Piyasacı ve gerici eğitim-öğretim süreçleri, doğuştan gelen insancıl özelliklerini kullanamayan kişilerin 'kullanışlı aptal olmalarını' kolaylaştırıyor.

Bilmek iyi de; bazen yetmiyor

İnsanların akıl almaz tutum ve davranışlarının nedeni, kişilerin bilme ve özgürleşme düzeyiyle ilişkilendirilebiliyor. 

Bilmediği ya da yanlış bildiği konularla ilgili olarak akıl ve insanlık dışı tutum ve davranışlarda bulunanlar, insanları pek şaşırtmıyor. Oysa bu tür tutum ve davranışlarda bulunanlar “bilgili” olanlar arasından çıktığında, hemen herkes çok şaşırıyor.   Ne yazık ki, günlük yaşamımızda karşılaştığımız gibi, koronavirüslü günlerde de, bilgili olduğu bilinen nice insanın, akıl-almaz tutum ve davranışlar sergiledikleri görülüyor. 

Örneğin iletişim alanında doktora eğitimini sürdüren ve Cumhurbaşkanının değil de milletin vekili olan AKP’li RTÜK başkanı, “Cumhurbaşkanının talimatını emir telakki ederiz” diyor! Bu kişiye, “bilgisizliğinden ya da yanlış şeyler bildiğinden bunları söylüyor” diyebilir miyiz?

Anayasa’ya karşı hareket edilip üç milletvekilinin meclisten atıldığı süreçte, bir başka AKP milletvekilinin, “Cumhurbaşkanı’nın talimatını alıp uygulamaktan onur duyarım” demesi de, herhalde onun bilgisiz oluşundan kaynaklanmıyor. 

Bu tür sözler ya da davranışlar unutulmuyor. Prof. Dr. Ömer Dinçer de, milli eğitim bakanlığı sırasında 4+4+4 yasa taslağının tartışıldığı günlerde, “32. Gün” programında,  “Başbakan’ımızın isteği bizim için emirdir” demişti! Bu profesöre, “bilgisizliğinden böyle konuşuyor”, denemiyor.

Bahçeli, Soylu ve Kurtulmuş gibi siyasetçilerin önceki yıllarda söyledikleriyle şimdi yaptıklarına bakınca, ne de olsa bunlar siyasetçi dense de, benzer çarpıklıklar başka meslek sahipleri arasında da çıkıyor. Örneğin ortalıkta gerçeklerle uyuşmayan raporlar yazan profesörler, keyfi nedenlerle insanları suçlayan savcılar, Anayasayı hiçe sayan yargıçlar, … yok mu?

Yargı deyince, Yüksek Seçim Kurulu'nun (YSK) pek çok üyesinin, İstanbul’da aynı sandıkta kullanılan oylardan yalnız E. İmamoğlu ile ilgili olan oyları geçersiz sayıp yalnız büyükşehir belediye başkanlığı seçiminin yenilenmesine karar verdiği akla geliyor. YSK üyelerini bu yönde karar vermeleri, tabii ki bilgisiz olduklarından kaynaklanmıyor. 

Bilgili oldukları bilinen kişilerin akıl-almaz söz ve davranışlarda bulunmalarının gerçek nedenini bilmek tabii ki mümkün olmuyor. Ancak genel bir neden olarak bu tür söz ve eylemlerde bulunanların yeterince özgür olamadıkları akla geliyor.

Bu özgür olup olmama konusu da, genel niteliğiyle eğitim-öğretim süreçleriyle ilişkili oluyor. Bu bağlamda sürecin kişiyi özgürleştirici nitelikte olup olmaması önem kazanıyor. Genellikle, kişinin özgürleşmesini kısıtlayan etkenlerin başında, piyasacı eğitim-öğretim süreçleri geliyor. İlköğretimde girişimciliğe ve ortaöğretimde de rekabetçiliğe önem verilen süreçlerde yetişen kişi, yeterince duyuşsal gelişim gösterememişse, kolaylıkla piyasacı anlayışları benimseyebiliyor. Piyasacı anlayışlar hakim olunca, paraya, emek harcamadan kazanmaya, daha çok kazanmaya ağırlık verilebiliyor. Piyasacı anlayışlar hakim olunca, her şey “ben” merkezli olmaya başlıyor; giderek bencilleşiyor; vicdan, hak, hukuk yok oluyor.  

Toplumsal yaşam içindeki bazı olaylar da, kişide hak etmeden kazanma duygusunu öne çıkarabiliyor. Örneğin T. Özal iktidardayken, “Memurum işini bilir”, “Anayasa bir kez delinmekle bir şey olmaz” ve Körfez Savaşı sırasında da, “Bir koyup üç alacağız” demesi de, R.T. Erdoğan’ın, “Ben ülkemin kaynaklarını pazarlamaya geldim” demesi de, bazı kişilerde piyasacı anlayışları tetikleyen sözler oluyor. 

Davranışları piyasacı anlayışların etkisinde olan kişi, genelde piyasacı anlayışını başkalarını sömürmekte kullanıyor. Başkalarının emeğini sömürdükçe, kazancı artıyor. Kazancını iki kat artırması için başkalarını iki kat daha fazla sömürmesi gerekiyor. 

Davranışları piyasacı anlayışların etkisinde olan kişi, başkalarının sömürme fırsatı bulamayınca, en kolayını seçip bir şekilde kendisini pazarlamanın yollarını arıyor.  

Bir yazarın 2014 Ocak ayında, Taraf Gazetesi’nde çalıştığı günlerle ilgili olarak, “Zamanında inanarak kullanışlı aptallık yaptıklarını” açıklaması, bir bakıma kendilerini pazarladıkları anlamına geliyor. Yandaş basın denen kesimin en azından önemli bir bölümü kendilerini pazarlayanlardan oluşuyor. Kendini pazarlayanların görünür kazançları da, başkalarına kötü örnek oluyor, yeterince olgunlaşmamış kişilerin kendilerini pazarlama eğilimini tetikliyor. 

Sözün kısası, piyasacı ve gerici eğitim-öğretim süreçleri, doğuştan gelen insancıl özelliklerini kullanamayan kişilerin “kullanışlı aptal olmalarını” kolaylaştırıyor.  

Yurttaşlarımızın “kullanışlı aptal” durumuna düşmemesinin tek yolu, laik, bilişsel, kamusal ve parasız eğitim oluyor. 

[email protected]