Sosyalistler ve devrimciler azgelişmiş kapitalist ülkelerde emperyalizme karşı emperyalist olmayan ulusal bir kapitalizm, emperyalist ülkelerde ise tekellere karşı tekelci olmayan, rekabetçi kapitalizm için çırpınıp durdular. Ne yazık ki her iki coğrafyada da bu sapma eninde sonunda iktidarsız bir demokratizme kapıyı araladı. 

Sürekli Emperyalizm - I

Emperyalizm kavramı solun kendisinin üretmediği, ama devralıp maharetle kullandığı bir kavramdır. Doğumunu 19. Yüzyıl’ın son çeyreğinde İngiltere’de iktidarı paslaşarak paylaşan liberaller ile muhafazakârların İngiltere’nin sömürge siyasetinin ekonomik ve sosyal maliyetleri üzerine yürüttükleri ciddi bir tartışmaya borçluyuz. Bu tartışmada muhafazakâr Torylerin tamamı ve emperyalizme teşne liberaller sömürgeleştirme ve emperyalizmin “beyaz adamın yükü” olduğuna ve tanrının İngiltere’yi bu yükü taşımak göreviyle kutsadığına inanıyorlardı. Onlara muhalefet eden bir grup “sol” liberal ise emperyalizmin İngiliz halkı ve Majestelerinin hazinesi için maliyetli ve üretken kaynakları boşa harcayan israfçı bir macera olduğunu savunuyordu. Bu “sol” liberal cenah farkında olmadan kavramı sağdan alıp daha sola devretti. Bu tartışmadan çok kısa bir süre sonra Marksizmin klasik emperyalizm analizinin başyapıtları ortaya dökülmeye başladı (Hilferding, Luxemburg, Lenin ve Bukharin). Kavram artık ait olduğu yere ulaşmıştı, artık kapitalizmdeki kaçınılmaz olarak saldırgan, militarist, yağmacı, nobran ve sömürgen bir damarı nitelemek için kullanılacaktı.

Marksist klasik emperyalizm analizi aslında acil bir gereklilik ve ihtiyaç ortamında doğdu, Avrupalı emperyalistler apaçık bir emperyalist yağma savaşına doğru yol alıyorlardı. Üstelik Osmanlı’nın, Çin’in, Afrika’nın ve Orta Doğu’nun paylaşımını hedefleyen gizli anlaşmaların daha biri imzalanmadan diğeri gündeme geliyordu. Geç kapitalistleşen ve emperyalistleşenler pervasızca, arzularını gizlemeden pay istiyorlardı, ve üstelik bu istekte bulunurken bunu bir hak gibi gördüklerini hiç ama hiç gizlemiyorlardı. Haritalar sürekli güncelleniyor, siyasi coğrafya haritaları miatlarını günlük süt kadar çabuk dolduruyorlardı.

Emperyalizm her zaman yeni haritalar anlamına gelecekti (emperyalist basına ve Türkiye’nin yandaş basınına bakın, havada uçuşup duran Suriye haritaları karşısında nevriniz dönecektir).

İşte tam da bu ortamda Sosyalistlerin içindeki enternasyonalist kanat (ki savaş harcamalarına ve hazırlıklarına destek veren reformist döneklerden ayrıldıklarında Komünist Partileri kuracaklardı) savaşın aslında farklı ülkelerin emekçi sınıflarının sermaye için gırtlaklaşması anlamına geleceğinin bilincinde olarak acil bir adım atma gereği hissetti. Bu acil adımın kuramsal boyutu belki de düşün tarihindeki en yerinde ve en çok zamanına hitap eden adımın atılmasına yol açtı. Önce Hilferding, sonra Rosa, sonra Lenin ve Bukharin hala dimağlarımızı besleyen hacmi küçük ancak etkisi büyük bir külliyatı yarattılar. Tam da burada Kızıl Kartal’a, Luxemburg’a hakkını teslim etmemiz gerekir. Hayattayken yayınlandığını gördüğü tek derli toplu eseri olan ve Marksizm içinde çok ciddi tartışmalara yol açan Sermaye Birikimi 1913 yılında basıldı. Son bölümü “Bir Birikim Alanı Olarak Militarizm” çok ilginçti, kapitalist sermaye birikiminin kaçınılmaz bir şekilde militarizmi besleyeceğini ve emperyalist dinamikleri doğasında barındırdığını belirtti (bu son nokta çok önemliydi, önemine aşağıda işaret edilecektir). Kitap bir öngörüyü sürekli tevdi ediyordu; emperyalistler arası savaş kaçınılmazdı. Mesajın zamanlaması çok manidardı, Kızıl Kartal’ın dehasına yormalıyız. Bir yıl sonra Birinci Paylaşım Savaşı patlak verdi.

Marksist klasik emperyalizm tezi kuramsal yapısıyla aslında ilgili olduğu kuramsal alanı ne kadar dolduruyordu, tartışılmalıdır. Ancak şu tez ileri sürülebilir, klasik emperyalizm analizi aslında sol içi bir darbeydi. Rosa, Lenin, Liebknecht, Zimmerwald Solu; bu küçük ancak etkin cephe klasik emperyalizm teziyle Avrupa Sosyalizmi ve Sosyal Demokrasisi içindeki kendi burjuva hükümetlerini destekleyen reformist kanada karşı darbe yaptı.

Ancak belirttiğimiz gibi acil bir ihtiyaca cevap veren bu darbenin politik etkisi ve dokusu müthiş iken kuramsal dokusu her zaman geliştirilmeye muhtaç kaldı.1 Politik bir mevzi savaşının ortasında darbenin mimarları işin gerçeği çok da düşünmediler (örneğin Lenin’in çok etkili olan Emperyalizm eseri aslında çabucak yazılan bir broşürdü). Bu acil ihtiyacı giderme güdüsü kapitalizm ile emperyalizm arasındaki tarihsel ilişkinin bazı durumlarda eksik algılanmasına yol açtı. İleride bir yazıda detayları açılacak ancak şimdi birkaç eksikliği vurgulamak gerekiyor. Birincisi emperyalist eğilimi kapitalizmin tarihinde belirli milada ve döneme bağlamak bir tür eksiklikti. Emperyalist kapitalizmi dönemselleştirmek, emperyalist olmayan bir kapitalizmi kuramsal ve siyasal olarak olanaklı kıldı. Yani sokak diliyle emperyalist olmayan şirin ve katlanılabilir bir kapitalizmi ima etti. Aslında darbenin mimarı büyük ustalar pek tabi ki acil siyasal gerekler karşısında herhalde bunu düşünmediler ancak sulu sepken bir patikada yürüyen Avrososyalizm ve Avrokomünizm için reformist ve uyumcu bir hattı bilmeden de olsa desteklemiş oldular. Dediğimiz gibi önümüzdeki haftalarda detaylandırılacak bir tezi ileri sürmek gerekiyor, kapitalizm her zaman emperyalist idi. Emperyalist olmayan kapitalizm tahayyülü ne yazık ki solu stratejik ve programatik olarak geri mevzilere itti.

Bu eksiklik emperyalizm tartışmaları henüz gelişmiş kapitalistler arası bir paylaşım savaşının çerçevesi içinde yürütülürken pek de kendini göstermedi. Ancak ne zaman ki tarihlerinin olmadığına inanılan sömürge halkları ulusal kurtuluş savaşları vermeye başladılar, işte o zaman bu eksiklik kendisini başka bir sapma içinde yeniden üretti. II. Dünya Savaşı sonrası Ulusal Kurtuluş Savaşları ile birlikte gelen bağımsızlık sürecinde anti-emperyalizm ile anti-kapitalizm arasındaki zorunlu ilişki yok sayıldı. Böylece anti-kapitalist olmayan anti-emperyalist bir mücadele hattı olası göründü. Bu sapma eninde sonunda bir garip siyasal stratejiye götürdü. Üçüncü yol, kapitalist olmayan kalkınma, milli demokratik devrim türünden tezler azgelişmiş kapitalist dünyada devrimcilerin ve sosyalistlerin kaçınılmaz yazgısı gibi görünmeye başladı. Böylece sosyalizm bir nihai hedef olarak sürekli ileriye, belirsiz bir tarihe atıldı. Bu türden bir patikayı tutturan Jakoben ulusalcı devrimci hareketlerin iktidara geldiği ülkelerde sonuç hüsran oldu. 

Emperyalist olmayan kapitalizm bakışını tamamlayan ve en az onun kadar hatalı bir başka tez yine klasik emperyalizm analizi darbesi sırasında kendiliğinden ortaya çıktı. Emperyalizm bir siyasal-iktisadi program olarak belirli bir tür organizasyona sahip kapitalizmin yan ürünü olarak algılandı. Hilferding’in Finans Kapital’i doğal olarak tekelci kapitalizm kavramına da yol açtı. Tekellerin ortaya çıkışlarının kapitalizmin bir evresini bitirdiğini ve bir diğerini açtığı varsayıldı. Böylece emperyalizm tekelci kapitalizm ile özdeşleşti. Hatta net bir tanımlama yapıldı ve emperyalizm tekelci aşamadaki kapitalizmdir denildi. Emperyalist olan/ emperyalist olmayan kapitalizm ikiliği burada yine kendisini başka bir sorunlu ikiliğinin bünyesinde yeniden üretti; rekabetçi evredeki kapitalizm/tekelci kapitalizm. Bu ikilik de ilki kadar sorunluydu. Kapitalizmde rekabet ile merkezileşme ve yoğunlaşma eğilimleri birlikte işlerler. Diyalektik bir sosyo-ekonomik bütünlüğün çelişik ancak bütünleşik parçalarıdır. Kapitalizmde rekabet tekelci pozisyona, tekelci pozisyonun getirisi ise yine rekabete yol açar. Dolayısıyla hem rekabet hem de tekelleşme eğilimi kapitalizmin bünyesinde, yapısında eş anlı olarak birlikte var olurlar. 

Bu türden hatalı bir bakış açısının dünya soluna nelere mal olduğunu düşünün bir kere. Özellikle emperyalist ülkelerde sosyalistler ve komünistler sosyalizme ulaşma hedefini çıkmaz ayın son Çarşambasına erteleyip, bütün güçlerini anti-tekelci mücadeleye harcadılar. Oysa tekelci eğilime sahip olmayan ve rekabetçi olmayan kapitalizm mümkün değildir. Hoş bir hayaldi, tekellerden arındırılmış, ve rekabetçi sermaye gruplarının egemenliğindeki rekabetçi kapitalizm. Ancak ütopyaydı, ütopya ise olmayan yer demektir. 

Böylece sosyalistler ve devrimciler azgelişmiş kapitalist ülkelerde emperyalizme karşı emperyalist olmayan ulusal bir kapitalizm, emperyalist ülkelerde ise tekellere karşı tekelci olmayan, rekabetçi kapitalizm için çırpınıp durdular. Ne yazık ki her iki coğrafyada da bu sapma eninde sonunda iktidarsız bir demokratizme kapıyı araladı. 

Ancak tüm bu eksikliklere rağmen Marksist klasik emperyalizm tezi tarihin sınamasından başarıyla geçti, hâlâ geçmeye devam ediyor. Uzun lafa gerek yok, Irak’ın, Suriye’nin, Libya’nın, Yemen’in ve Filistin’in yaşadığı deneyimlere bakın. Artık bir Irak yok, bir Suriye yok, bir Libya yok. Onların yerlerine şimdi kaotik, parçalanmış ve her türlü emperyalist rekonfigürasyona açık sahipsiz, bahtsız ve yoksul coğrafyalar var. Onların halklarının acılarında yankılanıyor Lenin ve Rosa’nın daveti, duyuyor musunuz? 

[Devamı haftaya…]

  • 1. Örneğin Kautsky, Lenin’in hışmını çeken bir adımla, “Ultra-emperyalizm” makalesini yazarken ve kapitalist dünyanın emperyalistler arası bir kartel ya da tröst tarafından yönetileceği çatışmasız bir döneme doğru gittiğini iddia ederken tam da bu darbeyi göğüslemek istedi, olmadı. Yetersiz bir çabaydı.