Şu sıralarda, aslında 40 yıldır, insanlarımızı çürüten, solcularımızı rezil eden bir Batı Bürosu, ya da Batı Büroları pratiği var Batı Avrupa'da.

Doğu Bürosu, Batı Bürosu

Yeni bir çıkış için bir araya geldiğimiz yazar ve araştırmacı arkadaşlarla, Avrupa merkezli, kitaplar yayımlayacak bir girişimin tartışmaları sırasında ortaya çıktı: Gerçekten de antikomünist hareketin iki cephe ülkesinden gelişmiş olanında, Federal Almanya, 1949 sonrasında yapılan ilk iş, birer “Ostbüro” (Doğu Bürosu) kurmak oldu. Azgelişmiş diğer cephe ülkesi, Türkiye, burada geri planda kaldı. Neyse... 

Kitaplar merkezli girişimin ayrıntılarını ileride gündeme getiririz. Arıyoruz. 

Burada söylemek istediğimiz şey biraz farklı. 

Doğu Bürosu'ndan devam edelim. Komünizme karşı örgütlenen Avrupa'nın en etkili cephe ülkesinde, Federal Almanya, sadece Hıristiyan demokratlar, liberaller ve sosyal demokratlar değildi bu büroları kuranlar; amaç sosyalizmi yıkmaktı ve sendikalar, özellikle de Alman Sendikalar Birliği (DGB) bu işin içindeydi. 

Gerekçeleri son derece demokratikti, ama söylemedikleri şey, sosyalist bir düzenin yıkılmasıydı. Sol içinden, hem de “radikal sol” içinden epey “yancı” (hatta militan) bulduklarını, on yıllarca başarıyla çalıştıklarını ve sonunda sosyalizmi yaşlı kıtaya gömdüklerini biliyoruz. 1989 bu başarının noktasıdır. Peki.

Ya Doğu Bürosu? 

Sosyalizme Avrupa egemenleri hep bir “doğu” işi olarak baktı ve damgaladı. Toplumu bu sayede daha rahat arkalarına alabileceklerini düşündüler. Haksız da çıkmadılar. 

Sosyalizme karşı Doğu Bürosu vardı, peki sosyalizmin Batı Bürosu hiç oldu mu? 

Galiba olmadı. Gerek de yoktu. “KP'ler vardı” denecektir. Olabilir. 

Ama sosyalizmin kapitalizme üstünlüğünü anlatabilecek büyük bir entelektüel girişime, başarılı bir girişime tanık olamadık. Olsaydık, 1989 yaşanmazdı. İkinci Dünya Savaşı sonrasında, reel sosyalizm içinden neredeyse milyonlarca hain çıktı. Hiçbiri yıkımın nedeni değildir. Onun için, bu bazıları pek dar kafalı “kemalistlerimizin” her fırsatta “bizdeki hain kimsede yok” cehaletine fazla prim vermeyelim. Reel sosyalizm, bir cehennemde, milyonlarca hainin kol gezdiği bir cehennemde her şeye rağmen kurulabilmiş bir mucizeydi. Doğu Avrupa sosyalizminden söz ediyoruz. Bütün versiyonlarıyla... 

Biz hainlere değil, kuruculara ve eşitlik/özgürlük savaşçılarına bakarız. Onlar da vardı. 40 yıl meta üretimini, üretim araçları üzerindeki özel mülkiyeti yasaklayabildiler. Yani emek ve emekçi bir piyasa unsuru ve özel sermaye için sömürü aktörü değildi. Bu insani eğilim iktidarda kalabildi. 

Ama etkili bir “Westbüro” (Batı Bürosu) kuramadılar. Bir sürü şey denediler. Ama Ostbüro “anlayışı” kazandı. 

Bir şeyi hep söylüyoruz. Böyle zamanlarda 1978 yılında ufak tefek bir çılgın adamın sonradan her biri diğerinden daha sosyalizm düşmanı çıkan adamların ve kadınların önünde, bir küçük sosyalist partinin kongresinde, Ankara Çağdaş Sahne'de söyledikleri aklımıza geliyor. Antisovyet diye damgalanmaya çalışılan bu küçük dev adam bağırıyordu: “Biz sosyalizmi, reel sosyalizmin başarılarını yeterince tanıtamadık, tanıtamıyoruz” diye. Dinlemediler bile. Şimdi birlikte yürüdüğümüz bir avuç devrimci hariç, neredeyse bütün yöneticiler ve hatta partililer, hepsi birer köşede bitti, ama o ufak tefek fikir jeneratörünün söyledikleri genç kuşaklarca bugün yeni bir iklimle yeniden kurgulanıyor. Dayanışma Meclisi açıklamaları bile başlı başına birer yeni örnek. İyi. 

Başka bir yerdeyiz.

Şuradayız: Doğu Avrupa devrimcileri insanüstü bir çabanın içindeydiler ve Sovyetler Birliği'nin kurucu babalarının temel şiarını kabullenmişlerdi. Haklıydılar. Sosyalizm yaşatılabilirse SSCB ve Doğu Avrupa'da, bundan büyük girişim olamazdı. Kafalarındaki Batı Bürosu, KP'lerle birlikte, belki de buydu. Kurulan birçok kültür bürosunu, gazeteleri, yayınevlerini, sendikalar arası ilişkileri saymıyoruz bile. Sosyalizmin yaşatılması hep birincil görev oldu. Fakat pratik, çok acımasızdı. Biraz da bu yüzden sosyalizmin başarıları, o başarıların nimetleriyle büyümüş, serpilmiş halklara anlatılamadı. Kazanımları doğal saydılar ve büyük bir değerbilmezlikle sosyalist cumhuriyetleri emperyalizme sattılar. Doğu'nun kazanımları emperyalist sömürü üzerinde yükselen Batı Avrupa toplumlarına da anlatılamadı. Kemal Okuyan'ın makale ve kitaplarında sık sık değindiği gibi, İkinci Dünya Savaşı sonrasında Batı Avrupa'da, özellikle Fransa ve İtalya'da çok önemli momentler kaçırıldı. 
İyi de bundan sonra niye olmasın? Yani sosyalizmin başarıları, kazanımları bundan sonra niye anlatılamasın?

Her şey mümkün. Ama zor.

Türkiye'deki sosyalizm deneyimini, kardeş Avrupa halklarına anlatmak için neden bürolar kurmayalım? Sosyalizmin sadece emekçi halka getireceklerini değil, bilim ve sanattaki entelektüel ataklığını, aşkınlığını, örneklerle Avrupa dillerine de çevirerek, hatta Türkçeli milyonların birinci dilleri olmuş yerel Avrupa dillerinde neden bu yaşlı kıtanın halklarına anlatamayalım?

Nerelerde ne eksiklikler yaşadıklarını, Türkiye'deki sosyalizm atılımlarının nelere kadir olduğunu/olacağını niye anlatamayalım?

Bir şeyi görmezlikten gelemeyiz. Şu sıralarda, aslında 40 yıldır, insanlarımızı çürüten, solcularımızı rezil eden bir Batı Bürosu, ya da Batı Büroları pratiği var Batı Avrupa'da. İşte: Berlin-Brüksel hattında her türden “demokrat”, bol bol “Erdoğan karşıtı” toplantılar yapıyorlar. Başkentlerin Erdoğan yönetiminden yüz çevirdiğini gördüler ya... Çoğu “vesayet rejimine” karşı çıktıkları vehmiyle bu İslamcılara destek vermişti. Muhalefet ediyorlar. Fakat o kadar düzen içi solcular ki bunlar, emperyalizm ve demokrasisine o kadar hayranlar ki, âlemi kör milleti sersem sanıyorlar, neyin hizmetinde olduklarını kimsenin anlayamayacağına inanıyorlar. Bazı önlemler almıyor değiller: En tilkileri son günlerde “sermaye karşıtı” söylemlere bile geçiş yapabildi. Sözde “sermayeyi silkeliyorlar” kendilerince.

Bizim Batı Büromuz yok ya, kendi uşak Batı Bürolarıyla paramparça bir Türkiye'den nemalanabileceklerine inanıyorlar. 

Açık olsun: Şu andaki “batı büroları”, Türkiye'den kaçmış, emperyal başkentlerden yemlenmeye çalışan, o başkentlerin Türkiye'deki İslamcı iktidarı indirebileceğine inanan bir kalabalık, bambaşka bir şey yapıyor. Bugünün “Batı demokrasisini” yüceltiyorlar. Olmayan bir şeyi yani. Aslında da bir emperyalist ilişkiler ağını, onun baş ideolojik mekanizmalarını bayrak yapıyorlar.

Sonuç mu?

Bizim bir Batı Bürosu'na ihtiyacımız var, evet. Sosyalizmi, onun getirdiği entelektüel kopuşu, insan sevgisini, halkların kardeşliğini, sömürüsüzlüğü, eşitliği, planlı ekonominin üstünlüklerini çağın teknolojik kazanımları üzerinden anlatabilecek bir aşkınlığa ihtiyacımız var. 

Olur. 

O da olur. Ama biz 100 yıllık deneyimimizden biliyoruz. Her şey, sosyalizmin kurulacağı topraklardaki örgütlenme üzerinden olmalıdır. Orada başarısı olmayan solcu, en radikal belgilerle indiği Avrupa toprağında, insanın içini bulandıran birer uşağa, birer zombiye dönüşüyor. Örnekleri çok. 

Ama tersinden örnekler de var. 

Düzen solu için hayal gibi, biliyoruz. Yine de yazmış olalım: Sosyalist Türkiye deneyimi, sosyalist iktidar öncesinde bile birçok taşı yerinden oynatacağı için müthiş bir eşitlik ve özgürlük okyanusunu harekete geçirebilir. 

“Batı Bürosu” ve onun günümüzdeki anlamına yeniden döneceğimiz anlaşılıyor.