Velhasıl sol, CHP’ye yedeklenmek, ona akıl vermek, onu sola çekmek gibi hiçbir karşılığı olmayan şeylerle uğraşmak yerine, halkı sola çekmelidir.

Fakirin ‘kıpkırmızı ettiği’ Türkiye

“Sen garibanı, fakiri düşünmezsen, fakir kıpkırmızı eder Türkiye’yi.”

Seçim sonrası yapılan sokak röportajlarından birinde bir yurttaş, biraz da müstehzi bir yüz ifadesiyle bunları söylüyordu mikrofona. 

Üzerinden geçen on günün ardından artık çok daha net bir şekilde görülebiliyor olmalı; 31 Mart seçimlerine damgasını yoksulluk vurdu. Halk, 14-28 Mayıs seçimlerinden sonra uygulamaya konulan ve Erdoğan’ın arkasında durduğu Mehmet Şimşek programının sınıfsal özünü gördü, sandığa gitti ve bu programın uygulayıcılarını cezalandırdı, Türkiye’yi “kıpkırmızı” etti. 

Geçen haftaki yazıda halkın Şimşek programına sandıkta verdiği tepkinin potansiyel olarak sol bir karakter taşıdığını; çünkü hem sermayenin çıkarları adına izlenen yoksullaştırma politikalarına bir reddiye anlamına geldiğini hem de sosyal devlet, sosyal politikalar, gelir dağılımında adalet vb. sola dair talepleri içerdiğini söylemiştim. Ortada halkçı-kamucu politikalara dair bir arayış vardı ve bu da kaçınılmaz olarak seçim sonuçlarına sol bir renk çalıyordu. 

Halkın “Türkiye’yi kıpkırmızı etmesi”, yani AKP’yi cezalandırmak için karşısındaki en güçlü parti olan CHP’ye yönelmesi, CHP’yi solcu falan yapmaz elbette; “halk yüzünü sola döndü” demek de “CHP solcu bir partidir” demek anlamına gelmez. Arayış şu an için akacağı mecrayı CHP olarak görmüştür sadece. 

Seçimin hemen ardından yaşananlar ise yakın gelecekte yaşanacakların bir işareti olarak değerlendirilebilir. Örneğin İmamoğlu’nun makam odasında ailesiyle verdiği dua görüntüsü, Ermenek Belediyesi’ni kazanan Mustafa Bozcu’nun 18 madencinin ölümünün baş sorumlularından biri olan Abdullah Özbey’le birlikte iftar düzenlemesi, Özgür Özel’in Sabah gazetesinde manşete çıkıp cumhurbaşkanını kastederek “makama saygı” mesajı vermesi, erken seçimin bir öcü gibi gösterilmeye çalışılması… 

CHP’nin seçim sonrası ısınan ortamı en azından bir süreliğine soğutmaya çalışması, bu esnada da yerli ve uluslararası sermayeye kendi iktidarına dair birtakım güvenceler vermesi, dinselleşmeyle ve gericilikle cepheden bir yüzleşmeye girişmemesi ve iktidarla birtakım pazarlık arayışlarında bulunması şaşırtıcı olmayacaktır. 

Öte yandan CHP’nin bazı mecburiyetleri de vardır; o mecburiyet de halkın haritayı “kıpkırmızı” etme nedeniyle, yani yoksulluğa, enflasyona, hayat pahalılığına verdiği tepkiyle ve girdiği arayışın taşıdığı sol potansiyelle ilgilidir. Halk sandıkta hem tüm bunlara tepki vermiş hem de CHP’li belediyelerin halkçı-kamucu karakterli icraat ve hizmetlerini takdir etmiş, bunların bir devlet politikasına dönüşmesine dair bir talebi görünür kılmıştır.  

CHP, bu arayışa ve taleplere kaçınılmaz olarak bir yanıt vermek zorundadır; bu yanıt ise yine kaçınılmaz olarak “sol” bir karakter taşıyacaktır. Yani CHP, Şimşek programının halkı yoksullaştırmaya devam ettiği bir süreçte daha çok sosyal devletten, daha çok sosyal politikadan, daha çok gelir dağılımında adaletten, daha çok adil bir vergi sisteminden, daha çok kalkınmadan söz etmek durumundadır. Tüm bunlara ise belediyelerin uygulamaları eşlik edecek, bunların yapılabileceği gösterilmeye çalışılacaktır; yoksa halkın verdiği mesaj anlaşılmamış ve belediyelerden iktidara uzanan yol daha baştan tıkanmış olacaktır. 

Tekrar etmek pahasına söyleyelim, düzenin sınırları içerisinde CHP’nin solculuk yapmaya mecbur olması, ona solculuk atfetmek anlamına gelmez; bu CHP açısından bir mecburiyettir ve esas mesele bu sürece sosyalistlerin nasıl müdahale edeceğidir.

Her şeyden önce kamuoyunun ve toplumun yıllardır unutturulmaya çalışılan sol değerleri, eşitliği, adaleti, sosyal devleti, sosyal politikaları yeniden hatırlaması ve konuşmaya başlaması her durumda iyidir. Halkçı-kamucu ekonomi politikalarının halkın faydasına, başta özelleştirme ve kemer sıkma politikaları olmak üzere sermaye yanlısı politikaların halkın zararına olduğunun gözle görülür hale gelmesi de iyidir. Böylesi bir politik atmosfer Türkiye’de sermaye düzeninin meşruiyetinin tartışmaya açılması açısından bir başlangıç olarak görülmelidir. 

Tüm bunların daha fazla konuşulması için toplumsal muhalefetin CHP’ye daha fazla baskı yapması gerekmektedir ve basınç yapmakla kastedilen CHP’yi “sola çekmek” değildir. Gerektiğinde onunla kavga edecek şekilde, daha fazla sosyal politika, daha fazla halkçı-kamucu icraat talep etmek ve hem bunları halk nezdinde daha çok istenir hale getirmek hem de CHP’nin yapabileceklerinin sınırını göstermek demektir. 

Örneğin toplumsal muhalefet/sosyalist güçler, CHP’nin Şimşek programına alternatif olarak topluma hangi programı sunacağı sorusunu güçlü bir şekilde sormalı, bu vesileyle hem Şimşek programını daha fazla teşhir etmeli hem de CHP’nin alternatifinin gerçekten bir alternatif anlamına gelip gelmediğini bir toplumsal tartışma başlığı haline getirmelidir. Bu esnada sosyalist bir alternatif program da gündeme getirilmeli ve tüm bunların bir kamuoyu tartışmasına dönüşmesi için gereken bütün araçlar kullanılmalıdır. Halkın Şimşek programına karşı kendi programını yazabileceğini göstermek sosyalist siyasetin öncelikli görevlerinden biridir.

Şimşek programıyla mücadele için elbette ki alternatif bir programın tartışmaya açılması yeterli değildir. Bu programın somut çıktıları birer mücadele başlığı haline getirilmelidir. Örneğin Merkez Bankası tarafından hükümete yollanan ve hükümetin daha önceden haberinin olmadığını asla düşünemeyeceğimiz açık mektupta asgari ücrete yılda bir kez zam yapılması kural haline getirilmeye çalışılmakta, Temmuz ayında yapılabilecek bir zammın önü şimdiden kesilmeye çalışılmaktadır. 

Toplumsal muhalefet asgari ücrete temmuz zammını en önemli gündemlerinden biri yapmalı, burada bir kazanım elde edilmeli ve milyonların asgari ücrete yakınsayan bir ücret düzeyinde yaşadığı emek rejimi tüm çalışanlar açısından sorgulanır hale getirilmelidir. Sadece bu değil memur ve emekli maaşları için de benzer bir mücadele yürütülmeli, insanca bir ücret talebi toplumun geniş kesimlerine yayılmalıdır. Ücretler üzerine verilen mücadele, sınıf mücadelesinin temel noktalarından biridir ve ücretlerin kemer sıkma programından boğaz sıkma programına geçecek şekilde bastırılmasına karşı duracak bir direnci açığa çıkarmak bugünün en önemli meselesidir. 

Ücretler kadar önemli olan başka bir mesele vergi meselesidir. Bugün Türkiye’de vergi yükü KDV, ÖTV ve bordrodaki kesintiler aracılığıyla bütünüyle halkın sırtına yıkılmıştır; sermaye ise neredeyse hiç vergi ödememektedir. Tarihsel bütün büyük dönüşümlerde vergi isyanları çok önemli bir rol oynadığına göre, bizde de vergi sisteminin adaletsizliği toplumsal bir mücadele başlığı haline getirilmeli, halkın vergi yükünün hafifletilip sermayenin vergi yükünün artırılması talebi toplumsal bir talebe dönüştürülmelidir. 

İnsanca bir ücret ve adil bir vergi sistemi eksenine yerleştirilmiş bir toplumsal mücadele, düzenin sınırlarına doğru genişleme potansiyeline sahiptir. Bu noktada örneğin özelleştirmeler tekrar tartışmaya açılmalı ve halkın olanın yeniden halka ait olması çağrısı ve kamulaştırma söylemi yükseltilmelidir. Taşeron ve güvencesiz çalışma üzerine kurulu emek rejimi sorgulanır hale getirilmelidir. Yerli paranın değersizleştirilmesi ve düşük ücretler üzerine kurulu ihracat fetişisti politikaların tek alternatif olmadığı topluma anlatılmalı, sıcak para hareketleri üzerinde kontrol talep edilmeli, finansal kazançların vergilendirilmesi bir gündem başlığı yapılmalıdır.

Velhasıl sol, CHP’ye yedeklenmek, ona akıl vermek, onu sola çekmek gibi hiçbir karşılığı olmayan şeylerle uğraşmak yerine, halkın potansiyel olarak solda duran seçim tutumunu politize etmeli, ona bir çıkış yolu sunmalı, bugün el yordamıyla varılan sol değerleri halk nezdinde elle tutulur gözle görülür hale getirmeli, bir bilinç sıçraması için gereken her şeyi yapmalı, yani halkı sola çekmelidir. Eğer bu yapılabilirse solun da ciddi sıçramalar yapabilmesi için zemin müsaittir, yakalanan fırsat kaçırılmamalıdır.