Belki 'yeni faşizm' de denebilecek, bizce sosyal demokrasiyi de içeren bir baskı rejimleri dönemine girmiş bulunuyoruz. Buradan ya sosyalizmle çıkılır ya da içinde on yıllarca boğulup kalınır.

Sosyal demokrasi ve faşizm: İkiz kaderi 

Üzülecek değiliz, beter olsun; ama söylemek zorundayız: Sermaye yanlış bir hesap yapıyor. Tarihin tekerrür edebileceğinden hareket ettiği ve yaşanan gerçekliği ve ileri zamanlardaki gelişmeleri doğru algılama şansı zaten olmadığı içindir. Baktığında şunu görüyor olmalı: Türkiye'de faşizm, sosyal demokrasiyi, üstelik en pespaye versiyonuyla iktidara çağırıyor. Çünkü bu deneyimin (“parantezin”) ardından sermaye çok daha rahat bir biçimde Anadolu'ya el koyabileceğini, gerekirse paramparça etnik-faşist-dinci mafya devletçikleri halinde bir reorganizasyon yaşanabileceğini biliyor; içgüdüleriyle biliyor.

Daha açık olsun: Sosyal demokrasinin faşizmi iktidara çağıracağını herkes biliyor. Özellikle düzenin solcuları bilmezlikten geliyor.

Biz, “sekteriz”: Bunlar birbirlerini izlemek, bu nedenle de birbirlerini gizlemek zorundadırlar. Anlamı: Faşizm ve sosyal demokrasi, çeşitli versiyonlarıyla birbirlerini çağırmak, birbirlerini hırpalamak ve birbirlerine iktidar koltuğu bahşetmek zorundadır. Yılan gibi ve hatta ondan çok daha sık “gömlek” değiştiriyorlar, ama sermaye madalyonunun iki yüzü oldukları için “içerik”leri aynı kalıyor: Sömürü düzeninin sürmesi. Düzen ve solu, düzen solu, böyle bir tamamlayıcılık, ama kanlı-kirli bir tamamlayıcılık içinde yaşıyor. 

Şaşırmamak lazım.

Tekelci demokrasinin siyasi veçhesi, böyle. 

Sosyal demokrasinin ihaneti yüzünden faşizmin, yani Hitler'in iktidara yerleştiği, Almanya örneği çok verilerek söylenir. Bu saptama üzerinden düşünmek ve onu doğrulamak gerekir, tamam. Fakat bir farkla: Ortada bir ihanet yoktur. İhanet denilen şey, sosyal demokrasinin doğal işlevidir. Akrebin sokması gibi: Kötülüğünden değil, doğasından ötürü böyle davranıyor. Sosyal demokrat kadroların önemli bir bölümü ve geniş kitle tabanı faşizmi ya da otoriter-dinci-milliyetçi bir rejimi çağırmak istemiyor elbette, hatta tam tersi. Ancak buna rağmen sosyal demokrasi kanı, savaşı, yeni versiyonlarıyla faşizmi ve her türlü gericiliği göreve çağırıyor. Çünkü ülkeyi ve halkını duvara çarpacağı kesin. Ya da “faşizm” gelmesin diye, onun yapacaklarının bir bölümünü üstleniveriyor. (12 Eylül'ün programını hazırlayanlardan biri olarak Kemal Derviş ve Alman sosyal demokrasisini unutacak değiliz.) Ateşten kestaneleri alıyor, her durumda. 

Sosyal demokrasinin, tarih içindeki işlevi bu.  

Aslına bakılırsa bunun başlangıcı 1914 ağustosunda savaş tahvillerini Reichstag'da onaylayan Alman sosyal demokratlarına, SPD'ye kadar çekilebilir. İkizlerin, sosyal demokrasi ve faşizmin, birbirini tarih sahnesine değişik kostümlerle çağırdığına geçen yüzyıldan beri tanık oluyoruz. 

Neden? 

İşi veya yenilgimizi sosyal demokrasiye, daha doğrusu onun ihanetine “faturalamanın” 100 yılı çok aşan bir tarihi var. Komünist partilerin doğumunu tetikleyen çok kanlı bir kopuştu sonuçta yaşanan. Onun ucunu bugüne çektiğimizde sosyal demokrasinin sermayenin en liyakatli, çünkü en etkili bir antikomünist siyasal mevzilenme olduğunu söyleyebiliriz. Adamlar 1989-90'da sosyalizmi Avrupa kıtasından kazıdı; örnek olsun. Bu etki, sosyal demokrasinin faşizmle “konuşmasından” veya “öpüşmesinden”, yani yakın temasından geliyor. Düşman görünmeleri, sermayeyi gizlemek içindir. 

Bu cepheleşmenin sermayeyi rahatsız ettiğini düşünenler, ona tarihsel bir iyilik vehmedenlerdir. Sermaye, tarihsel bir kötülüktür. Daha doğru olması için, şöyle: Özel sermaye, her zaman ve tarih içindeki dönüşümleriyle bir kötülüktür. Sosyal demokrasiden neden yararlanmasın? 

Her kriz sosyalist bir iktidara da gebedir

Biz, büyük krizde çırpınan Türkiye'nin göbeğinden bağımlı olduğu Almanya Avrupası'na bakalım. Orada da kriz var. Hafta sonunda Paris'in sokaklarını görmeyen var mı? Almanya içten içe kaynıyor. Güney Avrupa cayır cayır... 

Baktığımızda, nedense önce ABD'yi görüyoruz: Atlantik ötesindeki Joe Biden ile birlikte savaş ve dış işgaller türünden Amerikan “normalitesi” yeniden sahne alacak gibi görünüyor. Gerçi koşullar artık çok değişti, ama böyle çılgınlıklar yapılabilir. Macaristan ve Polonya'nın, bütçesine onay vermeyerek AB'yi resmen torpillediği, ABD'yi de, Berlin-Paris hattının tersine, “rakipsiz efendi” ilan ettiği koşullardayız. Olmayacak dua. Tamam, iyi de, ne olacak? 

Dünya hegemonluğundan çekilen, hatta çözülen bu “Biden-Harris ABD'si”nin çok daha tehlikeli olacağını düşünme hakkımız var. Trump gibi ruh sağlığı görünür biçimde hasarlı bir adamın ardından dünyayı çok kirli sürprizler bekliyor. Şöyle de söylenebilir: “Ilımlı sosyal demokrat” diye sunulmaya çalışılan Joe Biden'ın, dışarılarda macera arayacak sermaye kesimlerinin önünde sürüklenebileceğini düşünenlerin sayısı az değil. Yardımcısı Kamala Harris'in sinyalleri de korkutuyor. 
Sorumuz şu: Biden ve Harris'in içeride ve dışarıda savaş politikalarına acaba yine sosyal demokrasinin ihaneti başlığı altında ağıt mı yakılacak? Yoksa “Yahu hiç yoktan iyidir, bunların kitlesiyle bir şeyler yapılabilir” mi denecek? 

Joe Biden, Alman halkına kalsa oyların neredeyse yüzde 90'ını toplayacaktı. Yapılan kamuoyu araştırmalarında, Obama gibi bir rüzgârın üzerinde yükseldiği gözlendi. Avrupa iktidarları, bir iki istisnayla, Biden'ı hiç gizlemeden destekliyor ve hatta neredeyse ayakta alkışlıyorsa eğer, bu ilişkinin bir yerlerde kısa devre yapması kaçınılmazdır. 

Belki “yeni faşizm” de denebilecek, bizce sosyal demokrasiyi de içeren bir baskı rejimleri dönemine girmiş bulunuyoruz. Buradan ya sosyalizmle çıkılır ya da içinde on yıllarca, belki de yüzyıllarca boğulup kalınır. 

İnsan tükenmez, tamam, bu bizim umudumuz, fakat köküne kibrit suyu ekilmesi halinde insan soyu tarihe veda da edebilir. 
İnsanın sonsuz olduğunu kim ileri sürebilir ki? Yok öyle bir sonsuzluk. Bilimsel bir açıklaması da herhalde yok. Fakat biz, asırlar sürecek bir “yakın gelecek” için söyleyelim: Her şeyi adım adım, gıdım gıdım kurabiliriz, koruyabiliriz. Garantili tarih hiçbir yerde yaşanmadı, yazılmadı. Ancak o adım için mutlaka sosyalizme ihtiyacımız var. Emperyalizm çağında her kriz sosyalist bir iktidara da gebedir. Sosyalist iktidarla başlayabilir her şey. Gözünde CHP-HDP gözlükleriyle düzen solunun bunu görmemesi “eşyanın tabiatına” uygundur. Ya ne yapacaklardı ki?  

İnsanın büyük macerası sosyalizmle başlayacak. Ondan öncesi, olsa olsa bir “mukaddimedir”. Bu mukaddimeden sağ salim kurtulabilmek için sosyalizme ihtiyacımız var.

Üzerimize korkunç bir geriliğin ve gericiliğin boca edildiğini düşünürsek, bu talep ertelemecilik değildir. Tam tersine, acil davranma çağrısıdır. Kriz, sermaye solunun “henüz yok” dediği koşulları fazlasıyla üretiyor. Hem de her gün, her saat. “Çağ yangını” dediğimiz şey işte... 

Türkiye krizinde, solculuk adına, ısrarla CHP ve HDP hesapları yapanlara hiç şaşırmıyoruz. 

Her çağ yangınında öyle yapmadılar mı? Karakterleri böyle.