"Halk, ekmeğinin küçüldüğü her dönemde olduğu gibi bugün de bir arayıştadır ve bu arayış doğal olarak sola ait kavramlarla, değerlerle buluşmuştur. Burada ise tartışmasız bir şekilde umut vardır."

Bir 31 Mart değerlendirmesi ve bir soru: Umut nerede?

Bu köşede 6 Aralık 2023’te yayınlanan “2024: Yüksek enflasyon, yüksek faiz, yüksek işsizlik yılı” adlı yazıda Mehmet Şimşek programını değerlendirdikten sonra bunun yaratacağı siyasal etkilerle ilgili şöyle demiştik: 

2024 AKP’nin üzerinde yükseldiği ana kolonların, yani düşük faizin, düşük enflasyonun, düşük işsizliğin bir bütün halinde çatırdamaya başladığı, buradaki çatırdamanın bütün toplumu sarstığı bir yıl olacak. Evet, ülkede emek örgütsüz, evet sendikalar güçsüz, bir kısmı da satılmış ama bu kolonların çatladığı bir toplumun ilanihaye suskun kalma, ses çıkarmama ihtimali bir hayli zayıf. 

Bu satırların üzerinden sadece üç ay geçmişken ve programın asıl sonuçları henüz görülmemişken, yani henüz işsizlik oranları fırlamamış ve istihdam düşmemiş, ekonomide durgunluk başlamamışken dahi halk tepkisini sandıkta gösterdi. 22 yılın sonunda ilk kez AKP bir seçimden ikinci parti olarak çıkarken, oylarında da yaklaşık sekiz milyon civarında bir düşüş yaşandı. CHP ise kendilerinin ve hatta hiç kimsenin beklemediği bir şekilde 1977 seçimlerinden beri ilk kez sandıktan birinci parti olarak çıkmayı başardı. 

Aslında olan bitenin tarihsel bağlamına yerleştirildiğinde “normal” olduğunu söylemek pek de yanlış olmaz. Yalçın Küçük’ün “devalüasyon yasası” dediği şey, yani yerli paranın değer kaybı ve hayat pahalılığı Türkiye tarihinde defalarca iktidarları götürmüştür. Belediye seçimleri üzerinden örnek vermek gerekirse 1989’da SHP’nin kazandığı belediye seçimleri Özal’ın kemer sıkma politikalarına halkın verdiği tepkinin bir ürünüydü. Aynı SHP Karayalçın liderliğinde Çiller DYP’sinin ekonomi politikalarının destekçiliğine soyununca 94 yerel seçimlerini Refah Partisi kazandı ve siyasal İslam’ın iktidar yürüyüşü başladı.

Bugün gelinen noktada kendisi de 2001 krizine ve Derviş’in kemer sıkma politikalarına verilen tepkilerle iktidara gelen AKP, benzer bir süreci yaşıyor. Halk, AKP’nin Şimşek öncülüğünde izlediği ve Erdoğan’ın miting meydanlarında sahiplendiği kemer sıkma politikalarına tepkisini AKP’yi ikinci parti yaparak, oylarını 8 milyon düşürerek, sayısız belediye kaybettirerek verdi ve iktidara “sarı kart” falan değil doğrudan “kırmızı kart” gösterdi. 

Muhalefetin durumu 

İronik bir biçimde, son yılların en heyecansız seçimi olan ve muhalif toplum kesimlerinin beklentilerini minimum seviyeye çektiği 31 Mart seçimlerinden çıkan sonucun, siyaset üzerinde doğrudan ve çok yönlü etkiler yaratacağını şimdiden söyleyebiliriz.

Muhalefet açısından bakıldığında, CHP çok uzun yıllar sonra 25 bandının üzerine çıktı ve üstelik birinci parti oldu. Bu, yapılacak ilk seçime kadar Özgür Özel’in liderliğinin tescillenmesi, Kılıçdaroğlu ekibinin partiyi kurultaya götürme hayallerinin de suya düşmesi demektir. Öte yandan İstanbul’da “Türkiye ittifakı”nı kuran İmamoğlu muhalefetin doğal cumhurbaşkanı adayı olmayı başarmış durumdadır, genel başkanlığı isteyip istemeyeceği ise akılda tutulması gereken bir sorudur. Ankara’da oy rekoru kıran Mansur Yavaş’ın da -eğer böyle bir niyeti varsa- cumhurbaşkanı adaylığı için potaya girdiği söylenebilir. 

Seçimin başka bir sonucu Altılı Masa’nın İyi Parti de dâhil beş üyesinin siyaseten mevta hale gelmesi, birer tabela partisine dönüşme sinyalleri vermesidir; bu partilerin toplumda hiçbir karşılığının olmadığı net bir şekilde görülmüştür. Bu partilerin siyasal, toplumsal zayıflıkları ile Meclis’te sahip oldukları vekil sayısı arasındaki orantısızlık önümüzdeki süreçte enteresan tabloların ortaya çıkmasına neden olabilir. 

Zafer Partisi ise Özdağ partinin sosyal medyadaki etkisini bilinçli bir şekilde sokağa yansıtmadığı, faşist hareketlerin temel prensibi olan sokakta kitle mobilizasyonu yaratmayı bilinçli bir şekilde tercih etmediği için büyük bir hezimete uğramıştır. Ancak kanımca bu sonuçlara bakarak Türkiye’de sağ popülist/neo faşist dalganın sonunun geldiğini söylemek fazla erken bir tahmin olacaktır. 

DEM Parti Doğu ve Güneydoğu’daki illerde her zamanki başarısını tekrarlamış, 14-28 Mayıs seçimlerine nazaran etkisini biraz daha artırmıştır ama Kürt hareketinin toplumsal bağlarının zayıfladığına ve hareketin kendi iç krizini aşamadığına dair işaretler gelmeye devam etmektedir. Özellikle seçim öncesi Erdoğan’a yapılan çözüm çağrıları bu bağlama yerleştirilmelidir.  
Muhalefette CHP’den sonra asıl kazananın Yeniden Refah Partisi olduğu ise açıktır. YRP Milli Görüş’ün çekirdek kadrolarıyla birlikte kent yoksullarını ve Anadolu taşrasında proleterleşmenin hızlandığı bölgeleri “adil düzen” talebiyle etkilemeyi başarmış, ekonomik durum nedeniyle AKP’ye tepkili ama her ne olursa olsun CHP’ye oy vermeyecek olan bir toplam bu partiye yönelmiştir. Artık Türkiye’nin üçüncü büyük partisi olan YRP’nin eli AKP karşısında dün olduğundan çok daha güçlüdür ve pazarlıklar yeni bir güç dengesi eksenine gerçekleşecektir. 

İktidarın durumu

İktidardaki ittifaka gelince, bu sefer geçmişten farklı olarak AKP’ye yönelik tepki oyları ittifakın içinde kalarak MHP’ye gitmemiş, MHP’nin Erdoğan’a verdiği koşulsuz ve sınırsız destek seçmenin AKP’yle birlikte MHP’den de oyunu çekmesini beraberinde getirmiştir. MHP’nin yakın vadede ittifakı bozması düşük bir ihtimaldir ama Şimşek programının yoksulluğu daha da derinleştirdiği ve toplumsal hoşnutsuzluğun daha da büyüdüğü bir konjonktürde, yani yılın ikinci yarısında bu ihtimalin güçlenmesi söz konusu olabilir. 

Erdoğan ise şu an büyük bir çaresizlik içerisindedir; Şimşek programından vazgeçmesine makroekonomik dengeler de yerli ve uluslararası sermayeyle kurduğu ilişkiler de izin vermemektedir. “Nas politikası”nın bütün nesnel koşulları ortadan kalkmış durumdadır, öznel bir müdahale ise beraberinde çok daha büyük bir ekonomik yıkımı getirecektir. Bu nedenle de Erdoğan’ın ülkeye yakın zamanda sıcak para girmesi ve Şimşek programının yılın sonuna doğru enflasyonda kısmi bir düşüş sağlaması için dua etmekten başka şansı yoktur. 

Öte yandan “yeni anayasa” daha şimdiden hayal olmuş durumdadır; Erdoğan zorlasa da bunun için iktidarın meşruiyeti de gücü de yoktur; ancak yine de Altılı Masa’nın Meclis’te temsil edilen partileriyle birtakım pazarlıklar yapılması ve hiç olmazsa bir referanduma gidilmesi arayışının devamı şaşırtıcı olmayacaktır. Kuzey Irak’ta şimdiye kadar görülmemiş büyüklükte bir operasyona girişilmesi ve gündemin bütünüyle oraya kanalize edilmesi ve yeni bir milliyetçilik dalgası aracılığıyla muhalefetin susturulmak istenmesi de yine küçümsenmeyecek bir ihtimal olarak karşımızda durmaktadır.    

Solun durumu

Peki seçim bizim için, sol için, sosyalistler için ne söylemektedir? Alınan sonuçlar itibariyle bakıldığında ortada bir başarısızlık olduğu açıktır; ama ironik bir şekilde sosyalistlerin kayda değer bir başarı sağlayamadığı bu seçime damgasını vuran politik tavır adı konulmamış olmakla birlikte açıkça sol bir tavırdır.

Türkiye’de büyük şehirlerde yaşayan ve kendisini Atatürkçü ya da cumhuriyetçi olarak adlandıran nüfusun önemlice bir bölümünün AKP projesine ikna olmadığını zaten biliyorduk; 2017 referandumundan itibaren büyük şehirlerde güç dengesi muhalefet lehine gelişmeye başlamış, 14-28 Mayıs seçimlerinde ise oyların yarısından fazlası Kılıçdaroğlu’na gitmişti. 
31 Mart seçimlerinde bu tablo yine tekrarlandı ama bu sefer başka bir şey daha oldu: Bu hoşnutsuz toplama alt sınıfların geniş bir bölümü ve emekliler de eklendi, coğrafya ise Anadolu taşrasına doğru genişledi. Yani ekmeği küçülen ve önemlice bir kısmı daha önce AKP’ye vermiş halk kitleleri sandığa gitti ve ekmeğini küçültenleri doğru tespit edip cezalandırdı; üstelik bunu yaparken stratejik davrandı ve AKP’nin karşısındaki en güçlü gördüğü partiye, yani CHP’ye oy verdi. 

Siyasal İslam’a teslim olmayan geniş kitlelere bir de iktidarın ekonomi politikalarına “bilinçsiz bir sınıf bilinci”yle itiraz eden milyonların eklenmesi açıkça sol bir tablodur. Halk bir arayış içerisindedir ve burada aranan daha çok sosyal devlettir, gelir dağılımında adalettir, adil bir vergi sistemi beklentisidir, insanca yaşamdır ve tarihsel olarak bunların hepsi sol siyasetle anılmaktadır.  Dolayısıyla henüz adını koyamasa da halk kendiliğinden ve el yordamıyla sola yönelmiştir. Üstelik bunu yaparken etrafındaki tarikat, cemaat, vakıf, dincilik, milliyetçilik kuşatmasına da ciddi bir tekme atmış, çemberi yarmak adına bir ilk girişimde bulunmuştur. 

Bu elbette ki CHP’nin solcu olduğu anlamına gelmez; bilakis mevcut CHP yönetimi halkın öfkesini soğurmaya ve düzen dışına yönelmesini engellemeye çalışacak, onu ehlileştirmeyi deneyecek ve buradan sermaye için bir restorasyon programını yürürlüğe koymak isteyecektir. İşte sola, sosyalistlere, düşen görev toplumun “bilinçsiz sınıf bilinci”yle ve el yordamıyla yöneldiği solu toplumla buluşturmak, bu öfkeyi politize etmek ve bir düzen dışı hareket yaratmaktır. 

Bunun için de “ekmeği nasıl bölüşeceğiz” sorusu daha çok sorulmalıdır, daha çok sosyal politika talep edilmelidir, gelir dağılımındaki bozukluk, vergi sistemindeki adaletsizlik, bizzat sömürü düzeninin kendisi siyasetin asli konusu haline gelmelidir, sol bu siyasetin gerçek sahibi olduğunu topluma anlatmalıdır. 

Bu aynı zamanda ayaklarını bu ülkenin topraklarına basmak, bu ülkenin insanın derdiyle, neşesiyle, sevinciyle, kederiyle hemhal olmak demektir. Sol “bu memleket bizim” diyerek yerli olanın da halkçı olanın da halk olanın da kendisi olduğunu geniş kitlelere kanıtlamakla sorumludur. 

Buna mutlaka toplumun genelinde bir sol hava estirilmesi çabası eşlik etmeli, sosyal medya ve popüler kültür ürünleri de dahil olmak üzere özellikle genç kuşağı sol fikirlerle, sol değerlerle, solun tarihsel figürleriyle tanıştıracak mekanizmalar icat edilmelidir; ülkenin solcu olmanın, devrimci olmanın iyi bir şey, güzel bir şey, doğru bir şey olduğunu bilen genç kuşaklara ihtiyacı vardır çünkü.  

Halk, ekmeğinin küçüldüğü her dönemde olduğu gibi bugün de bir arayıştadır ve bu arayış doğal olarak sola ait kavramlarla, değerlerle buluşmuştur. Burada ise tartışmasız bir şekilde umut vardır, umut bizzat bu arayışın kendisindedir. 

Eğer halkla doğru iletişim kanalları yaratılabilirse, halka gidilebilirse, halkla birlikte halk için siyaset yapma mekanizmaları inşa edilebilirse, özü itibariyle sağcı, milliyetçi, muhafazakâr olduğu iddia edilen ama bunun külliyen yalan olduğu 31 Mart akşamı bir kez daha ortaya çıkan bu halk, bugün el yordamıyla buluştuğu sol değerlerle bir sınıf bilincine sahip olacak şekilde buluşabilecektir. 

Meselemiz tam olarak budur.