Nina Simone’un müziği tüm dünyada sınıf mücadelelerinde niteliğin ve öfkenin birleşiminin nasıl etkili bir araç olabileceğini bize gösterdi.

Öfkeyle şarkı söyleyen kadın: Nina Simone

Okuyucularımızın geçmiş dünya emekçi kadınlar günü kutlu olsun. Üzerinden bir gün geçmiş de olsa Nina Simone’u anmak için iyi bir fırsat.

Onun büyük bir öfke ve ciddiyetle söylediği şarkılarını dinleyenler sözlerini anlamasa bile sadece büyük bir yetenekle değil bir isyan ile de karşılaştığını hemen anlar.

Nina Simone 1960’larda bir konseri esnasında.

Nina Simone 1933 yılında ABD’de, Kuzey Karolina’da sekiz çocuklu yoksul bir emekçi ailenin çocuğu olarak doğar. Kilise korosunda söyler, müziğe olan yeteneği erken yaşta anlaşılır ve piyano eğitimi alır. New York’ta bir müzik okulunda Bach, Shopen, Schubert gibi klasik bestecilerin eserlerinin yorumu üzerine çalışır. Filedelfiya’daki Curtis Müzik Enstitüsü sınavlarına girer ancak üstün performansına karşılık okula muhtemelen ırkçı eğilimler nedeniyle kabul edilmez.

Bir gece kulübünde çalmaya başlar ve şarkı söylemesi de istenir. 1950’lilerde kategorize edilmesi kolay olmayan bir tarz geliştirir. Klasik müzik eğitimi ile piyano çalarken özgürce kontralto sesiyle şarkı söyleyen Nina hızla tanınır, çok sayıda plak doldurur. Caza benzer ama sanki caz da değildir yaptığı müzik. Bu konuyu uzmanlarına bırakmak en iyisi, ancak bu yazıya konu olması Nina Simone’un Afrika kökenli ABD halkının özgürlük ve eşitlik mücadelesinde aldığı yerden ve eşsiz sanatını 1960’lı yıllarda bu toplumsal mücadelede araç olarak kullanmasından kaynaklanıyor.

ABD tarihi; 2. Dünya Savaşı sonrası “Hadi şimdi orta sınıflaşıyoruz ve eğleniyoruz” tatavası yüzünden sanki toplumsal mücadeleler açısından sakinmiş gibi gözükür, oysa bütün tarihi şiddetli sınıf ve toplumsal mücadelelerle örülmüştür.

1950’lerin sonuna doğru ABD’de siyahi halk derin bir toplumsal eşitsizlik yaşıyordu, çok daha yoksul ve sağlıksız olmalarının yanı sıra sürekli olarak aşağılanıyorlardı. Buna karşı isyan 1955’ta Alabama’da patlak verdi. Kırk üç yaşındaki gündelikçi terzi Rosa Parks belediye otobüsünün “beyazlara” ayrılan bölümüne oturduğu için tutuklandı. Tutuklanışından üç ay sonra şunu söyleyecekti:

Öncelikle, bütün gün çalışmış olduğumdan ayakta duracak halim kalmamıştı… Şoför benden bir şey istedi ve ben de istediği şeye uymak istemedim. Polisi çağırdı, beni tutukladılar ve hapse attılar.

İsyan dalga dalga geldi. Her yerde siyahi halk toplumsal eşitlik için ayaklandı. Egemen sınıf bazı noktalarda geri adım atmak zorunda kalsa da büyük bir tutuklama ve şiddet kampanyası ile yanıt verdi.

Fotoğrafta 1960’ların başında toplumsal kalkışmaya karşı uygulanan polis teröründen bir sahne belgeleniyor.

1963’te toplumsal eşitlik için mücadele eden ve sürekli tehdit altında olan Medgar Evers evinin önünde bir mahkemeden dönerken kurşunlanıp öldürüldü. Aynı günlerde siyahilerin gittiği bir kilisenin bombalanması sonucunda dört kız yaşamını yitirdi.

Bu iki olay karşısında Nina Simone “Lanet Olası Mississippi” (Missisippi Goddam) şarkısını söyler. Aşağıdaki linkten öfkesini ve üzüntüsü izleyebilirsiniz. O dönemde böyle bir şarkıyı ortaya koyabilmek büyük cesaret işidir. Şarkının radyolarda çalınmasına izin verilmez.  

Kitlesel hale gelen ayaklanmada farklı tarzlar ve liderler ortaya çıkar. Martin Luther King pasif ve kitlesel bir direnişten yanayken Malcolm X gibi liderler ise bir iktidar sorunu tanımlamakta ve daha militan bir mücadeleyi örgütlemeye çalışmaktaydılar. Bütün bu çevrelerin içinde olan Nina Simone ikinci akıma daha yakındır. Şarkıları isyan hareketi tarafından marş gibi söylenir.

1963’te Martin Luther King Waşington’da düzenlenen yüz binlerin katıldığı mitingde ünlü konuşmasına yapar. 
ABD tekelci sermayesi bir yandan ayaklanmayı düzen içinde sindirmeye bir yandan da kirli ve canice pragmatizmiyle ezmeye çalışmaktadır. 1965’te Malcolm X muhtemelen FBI’ın yönlendirdiği bir suikastla öldürülür.

Martin Luther King’in sonunu getiren ise yoksullara ve işçi sınıfına dönmesi olmuştur. 1968’te başkentte gerçekleştirilen Yoksulların kamp eylemini düzenin sindirmesi mümkün değildi. Hemen sonrasında ise aşağıdaki fotoğrafta bir anı görülen Memfis’te temizlik işçilerinin grevine destek için katılmış, FBI tarafından düzenlenen bir suikastla öldürülmüştür.

Menfis’te 29 Mart 1968’de çekilen fotoğraf temizlik işçilerinin grevi esnasında işçilerin kolluk kuvvetlerinin basıncı altında “Ben bir insanım” dövizi ile yürüdükleri görülüyor. Martin Luther King birkaç gün sonra bu grevi desteklemek için geldiğinde öldürülecektir.

Nina Simone’un Martin Luther King öldürüldükten sonra söylediği ve derin üzüntüyü yansıtan şarkıyı aşağıdaki linkten dinleyebilirsiniz: Neden aşkın kralı öldü? 

ABD tekelci sermayesi 1970’li yıllarda kısmen isyanı kontrol altına alabildi. Bunun için sadece cinayet ve baskıları kullanmadı. Bir yandan en yoksul siyahi gençliği uyuşturucu bataklığına sürüklerken bir yandan da bir kesimi Rockefeller gibi mali devlerin desteği ile “orta sınıfa” kazanmaya çalıştı. 

Nina Simone ise plak şirketlerinin hileleri, vergi borçları ile yurt dışına gitmeye zorlandı. Önce Afrika’ya, sonra Avrupa’ya giderek sanatını sürdürdü. Ancak daha popüler bir müzik tarzını seçti. 2003’te yaşama gözlerini yumdu.

Nina Simone’un müziği tüm dünyada sınıf mücadelelerinde niteliğin ve öfkenin birleşiminin nasıl etkili bir araç olabileceğini bize gösterdi.

Bugün ABD işçi sınıfı ise köken farkına bakmaksızın sınıf mücadelesini yükseltiyor ve düzen için çok daha tehlikeli bir sınıfsal zeminde örgütleniyor.