İlk akla gelenin, tarih olarak aynı kesitte yer alan bizim kurtuluş savaşımız olması, doğal. Yalnız bizimkinin Ekim’le iyi ilişkileri ve oradan sağladığı mali yardım açısından değil.

Ekim olmasaydı

Neler neler olurdu ve neler neler olmazdı…

Bunların hepsini yazmaya kalksak, her biri için de üç beş açıklama eklesek, basbayağı bir kitap olur. Hem de öyle küçük boyutlu kitap değil.

Ancak, sadece bazılarını, o da belli bir sistematiği pek de gözetmeden yazmakla yetinmek gerektiği ortada. Bu yazıların hem yeri hem de işlevi sınırlı çünkü.

İlk akla gelenin, tarih olarak aynı kesitte yer alan bizim kurtuluş savaşımız olması, doğal. Yalnız bizimkinin Ekim’le iyi ilişkileri ve oradan sağladığı mali yardım açısından değil. O yardımın küçümsenemeyecek bir destek olduğu biliniyor. Ama desteğin o kadarla sınırlı kalmadığı da biliniyor. Anadolu’daki kurtuluş mücadelesinin kuzeyden ve kuzeydoğudan dostluğunu değişik biçimlerde belli eden bir devrimle, hemen ardından yepyeni bir devletle çevrelenmesi, az buz katkı sayılamaz; hatta her türlü paradan puldan daha önemli bir destek olarak düşünülebilir.

Bu birkaç yönlü destek olmasaydı, kurtuluş savaşı ve Anadolu’daki cumhuriyet devrimi başarıya ulaşamazdı demek, abartılı bir değerlendirme olarak görülse bile, bu başarının Ekim Devrimi’nin zafer kazanmasından ve Sovyet iktidarının ayakta kalarak dostluğunu açıkça sunan yepyeni bir devleti ortaya çıkarmasından etkilenmediğini ileri sürmek mümkün görünmüyor. Sözü uzatmadan, şu kadarının kabul edilebilir dayanakları bulunan bir saptama olduğu belirtilebilir: Zafer kazanmış bir Ekim’in ve onun ürünü bir sosyalist devletin var olmadığı bir dünya ve bölge coğrafyasında, hem kurtuluş savaşı daha büyük güçlüklerle karşılaşırdı hem de cumhuriyet devriminin gelişmesi daha farklı yönelişlerle gerçekleşebilirdi. İkinci büyük emperyalist savaşın hemen öncesinden başlayarak cumhuriyet döneminde yaşananlar, az önceki “farklı yönelişler” deyişinin örnekleri arasında düşünülebilir.

Kendi devrimimizi ve onun yarattığı yeni ülkemizi bir kenara bırakıp, kuşkusuz bizim de içinde bulunduğumuz, bütün bir dünya coğrafyasını göz önünde tutarak devam edelim.

Elbette proletaryanın ulusal ve uluslararası düzeydeki mücadelelerinin ürünü olarak elde edildiğini unutmadan, çalışma koşulları, sağlık ve eğitim başta olmak üzere toplumsal hayatın bütün alanlarındaki kazanımlarda Ekim Devrimi’nin zorlayıcı, mecbur edici ve yönlendirici etkilerinin varlığı rahatlıkla ileri sürülebilir. Benzer biçimde, bu kazanımların aşındırılmasında, hatta tümüyle yok edilmesinde de sözü edilen etkilerin ortadan kalkması büyük bir rol oynamıştır. 

Öte yandan, Ekim Devrimi olmasaydı, pek çok ülke sömürgelikten kurtulup bağımsızlığına, kişiliğine, kendi kaderini kendi ellerine alma şansına kavuşamazdı.

Belki de en önemlisi, Ekim Devrimi olmasaydı emekçi insanlığın önünde kendisini iliğine kadar sömüren, akla hayale gelmedik biçimlerde ezip baskı altında tutan kapitalizmden başka bir seçenek olduğu çıplak gözle görülür duruma gelemezdi. Dünya sahnesinden “resmen” çekilmesinin geçmişi çeyrek yüzyılı aşmışken bile, yaşamış olanların belleğinde, yaşamamışlar içinse okumayı dinlemeyi bilenlerin öğrendikleri arasında böyle bir seçenek, seçeneğin ötesinde tek kurtuluş yolu var olamazdı.

Git gide bir hayıflanmaya dönüşen bu muhabbeti, kimilerince aşırı bulunabilecek bir değerlendirmeyle, güncel bir konuya kadar taşıyabilirim. Hâlâ yaşadığımız ve kim bilir daha ne kadar sürecek küresel salgın da Ekim’in insanlığa armağan ettiği dünya havaya uçurulmuş olmasaydı, böylesine karabasana dönüşmüş biçimde süreklilik kazanamazdı. Bir küçümseme gördüğüm için kullanmaktan kaçındığım deyişle “reel sosyalizm”in kendisi değil sadece, etkisi ve uzantıları da bu kadar vahşice yok edilmemiş olsaydı, bugüne kadar her alanda benzersiz ilerlemeler sağlamış insanlık için bu teslimiyet söz konusu olmazdı. Sosyalizmin iktidarda olduğu coğrafyaların, az önce kullandığımız sözcüklerle zorlayıcı, mecbur edici, yönlendirici etkisiyle küresel salgına, bugün göstermelik olarak sergilenen türden sahtesiyle değil, gerçek bir küresel yaklaşımla saldırılır ve insanlık çok daha az kayıpla, çok daha kısa sürede sorunun üstesinden gelebilirdi. 

Bir bakıma, bütün bu “olmasaydı, gerçekleşmeseydi, yaşanmasaydı” benzeri varsayımlarla akıl yürüterek şöyle olurdu, böyle olmazdı demekle bir tür fantezi yapmanın yanlış, yersiz, anlamsız olduğunu düşünenler de çıkabilir. Ekimde olmasa Ocakta yahut Mayısta, o coğrafyada olmasa bu coğrafyada olurdu denebilir. Büsbütün yanlış sayılmaz böyle bir itiraz. Ama, yazması söylemesi biraz tuhaf gelse de, determinizmin bu kadarının işçi sınıfının iktidarı anlamındaki devrimin yüce gök tarafından belirlenmiş bir alın yazısı olduğunu kabul etmeye kadar varabileceğini unutmamak gerekir. Oysa, insanların, onlardan oluşan toplumsal sınıfların bilinçli, örgütlü müdahalesi olmaksızın devrim mevrim olmayacağını çoktandır biliyoruz.

Büyük Ekim Sosyalist Devrimi’nin yüz üçüncü yıldönümünde, eski yüzyıla damgasını vurmuş bu devrimin yeni yüzyılı da derinden etkileyeceğini söylemek, ne biliciliktir ne de falcılık.

Bir de şu var aklımda, eklemeden geçmeyelim: Çocuklarımıza ad koyarken böyle bir seçenek yoktu eskiden; ama şimdilerde, izleyebildiğim kadarıyla, epeyce yaygın bir davranış ortaya çıkmış durumda. Herhangi bir karşılık beklemeden sevdiğimiz çocuklarımız için onlara herkesin sesleneceği adları seçerken, Ekim diyebiliyoruz artık. Büyük Ekim’in ülkülerini, yarattığı, yaratıp koruyamadığı güzellikleri onlar da onlara seslenen herkes de hiç unutmasın, hep peşinden koşacakları amaçlarının en başına yerleştirsin diye… O kadar değil, ayrıca güzelim çocuklarımızı onlara yakışır adlarla çağırabilelim diye…