İki nedenden dolayı, bazı üye devletlerin ve şirketlerin istemlerine rağmen Türkiye’yi kollamış gözüküyorlar.

Eyvah, Avrupa Birliği sağduyulu davrandı!

Son 15 gündür nefesler tutuldu ve Avrupa Birliği (AB) Türkiye’ye ne düzeyde yaptırım uygulayacak diye beklendi.

Örneğin, Gümrük Birliği’nin gözden geçirilmesi zaten oldukça kırılgan hale gelmiş Türkiye ekonomisini fena halde silkeleyebilirdi.

Ama kötü olasılıklar gerçekleşmedi ve olabilecek en hafif yaptırım olan Doğu Akdeniz’de sondaj faaliyeti yürüten bazı şirket ve yöneticilere kısıtlamalar geldi.

AB sağduyulu davrandı!

Neden yaptırım uygulamak istiyorlardı? 

Türkiye’de yönetim insan haklarını ihlal ettiği için, Doğu Akdeniz ve Kıbrıs’ta kışkırtıcı ve ısrarlı davranışları için…

Bir kere insan haklarını geçelim. Türkiye’de yargının siyasete bağlandığını bilmeyen, hissetmeyen yok. Ancak AB denilen şeyin, Avrupa’daki ulusal tekeller ve onların siyasi erklerinin güce bağlı hiyerarşik örgütlenmesinden başka bir şey olmadığını yıllardır biliyoruz. Emekçi halkın çıkarlarının zerre kadar umurlarında olmadığının farkındayız. İnsan hakları söylemi sadece emperyalist hegemonyada ellerini güçlendiren bir araç olarak kullanılıyor.

İsterseniz en son Fransa’daki Güvenlik Yasası’na karşı yapılan yaygın protestolara bakabilirsiniz. Yasa taslağının 24. maddesi Fransız polisi protestoculara şiddet uygularken fotoğraf ve filmlerinin çekilmesini yasaklıyor. Yasa koyucu haklarını korumak isteyen emekçilere karşı polisi daha fazla serbest bırakmayı arzuluyor.

Doğu Akdeniz’de sondaj meselesini ise daha ciddiye aldıkları ortada. Ayrıntıları atarsak geriye, Fransa’nın Total şirketi gibi enerji tekellerinin Doğu Akdeniz petrol ve gazını aralarında paylaşmak ve Avrupa’ya transfer etmek isteği kalıyor. Borç batağına batmış Kıbrıs ve Yunanistan ise bu transferden komisyon alma peşindeler.

Böyle bir paylaşımın bölge halkları açısından adaletsizlik barındırdığı çok açık. Öte yandan Türkiye sermayesi hiç de adaleti sağlama peşinde değil, Türkiyeli şirketlere alan açmaya çalışıyorlar.

Dolayısı ile ortada bir paylaşım var ve yeri gelince tekellerin devletleri güç politikası uygulayacaklar.

AB dolayısı ile iddia ettikleri gibi bir ilkeler, değerler bütünü ile değil, buz gibi tekellerin, şirketlerin çıkarları doğrultusunda hareket ediyor.

Buna rağmen ellerinde Türkiye’yi batıracak olanaklar olduğu halde bu olanağı kullanmadılar. Neden?

Evet, AB şirketlerin çıkarlarını siyasi olarak koruyan bir gangster şebekesinden farklı değil ama şunu gözden kaçırmamalıyız. AB toplantısında bir araya gelen siyasilerin oluşturduğu irade tek tek şirketlerin kısa vadeli çıkarlarının ötesinde tümünün uzun süreli çıkarlarını korumayı hedefleyen bir serbestlik içinde şekilleniyor.

İki nedenden dolayı, bazı üye devletlerin ve şirketlerin istemlerine rağmen Türkiye’yi kollamış gözüküyorlar. Bu sağduyunun altında yatan iki faktöre kısaca göz atalım.

İlki, kapitalizmin emperyalizm çağında ulusal sınırları tanımıyor olması ve bütünleşmesi ile ilgili.

Örneğin bir dış borç krizine doğru sürüklenen Türkiye’nin borçlu olduğu yabancı bankaların çoğunluğu Avrupa bölgesinde bulunuyor. Türkiye’de devletin veya özel sektörün en çok Alman, İngiliz, İspanyol, Fransız ve İtalya bankalarına borçlu olduğu görülüyor.

Türkiye’yi batırmak bu bankaları da sarsacaktır. Ayrıca dünyada zaten balonlaşmış fiktif sermayenin büyük ölçüde bir moral unsura dayandığı düşünülürse, Türkiye ölçeğinde bir ülkenin iflas etmesi herkesi bir mali krizle peşinden sürükleme olasılığını taşıyor.

Mali sermaye meselesine reel sermayeyi de eklemeliyiz. Türkiye işçi sınıfı sadece ulusal sermaye tarafından değil, Avrupa ülkelerinin sermaye sınıfı tarafından da sömürülüyor. Türkiye ve Avrupa arasında çok sayıda ara ürünü de içeren karmaşık bir üretim ve sınır ötesi meta transferi gerçekleşiyor. Örneğin, Türkiye’nin ihracat yaptığı ülkeler listesinde Almanya birinciliği uzun yıllardır koruyor.

Ayrıca Avrupalı tekeller Türkiye gibi ucuz emek ve sermaye cenneti bir ülkeye doğrudan yatırım yapıyor. Türkiye’de Alman sermayesinin ortak olduğu 7.500’e yakın şirket bulunuyor. Hollanda’nın ise son 20 yılda 20 milyar dolar kadar yatırımından bahsediliyor.

Dolayısı ile Türkiye’yi kaçınılmaz çıkar çatışmaları nedeniyle çökertmek aslında kendi sermayeleri ve sömürü mekanizmalarını da çökertmek anlamına geliyor.

Şimdi sağduyunun ikinci nedenine bakabiliriz, şu “Biden bekleniyor” denilen nedenine.

ABD’nin bir süre için izin verdiği “Önce ABD” kampanyası Batı emperyalizminin tümünde bir paniğe ve kendi başına kurtuluşu aramaya dönüşmüştü.

Biden’ın kişisel olarak önemi olmasa da stratejinin değiştiği algısı hızla Batı emperyalizmini sardı. Şimdi “NATO’da, AB’de birlik olmalıyız, kendi aranızda itişip kakışmayı bırakın” çağrısı kulislerde bir hayalet gibi dolaşıyor. “Hep birlikte şu Çin-Rusya bloğuna karşı davranmalıyız” fikri siyasileri hizaya sokuyor.

Bunu açıkça söylüyorlar zaten “Türkiye’yi Rusya’ya doğru ittirmemeliyiz, NATO’nun sadık bir bileşeni olarak Türkiye’ye ihtiyacımız var.”

Şimdi sanırım başlıktaki “Eyvah, AB sağduyulu davrandı” feryadı anlaşılmıştır.