‘Normal People’ sıradan bir zengin kız, fakir oğlan anlatısı değil. Dizinin sessizce ilerlediği yolda tüm bu normal insanların, normal olmayan bir düzende yaşadıkları dengesizliklere ve çatışmalara şahit oluyoruz.

Pembe gözlüklerin ardından İrlanda gençliğine bakmak: 'Normal People'

Görece güneşli bir sahnenin ardından grinin can alıcı etkisinin gelişini büyük bir ruhsal gerilimle izliyoruz. Güneş’in yüzünü fazla göstermediği bu topraklarda tüm normal insanların yaptığı gibi sezonun en popüler gençlik dizisini izliyoruz. ‘Normal People’ Sally Rooney’in romanından uyarlanan bir televizyon dizisi.

Dizinin ilk üç bölümü İrlanda’nın kuzeyindeki küçük Sligo kasabasında geçiyor. Üniversite sınavına hazırlanan iki İrlandalı gencin tutkularını ve arzularını yansıtan dizi, sıradan insanların yaşamına odaklanıyormuş gibi görünse de bu iki gencin gerilimli ilişkilerinin normal olmayan bazı etkiler taşıdığını gizil bir etkiyle izleyiciye aktarmaya çalışıyor. Kahramanlarımız Marianne Sheridan ve Connell Waldron1 aynı lisede okuyan ve birbirlerini tutkuyla seven uçurum insanlarıdır. Başlangıçta her şey dizinin isminden de anlaşılacağı gibi normal görünmektedir. Tek vücut olduktan sonra Atlantik kıyısında dalgaları izleyen bu iki gencin imgesi, izleyiciyi kendi zaman makinasına hapsediyormuş gibi görünüyor.

Tüm bu normal görünümün içerisinde sınıfsal gerilimler şişeden çıkmayı beklemektedir; Connell’ın evinde sık sık ziyaret ettiği Marianne, burjuva sınıfına mensup ayrıcalıklı biridir. Connell’ın annesi evin temizlik görevlisidir; anne ve oğul farklı rollerde bu evde karşılaşmaktadır. Connell aşık bir delikanlı, annesi alın teriyle para kazanmaya çalışan bir emekçidir. Yüzeyde bu farklılıkların hiçbir önemi yokmuş gibi görünse de, görmezden gelinen bu güçlü farklılıklar çatlaklardan sızarak ilerleyecek ve bu aşkın temelini dinamitleyecektir. Refah ülkesi olarak değerlendirilen, ekonomik açıdan Amerikalı ve Avrupalı şirketlerin yardımıyla kendi Kelt mucizesini yaratan İrlanda’nın üzeri şeffaf bir battaniyeyle örtülen sınıfsal bölünmüşlüklerine, gerilimlerine bu normal iki insanın yaşadıklarıyla tanıklık ediyoruz.

Okulda popüler bir sporcu olan Connell, yüzleşmek zorunda kaldığı zorluklar karşısında sessiz kalan, tepkisini göstermekten çekinen silik bir karakterdir. Connell’ın fiziksel çekiciliğinin yanında duran tüm bu olumsuz karakteristik özellikleri, Marianne ile olan ilişkisinde ciddi gerilim ve dengesizlikler yaratacaktır. Marianne’in okulda ya da arkadaşlarıyla eğlenirken aşağılanmasını saklı bir zevkle izleyen Connell, farkında olmadan bu sessizliğinde sınıf kinini saklamaktadır. Dizideki karakterler tüm bu dengesizliğe bir anlam verememektedir. Çünkü yüzeydeki bu sınıfsal ayrımların, bilinç düzeyinde farkında değillerdir. Evleri, yaşam biçimleri, hatta kaygıları bile farklıdır; yoksul bir ailenin çocuğu olarak Connell, üniversiteye gidebilmek için sınavdan geçmeli, burs kazanmalı ve çalışmalıdır. Bu yüzden, bu iki gencin yaşadıkları ilişkinin izleyici açısından önemli çıkarsamalar yapabileceği bir deney olarak görülmesi ya da algılanması oldukça önemli. İzleyicinin yakın plan çekimlere, tutkulu sevişme sahnelerine ve melankolik atmosferin büyüleyici etkisine kapılmadan görüntüdeki salt gerçekliğe odaklanması gerektiğini düşünüyorum. Dizinin farklı bölümlerinde bu gerçeklikler yönetmen tarafından kısa sahneler biçiminde izleyiciye yansıtılmaktadır. Örneğin: Marianne için Trinity Koleji (Trinity College Dublin)’ne gidebilmek sadece sıradan bir başvuru meselesidir. Zenginler için hayallerini gerçekleştirmek tek bir parmak hareketiyle sıradan bir iştir. 
Dizinin özellikle 4. bölümünde sınıfsal farklılıkların daha fazla görünür hale geldiğine tanıklık ediyoruz. Bu bölümde Sligo’dan, Dublin şehir merkezine geliyoruz. Başkentte kiralar astronomik boyutlarda ve evsizlik giderek kangren haline gelen bir sorun. Binlerce insan sömürünün kurbanı olarak çürümeye, tükenmeye ve kendi yalnızlığında ölüme terk edilmiş durumda. Burjuvazinin topluma dayattığı ‘Sosyal Darwinist’ modelin etkilerini Dublin’in her köşesinde rahatlıkla görebiliyoruz. En büyük mahkeme binası olan ‘The Four Courts’ binasının sütunlarının altında sahip olduğu her şeyle yaşamaya çalışan bir evsizi kaç kere daha görmezden gelebilirsiniz?

Connell, bu kapitalist başkentte okumak için çalışmak zorunda olan proleter sınıfa mensup bir gençtir. İrlandalı gençlerin hayali olan Trinity Kolejde okumanın çok yüksek bir bedeli vardır. Dublin’de küçük bir evi aynı anda 10 kişiyle paylaşmak ya da benzin istasyonundaki bir işletmeyi kapanana kadar idare etmek gibi. İzleyicinin bu gelişim sürecini ‘normal’ olarak değerlendirmemesi gerekir. Liseden başarıyla mezun olan ve ülkenin en önemli üniversitesine girmeye hak kazanan bir gencin ‘normali’ kendini tamamıyla eğitimine verebilecek bir yaşama sahip olabilmesidir. Diğer tarafta Marianne, Dublin’in en iyi semtlerinden birinde yaşamakta, vaktinin tamamını eğitimine ve sosyal ilişkilerine harcayabilmektedir. Kapitalist düzende yaşamaya programlanmış bir beyin için bu da ‘normal’ bir durumdur. Parası olanın istediği gibi yaşaması, doğuştan gelen doğal bir haktır. 

‘Normal People’ sıradan bir zengin kız, fakir oğlan anlatısı değil. Dizinin sessizce ilerlediği yolda tüm bu normal insanların, normal olmayan bir düzende yaşadıkları dengesizliklere ve çatışmalara şahit oluyoruz. Su gibi tüketilen alkol, bitmeyen ev partileri ve tek bir karede kısacık bir anda burnuna kokain çeken üniversiteli gencin bizlere anlatmaya çalıştığı şeyi anlamak zorundayız. Gerçeklerin illaki buz gibi gözümüze sokulması gerekmiyor. Gerçekler zaten orada gözümüzün önünde duruyor. İrlandalı gençlerin mükemmel bir rüya diye sunulan yaşamları, mükemmel trajediler barındırıyor. Alkolizm ve uyuşturucu bu gençlerin enerjisini sömürmek için pusuda bekliyor. 

Grand Canal (Tullamore), boyunca ağaçların çevrelediği yoldan sessizce yürüyorum. Bölge çok sık yağmur aldığı için otlar neredeyse insan boyuna geliyor. Bu küçük nehrin kıyısında aklıma hücum eden sorulara kendi kendime bir yanıt üretmeye çalışıyorum. Bir insan nasıl tutkusuyla sınırlanabilir? Sligo’dan Atlantik Okyanusuna bakan iki çift göz, sizce aynı maviliğe mi bakıyor? Normal insanların yaşamları, sınırlandırılmış yaşamlardır. Hepimiz sahip olduğumuz mülkler kadar hayallere sahibiz. İnsanlığın tutkuları, hayalleri ve arzuları sınıflı toplumun sınırlarını paramparça etmek zorunda.

  • 1. Bu isimler oyuncuların dizideki adları. Gerçek isimleri Daisy Edgar-Jones/Paul Mescal