''Kapitalizmi aklamaya çalışıyorlar, suçu başka şeylere atmaya çalışıyorlar ama kapitalizmi bilmiyorlar. Reform istiyorlar ama neyin reforma tabi tutulacağını bilmiyorlar.''

Üfürükbilimin Sonu II – Martin Wolf’un kutsal cehaleti (Son)

Wolf ve cehaletiyle devam edelim. Türdeşleri arasında düşünsel ve yöntemsel olarak en arka sıralarda olan Wolf’u ve aslında okuması bir kabir azabı olan kitabını neden seçtik; biraz anlatalım. Burjuvazinin en kaypak en fırsatçı ideolojisi olarak liberalizm, burjuvazinin diğer sığ söylemlerine nazaran erken uyarı görevini ifa etme anlamında daha gelişkindir. Bu gelişkinlik bir tür refleksif içgüdüden kaynaklanır (buradaki refleksif içgüdü Keynes’in kapitalist yatırımcıya atfettiği hayvani içgüdüye çok benzer), gelişkinlik tam da kuramsal ve tarihsel gerilikten kaynaklanır. Kısacası cehalet bu tür bir içgüdü yaratır. 

Buna bir örnek vereyim daha iyi açıklamak için. Nesli tükenen rafine burjuva politikacılarından biridir Winston Churchill, tam bir refleksif içgüdü erbabıdır. Anılarını ciltlerce yazdı, okuduğunuzda göreceksiniz; kuramsal ve tarihsel olarak yazdıklarının bir değeri yoktur. Ancak erken uyarı görevi gören içgüdüsel tespitleri oldukça yerindedir. Sanki İngiliz emperyalist burjuvazisinin uzun vadeli çıkarları için gelmekte olan tehlikeyi erkenden gören bir radar gibiydi. 1919 ile 1923 arasında İngiliz hariciyesine ve istihbaratına Rusya’da Bolşevik Devrim’in bastırılması için çokça baskı yapmıştır, ancak savaştan yeni çıkmış yaralı İngiliz emperyalizminin kapsamlı ve nefes aldırmayacak bir müdahaleye mecali yoktu. Koyu bir anti-Bolşevik olan Churchill 1933’den sonra şaşırtıcı bir biçimde İngiltere ile SSCB ittifakını savunan bir hatta savrulmuştu, ve İngiliz hükümetinin Nazileri yatıştırma politikasını lanetlemişti sürekli. Neden? Çünkü bahsi geçen türden bir içgüdüye sahip olarak Nazi saldırganlığının sadece Doğu Avrupa ile sınırlı kalmayacağını erken bir dönemde hissetmişti. Bahsettiğimiz içgüdü tam olarak böyle bir şeydir işte. Hemen ekleyelim, bu türden bir içgüdü düşünsel derinliğe değil ama dşünsel cehalete işaret eder. 

Wolf’a geri dönelim. Wolf ikinci bölümde özellikle gelişmiş kapitalist ülkelerde demokratik kapitalizmi krize iten etmenleri ele almaktadır. Yine aynı belirmeyle başlar tiradına. Demokratik kapitalizmin sırrı ekonomik alan ile siyasi alan arasındaki hassas dengenin korunmasına bağlıymış. Eğer birinde bozulma var ise diğerini de araftan cehenneme doğru sürüklermiş. Bunu engelleyecek en önemli etmen ise orta sınıf imiş. Bu “orta sınıf” kavramını hiç ama hiç sevmediğimi daha önce belirtmiştim. Wolf türünden liberaller için orta sınıf aslında gelişmiş kapitalist ülkelerdeki işçi sınıfı. Böylece işçi sınıfına ortada bir yer vererek en aşağıda olmadığını da ima etmiş oluyorlar. Peki en aşağıda kim var? Kapitalist bir toplumsal yapıyı asansörle çıkılıp inilebilecek çok katlı bir bina gibi algılamak akıl kırıcı bir yanılsamadır. Ortada isen bu iyi bir şey çünkü en altta değilsin ve en üste yakınsın; ne güzel değil mi? Alıklıktır efendim, ciddiye almayın. 

Wolf orta sınıfların artık kendilerini güvende hissetmediklerini ve statü kaybı ve ekonomik güvenlik endişeleri yaşadıklarını vurguluyor. İşte bu kaygılardır ki onları popülist anti-demokratik mecralara sürüklüyor. Peki onları bu duruma iten ne? Wolf, 2008-12 küresel kriziyle COVID salgınını sorumlu görüyor; iyi giden işi berbat eden bunlar. İyi mi gidiyordu sahiden? 2008’den önce bile gelişmiş kapitalist ülkelerde tüm bölüşüm göstergeleri çalışanlar aleyhine işlemiyor muydu? Liberal başka bir refleks birden ortaya çıkıyor Wolf’un canhıraş suçlamalarında; sistemin iyi işlediğini ama yol kazalarının söz konusu olduğunu iddia etmek geleneksel bir apolojiye dönüşmüştür Wolf gibileri için. Fukuyama’dan Acemoğlu’na kadar hepsi aynı teraneyi işler dururlar yıllardır; sistem iyi ama kaderi kötü işte. Wolf burada esas kaybedenin (ve popülist anti-demokratizme asıl meyledenin) beyaz, erkek ve az eğitimli işgücü olduğunu teşhis ediyor. Bu kesim hem kadınlardan hem göçmenlerden gelen tehdidi en çok hisseden kesimmiş efendim. Geldik mi yine kadın ve göçmene? Bu sözde liberaller ön kapıda güya kadınlar ve göçmenler için eşit anayasal statü ve haklar ilkesinden taviz vermez gibi görünürler; ancak arka kapıdan her türlü ayrımcılığı içeri alırlar. Demek ki suçlu hadlerini bilmeyen ve giderek erkeklerin işlerine göz diken kadınlar ve göçmenlermiş. Peki ya sermaye? 

Öyle ya Wolf’un pek eleştirdiği tüm öznelerin arkasında bu zavallı beyaz işçi sınıfından önce sermaye var ama. Trump başkan olmadan önce ABD’nin en büyük oligarklarından bir idi, Cumhuriyetçi Parti’nin en büyük bağışçıları ABD menşeli küresel şirketler, Boris Johnson’ı başbakan yapan İngiliz emperyalist sermayesi. Çin’i bir tür küresel fabrikaya çeviren de yine içinde bolca Amerikan ve İngiliz rengi olan küresel sermaye. Keza Rusya’daki oligarşik kapitalizmi yaratan da yine küresel sermaye. Wolf bunları bilmiyor mu? Bilmez olur mu? 

Hassas dengenin bozulmasındaki ve beyaz fakat eğitimli olmayan işçi sınıfını sağ- (ve sol-, bunu da Wolf ekliyor) popülizme iten en temel unsur gelir dağılımındaki muazzam bozulma imiş. Ayrıca özellikle gelişmiş kapitalist ülkelerde diğer bir sorun da tersine sanayileşme (“deindustrialization”) imiş. Bu ülkelerde sanayinin hem istihdamdaki hem de katma değer içindeki payı düşüyormuş (bunun hemen arakasından başka bir sinfobik Çin suçlaması gelecek, hazırlıklı olun). Wolf ve türdeşlerinin bayağı iktisadi bakış açısı olaylara anlam vermeyi imkansız kılıyor. Bir yerde diyor ki tüm gelişmiş kapitalist ülkelerde emek verimliliği düşüyormuş. Emek verimliliğinin artmaması veya düşmesi ise bölüşümü bir sıfır toplam oyuna çevirmekteymiş. Kısacası emek verimliği artmaz iken birileri kaybeder birileri ise kazanırmış. Külliyen yalan; kapitalizmin tarihi boyunca emek verimliliği artarken işçi sınıfının kütlesel kazanım yaşadığı tek dönem Keynesyen refah dönemidir, sistemin geri kalan tarihinde işçi sınıfı ekseriyetle emek verimliliği artış gösterirken bile kaybetmiştir. Sıradan liberalin savunduğu sistemin tarihi konusundaki cehaletini bir kere daha not edelim. 

Emek verimliliği düşerken hizmet sektörünün ağırlığı artıyormuş (ki hizmet sektörü genel olarak emek verimliliğinin çok da yükselemeyeceği, kendi başına yenilik yaratmaya çok da meyilli olmayan bir sektör olarak kabul edilir). Böylece özellikle gelişmiş ekonomilerde yavaşlama eğilimi baş gösterirmiş. Buna bir de gelir dağılımındaki bozulmayı eklenince ense iyice kararmış. Wolf gerçekten kapitalizmin yapısal ve birikimsel dinamiklerinden haberdar mı? Bu anlattıklarını Marksistler çok uzun zaman önce haber vermişlerdi. Wolf için şaşırtıcı olan bizim için değil, olması gereken zaten bu idi söz konusu kapitalizm ise. 

Ayrıca yüksek finansallaşma borçlanma sarmalına dikkat çekmekte. Başka pek çok şeyle birlikte ekonomik bozulmanın, ve dolayısıyla demokratik aşınmanın tetikleyicilerinden birsiymiş. Gerçekten anlamak mümkün değil, daha 2004’de küreselleşmeye övgüler diziyordu, şimdi küreselleşmenin en asli boyutlarından bir olan finansallaşmayı bir tür hastalık olarak görüyor. Doğru bir hastalıktır, ancak Wolf’un ima ettiği gibi kendi başına, kendine has bir alanı olan, sistemin kendisinden bağımsız bir hastalık değildir. 

Tam da bu noktada finansallaşma denilen olgu ile ilgili birkaç değinmede bulunalım. Ne yazık ki muhalif bazı iktisatçıların da dahil olduğu bir grup araştırmacı finansallaşmayı kendi başına bağımsız bir süreç gibi algılamaktadır. Dahası bu cenaha göre finansallaşma reel üretimi kötü etkilemekte ve pek çok dengeyi de altüst etmektedir. Bu hastalığın ortaya çıkışının temel nedeni ise finansal serbestleştirme ve kontrolsüzleştirmedir. Kısacası kapitalist üretimin kendisinden değil de politika düzeyinden ve tercihlerden kaynaklanan bir hastalıktır. Çok büyük bir yanılgı olduğu ortadadır. Finansallaşma sermayenin genelleşmiş krizine verilen zorunlu bir cevaptır, kısacası kesilip atıldığında sistemin rahatlamasını beklemek büyük bir gaflettir. Sermaye krize girdiğinde akışkanlaşır kaçınılmaz olarak, dolayısıyla para formunda kalmak için yüksek bir istek ve iştah duyar (ilginç, bu cenahın yıllardır çözemediği gizemi Marx, Kapital III’de kısa bir paragrafta açıklamıştır oysa). Bu akışkan durumda ise yapısal olarak para sermaye dışındaki sermaye formlarını değersizleştirici, aşındırıcı bir işlev yüklenir. Kapitalizmin genelleşmiş krizinin aşılabilmesi için sermaye unsurlarının hızla değersizleşmesi ve oyunun yeninden kurulması gerekliliği bir kuraldır. Eskiden küresel topyekûn savaşlar bu işlevi yerine getirirdi, şimdi finansallaşma bu işlevi yüklenmiş durumdadır. Neticede finansallaşmanın kendisi bir kriz değildir, finansallaşma kapitalizmin krizinin semptomudur. 

Wolf ilginç bir şekilde modern kapitalizmdeki pek çok ekonomik sorunu teşhis etmiş ve bunların ekonomik alan ile demokratik alan arasındaki hassas dengeyi bozduğunu belirtmiştir. Sonuçları tespit etmiştir, ama doğrusu bu çok da takdir edilecek bir adım değildir. Çünkü göstergeler artık bu sorunları ayan beyan göstermektedir, görememek için kör olmak gerekir herhalde. Ancak bu sorunların kökenleri ile ilgili temel unsurları tespit edememiştir; ki bir burjuva iktisatçısının bunu yapabilmesini zaten beklemiyoruz. Ona göre hatalı politikalar, düzensizleştirmeler, COVİD ve hatta ayın çekim gücü bile suçludur; ancak tüm bu sorunların kaynağı olan sistemin çürüme dinamikleri sanık sandalyesine bile gelememiştir. Wolf’un Dunning-Kruger sendromu bu türden bir tespite izin vermemektedir. O temel sorunun gerçek kapitalizmin onun ve diğerlerinin idealize ettikleri kapitalizmden sapması olduğunu düşünmektedir; tıpkı diğerleri gibi. Sorun şu ki onların kafalarında idealize ettikleri kapitalizm olanaksızdır. Onlar sürtünmesiz bir düzlemde bir kere ilk itkiyi alan topun sonsuza kadar sorunsuz bir şekilde gideceğini beklemekteler, ancak top çoktan çukura düşmüştür. 

Wolf politikacıları, beklentilerini rasyonel bir şekilde ayarlayamayan orta sınıfı ve hatta şirketleri suçluyor ancak genel olarak sermayeye ve onun sistemine hiç sıra gelmiyor. Örneğin şirketleri üretkenlik, verimlilik gibi reel performans kriterleri yerine hisse değerini önemsemekle suçluyor. Başka ne olmasını beliyordu acaba? Bunu biri ya da ikisi yapsaydı bunun sıra dışı, dönemin baskın rasyonalitesine aykırı bir davranış olduğu iddiasını kabul edebilirdik. Ancak tüm gelişkin şirketler aynı şeyi yapıyorsa bu artık suç değildir, bir eğilimdir. Peki bu eğilim nereden kaynaklanıyor? Bu soru Wolf’u aşmaktadır. Bildiği, ezberlediği iktisat bunu cevaplamaya yetmez. Şirketlerin hepsi vergi sisteminde delikler açıklar arıyorlarmış, vergi cennetlerine sermaye kaçırıyorlarmış; neden aramasınlar ve neden kaçırmasınlar? Sermayenin mantığı vardır, ahlakı yoktur. Wolf’un buna şaşırmasına da biz şaşırıyoruz. 

Ekonomik musibetlerden siyasal melanetlere geçiyor Wolf. İlk durak popülizm belası. Tam da bu noktada popülizm kavramıyla ilgili bir sıkıntıyı dile getireyim. Bir kere daha vurgulayalım; bir kavram pek çok şeyi anlatıyorsa hiçbir şeyi anlatmıyordur. Popülizmin yaygın kullanımı sanki böyle bir kavrammış imajı çizmektedir. Okey istekasındaki joker gibi, her boşluğu dolduruyor. Yeni liberal popülizm, sol popülizm, sağ popülizm, otoriter popülizm, bürokratik popülizm; kısacası bildiğimiz anlamda siyasal mevzilenme göstergeleri artık kendi başlarına sanki bir şey ifade etmiyorlar da popülizm kavramına sıfat oluyorlar şimdilerde.

Wolf iki tür kapitalizmin, demokratik kapitalizmi tehdit ettiğini belirtiyor: demagojik otoriter kapitalizm ve bürokratik otoriter kapitalizm. Her ikisinin de gelişmiş liberal demokrasilere yönelik tehdit içerdiğini eklemeyi de unutmuyor; birincisi içeriden tehdit, ikincisi ise dışarıdan tehdit ediyor. Birincisi Türkiye’yi, Macaristan’ı Rusya’yı, Polonya’yı, Hindistan’ı ve Bolsonaro’nun Brezilya’sını kapsarken ikincisi Çin ve Vietnam gibi tek parti diktatörlüklerini kasıyor. Wolf sonra hem bunların hem de gelişmiş kapitalist ülkelerde Trump, Johnson, Le Pen türünden popülist liderlerin demokrasiye nasıl zarar verdiklerini anlatıyor uzun uzun. Biz mi anlamıyoruz, Wolf mu bizim gördüğümüzden farklı bir şey görüyor? Bu örneklerde verilen liderler ve siyasi hareketlerin büyük bir bölümü seçimle işbaşına geldiler. Dolayısıyla oyunun kuralına uydular. Peki sorun ne? Sahi aslan yeleli sincap bakışlı Trump’ı, boş boş bakan “liberal” Biden’dan farklı kılan ne?  Orban ile Merkel nerede farklılaştı? Her ikisi de kapitalizme iman etmiş sağcılar; nereleri farklı? Demokratik kapitalizmdeki aşınma kötü niyetli politikacıların toplumun sorunlarını sömürmesinden değil, kapitalist sermaye birikiminin yarattığı toplumsal hasardan kaynaklanıyor. Wolf’un kabul edemeyeceği gerçek bu işte. Sürekli kıvırıyor ve kıvırdıkça üfürüyor; tıpkı diğerleri gibi. 

Son bölümde hem ekonomik alan hem de demokratik alana yönelik restorasyon önerilerini sıralıyor. Bu önerilerin her biri aslında sorunun kökenini anlamadığını gösteriyor. Sorunun gerçek kökeni ile ilgili mutlak, ezici bir cehalet içinde çünkü.  O kadar korkak ki (her liberal gibi) önerilerinin bir reform niteliği taşıdığını, katiyen bir devrim gibi algılanmaması gerektiğini vurguluyor; hem de birkaç kere. Kapitalizmden gayrısı yok diyerek ütopizm yıkıcıdır diyor. Öyleyse elimizdekini iyileştirmeye bakmalıymışız. Önerilerin detayına girmeyeceğim çünkü bütünüyle saçma sapan şeyler. Örneğin Roosevelt döneminin “Yeni anlaşma”sından hareketle yeni “Yeni Anlaşma” talep ediyor. Daha bir sürü şey talep ediyor; ancak modern kapitalizmin onun istediklerini verebilecek kapasitesi yok. Wolf anlamıyor; kapitalizmin sorunları siyasal tercihlerden kaynaklanmıyor, sorunları sistemik, yani derinlerden geliyor. Artık kapitalizmi reforma tabi tutmak mümkün değil. Dolayısıyla Wolf olmayacak duaya amin diyor. 

Wolf bir örnek aslında, onun gibi çok var. Hem medyatikler hem de etkili. Üstelik geniş kitlelere hitap ediyorlar. Daha da önemlisi sermaye ile düşünce dünyasının kesişim noktasında yer tutuyorlar ve en azından belirli bir kesim sermayenin sözcülüğünü yapıyorlar. Ancak ne yazık ki cahiller ve cehaletlerini bilmiyorlar. Kapitalizmi aklamaya çalışıyorlar, suçu başka şeylere atmaya çalışıyorlar ama kapitalizmi bilmiyorlar. Reform istiyorlar ama neyin reforma tabi tutulacağını bilmiyorlar. Demokrasi istiyorlar ama siyasal alanı bilmiyorlar. Kısacası yüzlerine limon suyu sürülünce her türlü kötülükten ve melanetten arındıklarını sanıyorlar. Bilmiyorlar, üfürüyorlar.