İşçi sınıfının İrlanda’daki en büyük açmazı, kendisini doğrudan temsil edecek bir partiye sahip olmamasında yatmaktadır. İrlanda’da emekçi sınıflar bu seçimde yakıcı bir gerçekle yüzleşmiştir; ‘temsiliyet krizi’.

İrlanda sağ koalisyon hükümeti gerçeğiyle yüzleşiyor: 'Sol'un zaferi hezimete mi dönüşüyor?

Gelişen iletişim teknolojileri sayesinde, dünyayı avuçlarımızın içinde hissetme gibi güçlü bir yanılgıyla yaşamlarımızı sürdürmeye devam ediyoruz. Liberal ideoloji tarafından zehirlenen kitlelerin, kendilerini küresel bir köyde yaşıyormuş gibi hissetmeleri, enformasyonu bu perspektiften okumaları ve ele almaları gerçeği mitlerin gölgesinde görünmez bir olgu haline getiriyor.

İrlanda adasında yaşanan sınıfsal gerilimlerin uzak ülkelerde yanlış yorumlanıyor olmasının temel sebebi de ‘küresel köy’ mitinin tüm bu sınıfsal gerilimlerin üzerini örtmesinde yatmaktadır. İrlanda’nın seçim hikayesi bu köyün demokrasiyle değil, bir burjuva diktatörlüğüyle yönetildiğinin ispatı gibi. Korona virüs salgını, örtüyü oldukça yıpratmış gibi görünse de ‘ideolojik savaş’ şiddetlenerek devam ediyor. Hikâyeyi tersinden okumak da pek âlâ mümkün; İrlandalı emekçilerin Türkiye’yi zihinlerinde anlamlandırırken, ana akım medyadan aldıkları enformasyonla davranış geliştirdiklerini düşünürsek, yanlış yargıların oluşumundaki maddi temellere doğru rahatlıkla iz sürebiliriz.

İnsanların gelişmiş bir demokraside aktif bir yurttaş olarak bolluk içerisinde yaşadıkları, en büyük ideolojik mitlerden birisi. Oysa İrlanda’da yapılan son genel seçim ve bu seçimin yansımaları bize farklı bir gerçekliği yansıtıyor. İrlanda adasında gerçekleşen ve siyasi dengeleri altüst eden erken genel seçim (8 Şubat 2020), iktidarı elinde bulunduran sınıflar tarafından tedirginlikle karşılandı. Demokrasinin ve insan haklarının beşiği olarak kabul edilen İrlanda’da kanla ve gözyaşıyla inşa edilmiş bir diktatörlüğün iktidarının sarsıldığına şahit olduk. İrlanda’nın yaramaz çocuğu Sinn Fein (gazetelerde bu şekilde ele alınsa da Sinn Fein’in devrimci pozisyonu sorgulanmaya muhtaç) aldığı %24,53’lük oy oranıyla sistemi 100 yıldır politik olarak düzenleyen ve kontrol eden Fine Gael ve Fianna Fáil hakimiyetine büyük bir darbe indirdi.

Sinn Fein’in seçim sonrası etkisiz gibi görünen politikaları sorgulansa da son seçimlerdeki başarısı, İrlanda siyasetine hâkim güçler, partinin verdiği tüm ılımlı mesajları görmezden geldiler. Bu sebeple seçimlerden sonra hükümet oluşturma sürecinin kasıtlı olarak sürüncemeye bırakıldığını, kesin bir biçimde söyleyebiliriz. Sinn Fein, bu oyalama tuzağına düşmüş görünüyor. Bunun temel sebebi Sinn Fein’in düzen içerisinde kendine yer bulma çabasıdır. Erken genel seçimde ortaya çıkan tablo sarsıcı görünse de özellikle solda görünen herhangi bir partinin tek başına yeni hükümeti kuramaması, düzen güçlerinin aradığı zamanı bulmasına yardımcı oldu. Ayrıca sol güçlerin parçalı ve dağınık yapısı, solcu bir hükümetin oluşturulmasında önemli bir engel teşkil etmiş gibi görünüyor. Kârdan Önce İnsan (People Before Profit) hareketinin lideri Richard Boyd Barrett, hem mecliste hem de özel görüşmelerde Sinn Fein’le bir koalisyon kurabilmek için çok çaba sarf etti. Tüm bu anlamlı çabalara rağmen solun birlikte hareket etmekte zorlandığını ve bu noktada bir temsiliyet krizinin ortaya çıktığını düşünüyorum. Burada zoraki bir birleşmeden ya da liberal mantıkla solun birleştirilmesi çabalarından bahsetmiyorum. İşçi sınıfının İrlanda’daki en büyük açmazı, kendisini doğrudan temsil edecek bir partiye sahip olmamasında yatmaktadır. İrlanda’da emekçi sınıflar bu seçimde yakıcı bir gerçekle yüzleşmiştir; ‘temsiliyet krizi’.

Paskalya Ayaklanması (1916) sırasında İrlandalı sosyalistlerin ve cumhuriyetçilerin İrlanda halkını temsil etmede büyük bir rol üstlendiklerini biliyoruz. Bu ayaklanmanın yaktığı kıvılcım bağımsızlığa giden yolu aydınlatmıştır. Özellikle James Connolly’nin İrlanda adasındaki sosyalist geleneğin güçlenmesinde ve yerleşik bir kültür oluşturmasında güçlü etkisi olmuştur. Bugün, İrlanda adasındaki emekçi kitlelerinin örgütsüzlüğüne ve dağınıklığına bakarak sosyalizmin adadan tamamen çekildiğini söylemek yanlış olur. Seçimler Connolly ve arkadaşlarının hayaletinin halen İrlanda’da dolaştığını açık bir biçimde göstermiştir. Yine de örgütsüzlük ve temsiliyet krizi seçimlerde kazanılan zaferi örselemiş durumda. İrlanda basınının ilk günlerde abartılı bir biçimde Sinn Fein’in zaferini ‘devrim’ olarak vermesi, kitleler üzerinde yeni bir yanılgının oluşturulmasına neden oldu. İnsanlar verdikleri oyun karşılığını alacaklarına inandırılarak hayal kırıklığına uğratıldı. Ortada devrim değil, biriken öfkenin doğal bir sonucu olan zafere benzeyen ama zafer olmaktan çok uzak bir durum vardı. Bu zafere bir ad koymak gerekiyorsa Sinn Fein açısından bu bir ‘Pirus Zaferi’dir. İç savaşın kavgalı tarafları Fine Gael ve Fianna Fáil iktidarı tekrar alabilmek için pusuya yatmıştı. İrlandalı arkadaşımın tanımıyla, gökyüzünde daireler çizerek dolaşan merkez medyanın akbabaları, seçim sonuçlarını köpürterek Sinn Fein ve yanında yer alan güçlerin dikkatini dağıtmıştı.

Éamon de Valera tarafından 16 Mayıs 1926 yılında kurulan Fianna Fáil, bugüne dek işçilerin ve kırsal kesimde yaşayan yoksulların oylarını almayı başardı. Partinin kuruluşunda durduğu bu nokta, sistemi uzun süre boyunca kontrol edebilmesindeki en büyük etken oldu. “Aynı zamanda Katolik Kilisesi'nin, çiftçilerin, kırsal işçilerin ve şehir işçilerinin partisi olmayı başardı. Bu geniş sınıfsal temel, partinin tarihi boyunca İrlanda kapitalizminin ihtiyaçlarına esnek bir şekilde uyum sağlamasına izin verdi ve yakın zamana kadar Avrupa'nın en başarılı ikinci siyasi partisi haline geldi.”1  Fianna Fáil, kapitalizmin ‘sosyal devlet’ politikalarıyla Sovyetler Birliği'nin Avrupa’daki devrimci etkisinin kırılması çabalarının tipik bir örneği olarak görünüyor. Parti kendisini cumhuriyetçi ve hatta sosyalist bir pozisyona oturturken, ülkeyi dış yatırımcıların ve sermayenin tesisi haline getiriyordu. Bir önceki Taoiseach (Başbakan) Bertie Ahern, Dáil'de (meclis) yaptığı konuşmada kendisini gerçek sosyalist olarak tanımlıyordu. Tüm bu ideolojik yanılsamalar 2008 yılında yaşanan küresel krizle birlikte dağıldı. Partinin yoksul sınıfların değil, uzun süreden beri seçkinlerin güdümünde olduğu açık bir biçimde ortaya çıktı. Fianna Fáil’in yaşadığı bozgunun ardından iktidara gelen Fine Gael ve onun tüm kimlikleri içinde barındıran Başbakanı Leo Varadkar (herkesi temsil eden ama aslında hiç kimseyi temsil edemeyen), ülkede özgürlük rüzgarlarının esmesini sağladı. Eşcinsel kimliği, kürtaj referandumu ve başka ırktan olan insanlara yaklaşımıyla belli bir popülerlik kazandı. Tüm bu popülizmin gölgesinde ise emekçiler derin bir yoksullaşma ve evsizlik kriziyle karşı karşıyaydı. İrlanda genelinde şu an toplam 90 bin kişi sosyal konut sırasında bekliyor. Konut bekleyenlerin yanında hali hazırda 10 bin kişi evsiz ve bunların yarısı çocuk. Bir cumhuriyet düşünün ki o cumhuriyetin çocukları sığınabilecekleri sıcak bir yuvaya hasret. Yazının başında da belirttiğim gibi ülkenin zenginliği ve propaganda edilen başarısını mı, yoksa gerçekleri mi konuşacağız? Tüm bu karanlık tabloyla yüzleşmek zorunda kalan emekçiler, seçim sandığında güçlü bir mesaj verdiler. Bu mesaj artık bir şeylerin değişmesi yönündeydi. Ancak gelinen süreçte, Sinn Fein’in sistemle uyumlu politikaları nedeniyle, emekçi sınıfın tercihinin gerçek yaşamda karşılık bulamadığına tanıklık ediyoruz.

'Küresel kriz, iktidarı elinde tutan sınıflara hükümeti kurma fırsatı verdi'

Seçimlerden aylar sonra korona virüs salgınının ilk şok dalgalarının hissedilmesiyle birlikte Başbakan Leo Varadkar, büyük bir fırsata kavuşmuş oldu. Salgın sürerken doktor önlüğünü giyen Varadkar, halk tarafından büyük bir destek gördü. Seçimlerde yakalayamadığı başarıyı, salgın sırasında yakaladı ve iktidara dişiyle tırnağıyla tutundu. Gelinen noktada küresel kriz, iktidarı elinde tutan sınıflara hükümeti kurma fırsatı verdi.

Seçimler sonrası yapılan ilk büyük kamuoyu yoklamasında Başbakanın partisi Fine Gael’in oylarını arttırdığı gözlemlendi

Fianna Fáil, Fine Gael ve Yeşiller (Green Party) koalisyon anlaşması yapmış durumdalar. Bu üç partinin hükümeti kuracağına kesin gözüyle bakabiliriz. Yeşillerin lideri Eamon Ryan, bu koalisyonun yıpratılmaya namzet sol yüzü gibi görünüyor. İklim krizi ve çevresel felaketler partinin yükselişinde temel itici güç olarak gösteriliyor. Medyanın yorumlarını bir kenara bırakırsak, pandemi sonrası yaşanacak olan küresel ekonomik krizin etkilerinin işçi sınıfı tarafından soğukkanlılıkla karşılanmayacağı bilinen bir gerçek. Emeklilik yaşını (65’ten, 67’ye çıkarmaya çalışıyorlar) hali hazırda ölümcül düzeye yükseltmelerini, 8 saatlik çalışma kuralını sonuna dek esnettiklerini ve binlerce insanı evsiz, yurtsuz bıraktıklarını düşünürsek, işçi sınıfının tahammülü zaten kalmamış durumda. Bu yüzden kurulacak yeni hükümet küresel ekonomik krizin etkilerini biliyor ve bu etkileri hafifletmeye çalışacak. Bunu yaparken de ortağı haline getirdiği yeşilleri kullanacak… Haftaya korona virüsün ekonomi üzerindeki yıkıcı etkisini, İrlandalı işçileri ve İrlanda’da yaşam mücadelesi veren mültecilerin gerçekliğini kaleme alacağım.