Yeni bir Cumhuriyet için burjuvaziden ve düzeninden kurtulmamız şarttır. Yaşasın Cumhuriyet!

Cumhuriyet’in kısa yüzyılı

100 yıl neden önemlidir? Neden toplumlar tarihsel ve toplumsal muhasebatı 100 yılda bir yaparlar? Neden 100 yılın sonunda, başta vaat edilenler başarılmış mıdır diye bakarlar? Neden 100 yılın sonunda başta neredeydik, şimdi neredeyiz diye sorgularlar? 100 yıl, yolu sonlandırmak, ve her şeyi başarmak için yeterli midir? Gerçekten nedir 100 yılın gizemi?

Kullandığımız Gregoryen takvimin bir azizliği olabilir mi? Malum bu takvim tarihsel zamanı yüzyıllara bölmeyi teşvik eder gibidir. Tarih biliminin kendisi olabilir mi? Sakar ve vulgar tarihçiler, ve genel olarak biz tarih okuyucuları zamanı yüzyıllara bölerek algılamayı tercih ederiz. Uzak bir tarihsel andan bu yana geçen tarihsel zamanı yüzyıllarla ifade ederiz. Bu mudur neden? Gregoryen takvimi bir darbede Jülyen takvimin yerine geçiren Papa XIII. Gregorius’un oyununa mı geldik? İnsan ömrünün, uzasa da ulaşmayacağı kritik bir eşik midir 100 yıl? Dolayısıyla 100 yıl önce başlamış ya da başlatılmış bir sürecin, bir olayın doğal sonuçlarını görebilmek için en iyi aralık yüz yıl mıdır? Bilinmez.

Nicel bir tarihsel gösterge neden bu kadar önemlidir? Ancak itirazlar vardır. Örneğin şimdi aramızdan göçmüş büyük sosyal bilimci Giovanni Arrighi kapitalizmi temel referans alarak, daha doğrusu insanlığın kapitalist tahakküm ile tanışması ve onunla birlikte yaşamaya devam etmesinin tarihsel zamanını esas alarak Uzun Yirminci Yüzyıl diye adlandırmıştı içinde yaşadığımız zamanları.1 Gerçekten tarihsel ve niteliksel olarak bir yüzyıl, 100 yıldan uzun olabilir miydi?

Arrighi’ninki itirazlardan biriydi, diğeri ise büyük Marksist tarihçi Eric Hobsbawm’dan gelmişti. Ona göre ise 20. Yüzyıl bir takvim yüzyılından daha kısaydı. Hobsbawm 20. Yüzyıl’ın I. Dünya Savaşı ile başladığını ve Sovyet Sosyalizminin ihanetle içeriden çökertilmesiyle bittiğini varsaydı. Bu nedenle Kısa 20. Yüzyıl diye adlandırdı bir 100 yıldan kısa olan yüzyılı. Arrighi kapitalizmi nirengi noktası olarak aldı ve Sosyalizmi önemsemedi. Aslında Marksizmden çokça etkilenmişti, ancak Sovyet Sosyalizminden pek etkilenmemişti. Oysa Hobsbawm için insanlık tarihindeki en önemli olaylardan birisiydi. Ona göre 20. Yüzyıl sosyalizmin yüzyılıydı. O bittiğinde bitmişti.

Kısa 20. Yüzyıl’ın girişinde Hobsbawm bazı önemli şahsiyetlerin Kısa 20. Yüzyıl ile ilgili görüşlerini aktarır. Bu görüşler önemlidir çünkü alıntılanan sözlere sahip önemli şahsiyetler ömürlerinin büyük bir bölümünü Kısa 20. Yüzyıl’da geçirmiş ve pek çok şeye tanıklık etmiş kimselerdir. Ancak bana göre bu kısa yüzyıl ile ilgili en çarpıcı betimleme büyük müzisyen Yehudi Menuhin’e aittir:

“Yirminci yüzyılı özetlemek gerekirse, insanlığın o zamana kadar idrak ettiği en büyük umutları canlandırdığı ve bütün hayalleri ve idealleri yıktığını söyleyebiliriz.”2

Menuhin Kısa 20. Yüzyıl’ın hem en büyük umutların hem de en büyük hayal kırıklıklarının yüzyılı olduğunu söylemiş; onun için umudun ve hayal kırklıklarının nelere denk düştükleri bilmek zor ancak gerçekten Kısa 20. Yüzyıl hem büyük patlamaların hem de büyük çöküşlerin yüzyılıdır. Umut ve özgüvenle başlamış, melankoli ve çaresizlikle bitmiştir.

Lafın özü, eğer niteliksel dönüşümleri, kopuşları, kuruluşları ve çöküşleri dikkate alırsak gerçekten bir yüzyıl takvim hesabıyla 100 yıldan kısa veya uzun olabilir. Biz 20. Yüzyıl’ın niteliğiyle ilgili olarak tercihimizi Arrighi yerine, Hobsbawm’dan yana kullanacağız. Evet, 20. Yüzyıl kapitalizmin uzun şekilsiz, çarpık çurpuk manzumesi değil Sosyalizmin ve diğer ilerici adımların (örneğin bizim Cumhuriyetimizin) kısa fakat görkemli şiiridir.

Peki bizim Cumhuriyetimiz? Şu anda tam 100 yıl geçti üzerinden. Onun yüzyılı henüz sürmekte olan ve geleceğe uzanan uzun bir yüzyıl mıdır? Yoksa, onun yüzyılı yakıtını çoktan tüketmiş ve nihayete ermiş midir? Biz onayımızı ikincisinden yana kullanacağız, Türkiye’de burjuva cumhuriyetin kısa yüzyılı bitmiştir. Üstelik bu bitiş çoktandır gerçekleşmiş durumdadır. Burjuva cumhuriyeti post mortem durumundadır.

Peki ama nasıl, hangi umutlarla başlamıştı?  Doğrusu çok olumsuz şartlarda başlamıştı. Cumhuriyete bakiye olarak kalan topraklar imparatorluğun en geri kalmış, en naçar, en bakir topraklarıydı. Nüfusun büyük bir bölümü okuma yazma bilmez halde, koyu bir taassubun ve cehaletin içinde debelenip durmaktaydı. Ulaştırma altyapısı, eğer bölge küresel kapitalizme ticaret kanlıyla eklemlenmediyse, yoktu. Küresel kapitalizme eklemlenmiş bölgeler (Ege, İç Batı Anadolu) bile Savaş ve Devrim koşularında çökmeye yüz tutmuşlardı. Ekonomik ve yaşamsal temel girdilerin üretimi yok denecek düzeydeydi. İstanbul, Marmara hattı ve Bursa’daki birkaç sanayi kuruluşu dışında ortada bir şey yoktu. Yetişmiş işgücü yoktu, çoğunluğu Ermeniler ve Rumlardan oluşan nitelikli işgücü ise göçüp gitmişti.

Aslında durumun vahametini Cumhuriyeti kuran kadroların deneyimledikleri sefaletten bile anlamak mümkündü. Kurtuluş ve Kuruluş için o vakitler çirkin bir bozkır kasabasından hallice Ankara’yı mesken tutan Kurtuluşçuların kalacağı doğru dürüst bir otel ya da han bile yoktu. İlk mecliste mebusların bir kısmı oturumlar süresince ayakta dikilmek durumundaydı. Cumhuriyeti kuruyorlardı anca kurulup oturacakları bir yer bile yoktu. Hem acıklı hem de görkemlidir; kabul etmek gerekir. Sovyetlerin askeri ve parasal yardımı hariç kimsenin Ankara’daki devrimcileri umursadığı yoktu. Ankara’da toplanan devrimcilerin 1919 ile 1923 arasında yaşadıkları kocaman bir yalnızlıktı. Hikaye bu kadar çok ”yok”la başlamıştı işte.

Mustafa Kemal Samsun’dan Amasya’ya, oradan Sivas’a, sonra Erzurum’a ve nihayetinde Ankara’ya gelirken yolda ne gördü acaba? Yol boyu sefalet ve yoksunluk, terk edilmişlik. Kıraç, gri, verimsiz bir satıh; çatlamış topraklar ve umudunu kaybetmiş suretler. Ancak devrim umut işidir, devrimci ise çocuksu bir inanca sahiptir. 29 Ekim’i 30 Ekime bağlayan gece yasalaşan taslağı birkaç gün önce dar bir kadroyla kaleme aldığını belirtir Nutuk’ta. Neye güvendi, ne umdu bilinmez ama o ve Kurtuluşçular bu bakir, gri verimsiz topraktan ve umudunu kaybetmiş bu halktan bir Devrim ve dahi bir Cumhuriyet çıkardılar. En azından bu inadı saygıyla anmak gerekir.

Evet bir burjuva devimi idi; evet, aynı klasmandaki ve nerdeyse aynı zaman diliminde gerçekleştirilmiş burjuva devrimlerine göre daha mütevazi amaçlara ve daha mütevazi bir programa sahipti. Evet, toplumsal dönüşümü sermayenin uzun vadeli vizyonuna göre şekillendirmek gibi bir amaca sahipti. Ama bir devrimdi. 100 yıl sonra bugün, bu büyük vizyon, bu büyük inat her türden gericinin saldırısı altında, Kuruluşu ve Kurtuluşu “olmasaydılar da olurduk” türünden bir tür hafıza silme operasyonunun hedefi haline getirenler bu yoksul emekçi halka yapılabilecek en büyük kötülüğü yapmaya çalışmaktalar; bir halka yapılacak en büyük kötülük elinden Devrimini almaktır. Doğru, bir burjuva devrimiydi; ancak Kurtuluşu İzmir’den Polatlı’ya kadar ricat ettiren, sonra da onu bir Kuruluş haline getirerek Polatlı’dan tekrar İzmir’e taşıyan savaşlar silsilesinde dağ yamaçlarında, mevzilerde, siperlerde, mitralyöz ateşinde, düşman kurşunu altında ölenler bu yoksul emekçi halkın çocuklarıydılar. Unutmamak ve unutturmamak gerekiyor.

Cumhuriyetin kısa yüzyılına baktığında sadece devlet eliyle zenginleşmiş soysuz burjuvaları, koca bir ülkenin emperyalizme peş keş çekilişini, her türden gericileşme ve yozlaştırma teşebbüsünü, çözülememiş etnik ve dinsel sorunları görenler, dolayısıyla ortaya çıkanın daha baştan başarısız bir hikaye olduğuna inananlar, Cumhuriyet’in erdemlerini ve bu erdemlerin yaratılabilmesi için harcanmış emeği gözden kaçırmaktalar. İşte bu çabalardır ki bugün, kadavraya dönüşen burjuva cumhuriyetine rağmen, Cumhuriyetçi güdüyü, devrimin ilk günlerine has saf bir halkçılıkla birlikte ayakta tutabilmişlerdir. Bunlar sosyalist bir geleceğe giden yolu kısaltmaktadırlar. Burjuva cumhuriyet ölmüştür ancak Cumhuriyetçilik yaşamaktadır.

Hangi çabalar mı?

“Türkiye’de işletmelerde çalışmaya başlayan köylülerden işçi sınıfı oluşumunda Sümerbank’ın çok öncü ve önemli rolü vardır. Birçok yerde bir farikadan koca bir şehir doğmuştur. Yörede okullar kurmuş ya da kurulmasına destek olmuş, halkın ihtiyacı olan gazyağı, şeker, yağ gibi zorunlu ihtiyaç maddelerini de düşük fiyatlarla temin etmiş, halk ilk tiyatro va da konserle Sümerbank sayesinde tanışmıştır…Hatta, birçok yerde fabrika enerji sisteminden halka elektrik verilmeye başlanmıştır. İlk kütüphaneler, hastaneler Sümerbank işletmelerinin desteği ve önderliğinde kurulmuştur…Yapılan park ve bahçelerle bölgeler bambaşka bir görüntüye kavuşmuşlar, Sümer mahalleleri, Sümerbank lokalleri, misafirhaneler aileleri bir araya getrmiş, düğün törenlerinin yapıldığı mekanlar olmuş ve bambaşka bir sosyal yaşam başlamıştır. Bazı Sümerbank fabrikalarının soğutma havuzları yazın halka açılarak yüzme havuzu olarak kullanılmıştır. Fabrikalarda güzel kreşlerde işçi çocuklarına gayet güzel bakılırdı.”3

İşçi sınıfının oluşumu, fabrikalaşma ve kentleşme, eğitim hamlesi, yoksul halka ucuz zorunlu emtia temini, kültürel ve mimari modernizasyon, aydınlanma, sağlık hizmetinin genelleşmesi, kamusal bir yurttaş kültürünün oluşumu; yukarıdaki anlatıdaki bu unsurlar aslında Cumhuriyet’in erdemleridir. Burjuva cumhuriyete baktığınızda utanmaz arlanmaz zenginlerin, faşist askeri darbelerin, ülkeyi bilinçli bir şekilde gericileştiren sağcı-gerici politikacıların, tarikatların fink attığı bir zaman dilimini görebilirsiniz; ama yukarıdakileri de görebilirsiniz. Aslında aynı bünye içinde birbiriyle çarpışan iki dinamik barındırmaktaydı burjuva cumhuriyeti; bir tarafta burjuvazinin birikim açlığı, diğer tarafta ise Cumhuriyeti kuran kadrolardan miras Halkçı nahif bir Cumhuriyetçilik. Birincisi Cumhuriyetin bir tam 100 yıl yaşamasını engelledi; ikincisi ise burjuva cumhuriyetin fiziksel ölümüne rağmen Cumhuriyetçi damarı canlı tuttu. Birincisinin öldürürken ikincisinin canlı tutmaya çalıştığı şey neydi ki?

“Sümerbank Kayseri Bez fabrikası, Cumhuriyet’in ilanı sonrası Devlet tarafından kurulan ilk sanayi yatırımıdır. Birinci Beş Yıllık Sanayileşme Planı (1930) kapsamında Sovyetler Birliği’nden alınan 8,5 Milyon Türk Liralık krediyle kurulmuştur. Temelleri 29 Mayıs 1934’de dönemin Başbakanı İsmet İnönü tarafından atılmış ve inşası 16,5 ayda tamamlanarak 16 Eylül 1935’de hizmete açılmıştır. Mimarı Ivan Nikolaev önderliğinde, Sovyetler Birliği tarafından tasarlanan yapılar, betonarme ve yığma karma teknikle inşa edilmiştir. Halk tipi, uçuz pamuklu kumaş üretmek için kurulan Sümerbank Kayseri Fabrikası…toplam 922.500 m2lik bir oturuma sahiptir. Hizmete açıldığı yıllarda 2100 işçi ile 155 memur çalıştırmıştır…Sümerbank Kayseri bez fabrikası 1999 yılında işletmeye kapatılmış,…2006 yılından itibaren, yerleşke çevresindeki yeşil alanların büyük bir kısmı, yerel yönetime devredilerek imara açılmıştır. Yerleşke, 2012 yılında Abdullah Gül Üniversitesi’nde devredilmiştir.”4

Yukarıdaki alıntıda hem Kuruluş hem de Çözülüş vardır. Birincisini bu ülkenin emekçilerine ve aydın bürokratlarına borçluyuz, ikincisini ise bu ülkenin yoz burjuvazisine. Şimdi Cumhuriyetçilik dimağlarda yaşıyor ise birincisine, cumhuriyet gerçekten öldü ise ikincisine borçluyuz. İki emekçi halkın ortaklaşarak kurduğu işletmeyi – ki emekçi halka ucuz giyim sağlasın diye kurulmuştur – öldüren fail ile cumhuriyeti öldüren fail bir ve aynıdır.

Cumhuriyetin kısa yüzyılı bu yazı yazılmadan çok zaman evvel bitmiştir; ancak Cumhuriyetçilik bu toprakların ve başka toprakların yoksul halklarının inançlarında ve gelecek hayallerinde yaşamaktadır. Burjuvazi tarihin gördüğü en dönek sınıftır; önce kendi ideallerine ve kendi cumhuriyetine ihanet etmiştir. Yeni bir Cumhuriyet için burjuvaziden ve düzeninden kurtulmamız şarttır. Yaşasın Cumhuriyet!

  • 1. Giovanni Arrighi, 2000, Uzun Yirminci Yüzyıl, çev. R. Boztemur, İmge.
  • 2. Eric Hobsbawm, 1996, Kısa 20. Yüzyıl: Aşırılıklar Çağı, çev. Yavuz Alogan, Sarmal, s. 14.
  • 3. Mahmut Kiper, 2006, “Cumhuriyetin İlk Yıllarında Sanayi Politikaları ve Sümerbank”, Mühendislik ve Mimarlık Öyküleri II içinde, TMMOB, 43-44.
  • 4. Burak Asiliskender, 2012, “Son Sümerbanklı”, Mimarlık Mühendislik Öyküleri V içinde, TMMOB, 176: 2 ve 3 nolu dipnotlar.