faşizmle yaşanan yıkıcı savaşlar sonucunda inşa edilen uluslararası hukuk sözleşmelerinin sonuna geldik. Filistin'de yaşanan soykırım bunun en açık örneği."

Türkiye İsrail ile ticarete devam ederken İrlanda soykırım davasına müdahil oluyor

İrlanda muhalefeti dünya kamuoyunun sessizlikle geçiştirdiği büyük bir başarı elde etti. 27 Mart günü hükümet tarafından yayınlanan bildiride İrlanda, Güney Afrika'nın Uluslararası Adalet Divanı'nda açtığı soykırım davasına müdahil olacağını duyurdu. İrlanda Başbakan Yardımcısı (Tánaiste), Dışişleri Bakanı ve Savunma Bakanı Micheál Martin'in yayınladığı resmi bildiride şu ifadeler yer aldı: "Micheál Martin, Adalet Divanı'nda Güney Afrika'nın Soykırım Sözleşmesi kapsamında İsrail'e karşı açtığı davaya İrlanda'nın müdahil olacağını duyurdu... Başbakan Yardımcısı (Tánaiste), Güney Afrika ile yapılan müzakereler sonucunda Uluslararası Adalet Divanı Tüzüğü'nün 63. maddesi uyarınca bir müdahale bildirgesi üzerinde çalışmaya başlanılması talimatı verdi."1 Açıklamanın devamında hukuki kavram ve terimlerle İrlanda'nın davaya nasıl müdahil olacağı tüm detaylarıyla anlatılıyor. Bu uluslararası hukuki koruma çerçevesinin, II. Dünya Savaşı'ndan sonra oluşturulduğunu akıldan çıkarmamak gerekiyor. Metnin hukuki terimlerinde bunu görmek mümkün ama önce Micheál Martin'in kamuoyuna duyurduğu resmi bildirideki son cümleye bakalım. "Durum bundan daha dramatik olamazdı. Gazze nüfusunun yarısından fazlası kıtlıkla karşı karşıya ve nüfusun %100'ü (yani tamamı) gıdaya erişemiyor. BM Genel Sekreteri'nin Refah'a yaptığı ziyarette Gazze'ye girmek için bekleyen uzun kamyon kuyruklarının önünde söylediği gibi; 'Gazze'deki yaşamı kurtarmak için ihtiyaç duyulan her şeyi Gazze halkıyla buluşturmanın zamanı geldi. Karşı karşıya kaldığımız seçim çok açık: Ya bir insani dalga yaratacak ya da insanları açlığa terk edeceğiz'. Bugün onun sözlerini yineliyorum."

Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği'nin olmadığı bir dünyada, geçmişte faşizmle yaşanan yıkıcı savaşlar sonucunda inşa edilen uluslararası hukuk sözleşmelerinin sonuna geldik. Filistin'de yaşanan soykırım bunun en açık örneği. 

İrlanda hükümetini davaya müdahil olmaya iten süreç, sokakları dolduran onurlu İrlanda halkının tepkisi ve Cumhurbaşkanı Michael D Higgins'in muhalefetten gelen basıncı içeride başarıyla sürdürmesiydi. Higgins, AB'nin dünya savaşı lordu gibi ortalarda dolaşan temsilcisi Ursula von der Leyen'in İsrail'in eylemlerine ilişkin yaptığı açıklamalara verdiği sert tepkiyle İrlanda'nın şerefli tarihinde yeni sayfalar açılmasını sağladı. Olayların sıcaklığıyla tüm bunlar net bir biçimde görülmüyor ancak insanlık bir gün kutlu yolunda yürümeyi başarabilirse, tarih İrlanda'nın bu kritik günlerde attığı cesur adımları takdirle hatırlayacak ve gelecek nesillere aktaracaktır. Sosyalist geleneğin temsilcilerinden biri olan Michael D Higgins, sadece Von der Leyen'e çıkışmadı. Aynı konuşmada uluslararası hukukun korkunç bir hızla ilga edildiğine dikkat çekti. Cenevre Sözleşmesi'nin göstere göstere hiçe sayılması, acil durum çanlarının halatlarına tüm gücümüzle asılmamızın zamanının geldiğini gösteriyor.2 Aynı söyleşme, mültecilik haklarının korunmasını ve gözetilmesini sağlıyor. Ancak İngiltere'deki Tory faşizmi başta, küresel çaptaki kitlesel göçleri bahane ederek, 'mülteciliği' yeni anti-semitist nesneleri olarak çerçeveliyorlar. Yani özetle, SSCB'nin gözetiminde oluşturulan insani kuralların ilgasına güçlü ideolojik gerekçeler ürettiklerine tanıklık ediyoruz. Emperyalizm her zamanki gibi yoksul, eğitimsiz ve çaresiz bıraktığı kitlelerin kör cehaletine sarılıyor. Sosyalizmin olmadığı dünyada barbarlığa yani küresel bir savaşa doğru bu şekilde dev adımlar atılıyor. Afrikalı insanın bir işgal hareketine giriştiğini iddia ederek, göç karşısında siyah adama otomatik tüfeklerini doğrultuyor. Sol-liberalizmin aptalca ürettiği siyaseti bir sıçrama tahtasına dönüştürüp, işçi sınıfı muhalefetini söylem düzeyinde bastırıyor (soluk aldırmıyor). Kimse bu yoksul ama Afrikalı adama göre çok çok zengin olan ve refah şovanizmine boğulan kitleye büyük bir petrol tekeli olan 'Shell' firmasının Nijerya'da işlediği cinayetleri anlatmıyor. Bu cinayetlerin tek yönlü olduğunu sanıyorsanız, öyleyse kocaman bir aptalsınız. Shell, girdiği yerde temiz su bırakmıyor, göllerdeki balıklara varana kadar kirletiyor ve yok ediyor. Afrika'daki işbirlikçi hükümetlerle halka karşı terör estiriyor. Soru şu: Filistin halkının ya da Nijeryalıların böyle bir yaşam tablosu içerisinde göç etmemek gibi bir alternatifleri var mı? 'Eline silah alıp savaşsınlar' diyenleri duyar gibiyim. Peki, savaşanların diri diri yakıldıklarını ve acımasızca işkence edildiklerini biliyor muyuz? İnsanlar bir nevi işbirlikçi devletlerle ortaklaşan şirket tekellerinin yarattığı terörün mağduru oluyorlar. Bizim insanımız aynı terörün mağduru olmuyor mu? Erzincan İliç'te zehirli toprağın altında kaybolan yoksul işçi bedenleri neyin nesi? 

Bu yazının ulaşmak istediği zihinler, ırkçılıkla kirlenmiş zihinler değil. Onlar, annesinin tecavüzüne on yaşında tanık olmuş bir çocuğun eline silah alıp savaşmasını isteyecek kadar insanlıktan çıkmış durumdalar. Canlı yayında bir İsrail İHA'sı tarafından takip edilen Filistinli sivillerin nasıl öldürüldüğünü izlediniz mi? İşte SSCB'nin iyi veya kötü ayakta kalamamasının insanlığa kestiği faturanın sadece bir bölümü bunlar. En azından Filistinli çocuklara ve kadınlara 'kapımız sizlere ardına kadar açık ve bizim vatanımız, sizin vatanınız' diyebilecek erdeme kimse sahip değil. Öyle ya herkes göçten yaka silkiyor. Akın akın refaha ulaşmak için göç yoluna düşen insanımız bile aynı dertten mustarip. Göç ettiği ülkeden sesleniyor: 'Ülkemiz göçmenlerle dolduruldu!' diye haykırıyor. Bugün, Gazze'deki çocukların, kadınların ve hatta insan olarak bir türlü sayılamasalar da bekar, evli ya da genç erkeklerin göç yoluna düşmemek gibi bir seçenekleri yok. Herkesten eline silah almasını, kabiliyetli bir savaşçı misali, fırtına gibi oradan oraya koşmasını beklemek günümüz milliyetçiliğinin irrasyonel masallarından biri. Teknik olarak bir toplumda savaşacak insan kapasitesi bellidir. Bir insanı eğitim vermeden cepheye süremeyeceğinize göre, her türlü bombanın ve insanlık dışı katliamın yapıldığı bir cehennemde dış destek olmadan vatan savunması veremezsiniz. Efsaneleriyle değil, gerçekleriyle kendi tarihimize bakarsak eğer ülkemizin kurtuluşu SSCB'nin yaşamsal yardımlarına bağlı olmuştur.

Öyleyse Gazze ve giderek Refah'a doğru genişleyen soykırım çemberinden Filistin halkı kurtarılacaksa eğer, bu sadece Filistin halkının çabalarıyla mümkün değil. İrlanda, soykırım davasına müdahil olarak insanlık cephesindeki yerini aldı. Avrupa'da bu konuda cesur adım atması beklenen tek ülke de yine erdemli duruşuyla Güney Afrika'nın yanında konumlandı. İsrail'in ticari tehdidi gecikmedi ve İrlanda'nın muhalefet tarafından seslendirilen diplomatik ve ticari ilişkileri askıya alma çağrılarından zarar göreceği elçilik tarafından duyuruldu.3 İnsanlığa dair değerleri kanlı parayla ve ticaretle satın almaya alışmış bir canavarlık var karşımızda. Peki, miting meydanlarında mangalda kül bırakmayan ve sözde İslami dayanışmada birinci AKP (Erdoğan) rejimi ne yaptı? Gazeteci Metin Cihan'ın ortaya çıkardığı bilgilere bakarsak eğer çok sevdikleri kanlı para trafiğine ve ticarete devam ettiler. Metin Cihan, 'X'te yaptığı paylaşımda şunları not etti: "İsrail'e tüfek yedek parça ve aksamları gönderen şirketi öğrendim. TSK'ya da üretim yapan ORSAV (Ordu Savunma Sanayi AŞ) gönderiyor. Gazze'de katliam sürerken bile! Belgesi ektedir. Ak Parti'nin gözde firması. Alıcı firma Emtan ise aynı zamanda İsrail ordusunun silah üreticisi".4  

Geçen hafta kaleme aldığım yazıyı hatırlayacak olursak. Bir ülke şerefli tarihini devrimcilerine borçludur. Bizler Filistin'e giden devrimcilerin bize bıraktığı şanlı tarihi, haklı olarak ülkemizin tarih sayfalarına altın harflerle not ederiz. Aynı zamanda milliyetçiliğin ya da kökten dinciliğin bu tarihe kara bir leke çaldığını da çok iyi biliriz. Onlar kanlı ticaretlerine ve para kasalarına meftundurlar. Bizler, dün büyük kıtlık döneminde acılar içerisinde kıvranan İrlandalı yüzlere, bugün acılar içinde kurtuluşu bekleyen Filistinli yüzlere meftunuz...

Cork'a bağlı Midleton kasabasında tüylerden oluşan büyük bir anıt var. Bu tüylü anıt bize ne anlatmaktadır? Yokluk ve yoksulluk içindeki Kızılderili halkın büyük kıtlık döneminde İrlanda ulusuna uzattığı eli hatırlatır. Milliyetçiler ya da ırkçılar ne zırvalarsa zırvalasın, ezilen halklar bu emperyalist barbarlığın karşısında yan yana gelmek zorunda. Tarih bu dayanışmanın şanlı örnekleriyle dolu. Paskalya'da bu şanlı örneğin İrlanda'da yaşandığı bir dönem. İrlanda halkının Paskalya döneminde çifte bayram yaşadığını hatırlatarak bu yazıya son noktayı koyalım. Genel Posta İdaresini ele geçirip bağımsızlık ve Cumhuriyet bildirisini yayınlayan yiğit adamların adlarını tek tek analım. Böylece belki insanlığa unutmaya yüz tuttuğu umudu ve cesareti yeniden hatırlatabiliriz. Patrick Pearse, James Connolly, Tom Clarke, Seán Mac Diarmada, Joseph Plunkett, Éamonn Ceannt, Thomas MacDonagh İrlanda'da bağımsızlık ateşini yakan adını burada yazdığımız ya da yazamadığımız yiğit insanlara en içten saygıyla...