'Yinelemekte sakınca yok: Bundan sonrası için bizim tarafı bekleyen en büyük tehlike besbellidir ve, geride kalmış çok uzun yıllar boyunca olduğu gibi, demokrasi denilen kısır döngünün ve onun bir türlü bitmeyen onarım süreçlerinin peşine takılmaktır.'

Ne düşmeli ne ağlamalı

Bundan sonrası nasıl olacak? Dört başı bayındır bir betimleme yapmak değil muradım. O kadarı, hem böyle bir yazının kapsamına sığmaz, hem de bir kişinin kendi başına üstesinden gelebileceği iş değildir. Ayrıca soruyu “ne olacak” değil, “nasıl olacak” biçiminde formüle ediyorum. Nasıl katlanabileceğiz, nasıl olacak da doğru bildiklerimizi söyleyip yapmaya devam edeceğiz, anlamında. Bu “nasıl”lar işimizin çok da kolay olmayacağının örtük bir anlatımı oluyor.

Yakın gelecekte ortalıkta dolaştırılacak, insanların ve onların oluşturdukları toplumsal sınıfların kafasına kakılacak ideolojik-politik söylemlerin bazılarının neler olabileceği üzerinde durmaya çalışacağım. Bunlar sadece söylem düzeyinde kalmıyor kuşkusuz; farklı coğrafyalardaki farklı siyasal iktidar bileşimleri doğrultusunda eyleme dönüşüyor ve kitlelerin her günkü hayatını şu ya da bu biçim ve ölçüde etkiliyor.

Bir yöntemsel not daha: Burada yazdıklarımın hiçbiri şu son bir iki aydır yaşadığımız olağandışılıklar nedeniyle ortaya çıkmadı; kökeni herhangi bir sıradışı durumun sonucu değil, çok daha eskilere dayanıyor. Sadece, bu olağandışı dönem, olağandışı demek ne kadar doğruysa, olup bitenin kavranmasını bir ölçüde kolaylaştırıyor ya da açıklanıp anlatılmasında bazı yeni imkânlar yaratıyor. Kâğıt üstünde böyle görünüyor daha doğrusu; gerçekte böyle olup olmadığını göreceğiz.

***

Birincisi, diyerek başlıyorum, kapitalizm denilen dünya düzeninin eskidiğini, insanlığın varlığını sürdürmesi bakımından yetersizleştiğini, dolayısıyla kendini yenilemesi gerektiğini dile getiren bir söylem olacaktır. Bu söylem, kapitalizmin zaten yer yer ve zaman zaman bunu yaptığını da belirtecek ve ekleyecektir: Ama şimdi daha sistematik ve daha yaygın olarak yapmak zorunda. Ekler bitmez, şu da olacaktır muhtemelen: Bunu yaparken sosyalizmden bazı örnekler, birtakım değerli dersler alınabilir. Bununla birlikte, kantarın topunu kaçırmamak gerekir, çünkü sosyalizmin çöktüğünü herkes görmüş durumda. Çöküp gitmiş bir talihsiz deneyimi büsbütün göz ardı etmekten daha kötüsü ona fazla takılıp boşuna zaman harcamaktır. Ayrıca, tehlikeli bir seçeneğin, hazır batıp gitmişken, yeniden parlatılmasına yol açılabilir.

Ortaya atılma olasılığı düşük sayılamayacak şu son sözlerde iç içe geçmiş ikili bir anlam var. Biri, çökmüş bir düzenden kalanlar pek muteber sayılmaz, dolayısıyla onlara fazla değer verilmemeli; öbürü, ya doğruysa, ya onların yaptıkları işe yarıyorsa… Böyle bir bir ruh durumunun bazı kesimlerde egemen olabileceğini sanıyorum.

***

İlkiyle bağlantılı ikinci bir söylem ve uzantısı bazı eylemler ise şöyle biçimlenebilir: Sosyalizmin çöküşü, devletin iç ve dış güvenlik, adalet, hukuk ve benzeri birkaç alan dışında her alandan elini ayağını çekmesine yol açtı. Oysa, devlet ile bireylerin, kamusal ve özel kesimin birlikte, iş ve güç birliği gerçekleştirdiği alanlar vardı. Bu durum hem demokrasi sayesinde mümkün olabiliyor hem de demokrasinin yaşamasını, güçlenmesini sağlıyordu. Ekonomik hayatın düzenlenmesi bağlamında “karma ekonomi” olarak cisimleşen ve geçmişte çok yararlı olmuş yaklaşımın yeniden hatırlanmasıyla birçok sorun aşılacaktır.

***

Öngörebileceğimiz bir başka yaygın söylemi “nerede o eski kapitalizm” biçiminde dile getirmek mümkündür. “Hâlâ mı?” diyerek bu olasılığı dışlamakta aceleci olunmamalıdır. Çoktandır buna ve birkaç değişik biçimine rastlamışızdır da şimdilerde bunun daha çok örtük anlatımlarının belli ölçüde yaygınlaşması uzak olasılık sayılmaz. Bu çerçevede, zaten çok zamandır rekabetin kalmadığını, tekellerin egemen olduğunu, olsa olsa tekelci rekabetten söz edilebileceğini işitmek şaşırtıcı olmayacaktır; ders kitaplarına bile geçmiştir bunlar. Piyasaya müdahalelerin çok arttığı, bunun gerekliliğin ötesine geçip düpedüz müdahaleciliğe dönüştüğü vurgulanacaktır. Siyasal açıdan da bunun demokrasinin yara almasına, eksilmesine, düşmanlarının saldırısına çanak tutmasına yol açtığı ileri sürülecektir.

Bu tür söylemlerin ortak sonuçlarının ya da çözüm önerilerinin ise, son zamanların modalaştırılmış deyişi ile, “fabrika ayarlarına dönmek” biçiminde dillendirileceğini düşünebiliriz. Kimse “yok artık, bu kadarı da olamaz” demesin, olmaz olmaz denilmiştir ve olduğu zaman görülecektir. Kapitalizm doğru tanımlanmış fabrika ayarlarına dönmeli diyenlerin olacağını düşünmekte bir tuhaflık bulunmuyor. Çözümsüzlük ve çıkışsızlık o düzeylerdedir.

***

Buradan bizim tarafa geçeceğim geçmesine de, daha önce, şu son olası söylemin bir uzantısına değinmekte yarar var.

Orada ne demiştik, biraz açarsak, şöyleydi: “Aslında kapitalizm kötü değildi, ama ihanete uğraması işleri çıkmaza soktu”. Aşağı yukarı böyle anlatılabilecek bir yaklaşımın mankafalığın mı ödlekliğin mi ağır bastığı bilinmez bir uzantısı da ortaya çıkacaktır. Demokrasi denilegelmiş “şey”in tarihsel ve güncel özelliğinin zorun azalıp çoğalan dozlarının birbirinin yerini alması olarak kavranamayışı, yine ve yeniden gündemi belirleyici olabilecektir. Sosyalizmin çözülüşünden beri, demokrasi, zorun çoğalan dozları ve çeşitlenen biçimleri olarak kendini gösteriyordu. Dünya emperyalist-kapitalist sisteminin yeni bunalım döneminde de çıplak zor sık sık ön plana çıkmayı sürdürecektir. Bunun biçimlerindeki çeşitliliğin aynı zenginlikte sürmesini ise beklememek gerekir. Epeydir çokça yinelendiği üzere, anlatabileceği öyküler ve sunabileceği şekerlemeler tükenmeye yüz tutmuştur, büsbütün tükenmediyse eğer… Bu kuşkusuz berbat bir çaresizliktir ve şimdiden kendini göstermeye başlamıştır. Türkiye bu sergilemenin önde gelen coğrafyalarından biri olmaya adaydır.

Şimdi bizim tarafa geliyoruz. Önce bizim taraf ile anlatmak istediğimizi yazalım: Nesnel ve öznel olarak, irademize bağlı olmadan yer alıp seçip isteyerek kalmakta devam ettiğimiz; içine doğarak ve daha sonra yapıp ettiklerimizle varlığımızı sürdürdüğümüz taraftır bu. Daha kısası, emekçi sınıflar ile onların egemenliği peşinde koşanların oluşturdukları taraftır.

İşte bu tarafta yine, yeniden, pek çok kez olduğuna benzer bir kepazelikle karşı karşıya kalmamız mümkün görünüyor. Az önceki yakışıksız ya da olağan yazı diline uygun düşmeyen “kepazelik” sözcüğü için özür dileyerek devam edersem, güç ya da çok güç durumlarla her karşılaştığımızda başvurduğumuz şu demokrasiyi bir kenara bırakmazsak, hiçbir yere varamayız. Demokrasi denilen karşılıksız sevda uğruna ne zaman ortaya atılmışsak hüsrana uğramışızdır; destanlaşmış kahramanlıklar bu çok bıktırıcı sonucu değiştirmiyor.

Bunları anlatmaya çabalarken dilinde tüy bitmenin bir örneği, önceki cümlede dilimden mi elimden mi nasıl dökülüverdiğini anlayamadığım “karşılıksız sevda” benzetmesi olsa gerek! Pek arabesk kaçtığı ileri sürülecek olursa, kabul etmeye hazırım. Bununla birlikte, çoğumuzun bildiği şu “teşbihte hata olmaz” sözüne sığınmam da mümkün olabilir!

Sözlerimiz biraz daha usturuplu olsun dersek, şöyle anlatabiliriz: Demokrasinin, onun geliştirilmesinin, korunmasının, yeniden kazanılmasının ardına düşülerek mücadele edilmeyeceğini, bu tür bir mücadelenin bizim tarafı ileri götürmeyeceğini artık anlamış olmak gerekiyor. Bu anlamda demokrasi bir kısır döngünün öteki adıdır. Döne döne başımız döner, çok yol gittiğimizi sanırız. Oysa, baş dönmesi geçince, bir de bakarız ki, hep aynı yerde dönüp durmuşuz, hatta bazı durumlarda daha da geriye gitmişiz meğer.

Bizim taraf açısından sınıf mücadelesinin yürütülmesini kolaylaştırıcı ve güçlendirici çabaların adı demokrasi için mücadele olmamalıdır. Onları toplumsal hak ve özgürlükler için mücadele olarak anlamak gerekir. Toplumsal hak ve özgürlükler için mücadele ise emekçi sınıfın iktidarı için mücadelenin çıkarlarına bağımlı olarak yürütülür. O hak ve özgürlüklerin geri dönüşsüz bir kesinlikle kazanılması, ancak iktidarın alınması ile mümkündür.

Sonuç olarak, hâlâ yaşamaya mahkûm bırakıldığımız bir kötülükler dünyasında, önce şu sonra bu, şunu yapamazsak bunu yapamayız ve benzeri aşamalara takıldığımız, onlar gerçekleşmediği için asıl işimizi ertelediğimiz sürece, bu mahkûmiyete son verme şansımız olmayacaktır.

Yinelemekte sakınca yok: Bundan sonrası için bizim tarafı bekleyen en büyük tehlike besbellidir ve, geride kalmış çok uzun yıllar boyunca olduğu gibi, demokrasi denilen kısır döngünün ve onun bir türlü bitmeyen onarım süreçlerinin peşine takılmaktır.

Emekçi insanlık ne zaman her türlü sahte amacı bir yana bırakır ve sosyalizmi yakın hedefine koyarsa, o zaman kurtuluşunu ellerine alır. Yoksa, diyerek bu cümleyi uzatır ve bizim halkımızın acımasızlığın doruğundaki deyişiyle, kendi düşen ağlamaz, der miyiz günün birinde? Sanmam. Teslim bayrağını çekmek olur çünkü o kadarı.

Ne yorulur ne usanırız herhalde. Biraz daha gerçekçiliği elden bırakmadan söylersek, belki biraz yoruluruz, ara sıra usandığımız olur; ama vazgeçmeyiz. Anlatır dururuz.

Elverir ki, daha etkili, daha sonuç alıcı olmayı başarabilelim.