Dünya tedarik zincirleri içinde Çin’in bugünkü konumu, “Çin’den kopma” girişimlerinin fiilen imkansız olduğunu ortaya koymaktadır.

Çin ekonomisinde dinamizm ve durgunlaşma

Çin Halk Cumhuriyeti parlamentosu olan Ulusal Halk Kongresi’nin 2024 oturumu 4 Mart tarihinde başladı. Başbakan Li Qiang’ın toplantıya sunacağı 2024 Ekonomi Programı uluslararası iktisat çevrelerinde de merakla beklenmekteydi. Çin ekonomisinin bir durgunluk konjonktürüne girdiği tespitleri yaygınlaşmaktaydı.

Başbakan’ın konuşması ile bir başlangıç yaparak ekonomik gelişmelere, Çin’deki politika tartışmalarına göz atalım. Önümüzdeki haftalarda ayrıntılarla zenginleştirebiliriz.

Yüzde 5’lik bir büyüme eğilimi: Nereden nereye…

Başbakan Li Qiang, Çin ekonomisinin 2024 büyüme hedefini “yaklaşık yüzde 5” olarak açıkladı. Çin planlaması, artık, bağlayıcı büyüme hedefleri belirmeye son vermiştir. 2024 Programı da “yaklaşık yüzde 5’lik” büyüme öngörüsüne değinmekle yetinmektedir.

Ekonomi programı “üretim güçlerinin nitelikli gelişmesini” hedeflemektedir. Temel öncelikler, “sanayi sisteminde modernleşme ve her şeyden önce istikrar” olarak belirtiliyor. Teknolojik bağımsızlık stratejik hedeftir. Vurgulanan alanlar arasında hidrojen enerjisi, yapay zekâ, gelişkin çipler, dijital ekonominin yenilenmesi dikkat çekiyor. Arka planda ayrıntılı bir yatırım planlamasının yer aldığı anlaşılıyor.

Plan hedefleri arasında yer almasa da sabit fiyatlarla millî gelir hareketleri elbette izlenmektedir. 2023’te Çin ekonomisinin büyüme oranı yüzde 5,2 olarak hesaplandı. ÇKP’nin İngilizce yayımlanan organı Global Times bu sonucu, ABD ekonomisinin aynı yılda gerçekleştirdiği yüzde 2,5’lik büyüme ile karşılaştırdı; övgü payı çıkardı.

Ama “nereden nereye?” diye sorulacaktır. 21’nci yüzyılın ilk on iki yılında Çin’in ortalama yüzde 10.3’lük bir büyüme mucizesini gerçekleştirdiği hatırlanacaktır. 20’nci yüzyılın son yirmi yılında da ekonominin etkileyici bir dinamizm içerdiği unutulmamalıdır.

Otuz yılı aşkın bu coşkulu gelişmeden yüzde 5’lik (“orta halli”) bir büyüme eğilimine nasıl geçildi? Belirleyici bir etken, korona salgınına karşı ÇKP yönetiminin uyguladığı “sıfır Covid” politikası oldu. Bu sayede ÇHC, salgını en düşük oranda can kaybı ile geçiştiren ülke oldu. Ancak halk sınıflarının tepkileri Kasım 2022’de yönetimi revizyona zorladı. “Covid ile yaşama”, ekonomik canlanma ile değil, durgunlaşma ile sonuçlandı.

Sanayi: Çin, dünyanın tek süper-gücüdür

Bir yandan “çözümsüz kalan ekonomik sorunlar içinde durgunlaşan” Çin ekonomisinden söz ediyoruz. Öte yandan, otuz-kırk yıl boyunca sürdürülen bir dinamizmin yapısal mirasını da hatırlatmak zorundayız.

İsviçre’den bir iktisatçı (Richard Baldwin) bu mirası, “imalat sanayisinde Çin, dünyanın tek süper-gücüdür” tespiti ile özetliyor (Vox EU, 27 Ocak 2024).

Baldwin uluslararası katma değer ticareti verilerini kullanıyor. Kullandığı temel göstergeyi aktararak başlayayım: 2020’de dünya imalat sanayisi brüt üretim değerinin yüzde 35’ini, katma değerinin ise yüzde 29’unu Çin üretmektedir ve ilk sıradadır. İkinci konumdaki ABD’nin payı ise (aynı sırayla) %12 ve %16’dır. Üretim değerinde Çin’in payındaki artış son on beş yıla odaklanmıştır: 2005-2020 arasında %5 → %35… Çin’in sanayi üretimindeki payı, onu izleyen (ABD dahil) en büyük dokuz sanayici ülkenin toplamını aşmaktadır.

Çin, sanayi ürünleri ihracatında da yüzde 20 oranla ilk sıradadır. Üretim payı, ihracat payını aşmaktadır; zira sanayi üretiminin önemli bölümleri Çin’de iç tüketime dönüktür: Örneğin Çinliler Huawei’in akıllı telefonunu I-phone’a tercih etmektedir.

Richard Baldwin, dünya ekonomisinin iki numaralı sanayicisi olan ABD ile “süper-güç Çin” arasındaki ithalat ve ihracat bağımlılığını da karşılaştırıyor: ABD ithalatında Çin sanayi üretiminin ağırlığı, Çin’in ABD’ye bağımlılığını üç misli aşmaktadır. Buna mukabil, ihracatta ABD pazarı Çin için çok daha önemlidir.

Çin’in imalat sanayi üretim ve ihracatında süper-güç konumu, yaygın ve derin bir sanayileşme tabanına dayandığı için benzersizdir. Baldwin, hemen hemen tüm sektörlerde Çin’in rekabet avantajına sahip olduğunu vurgulamaktadır. Düşük emek maliyetleri artık belirleyici değildir.

Dünya tedarik zincirleri içinde Çin’in bugünkü konumu, “Çin’den kopma” girişimlerinin fiilen imkansız olduğunu ortaya koymaktadır.

Bu etkileyici tablonun yabancı sermaye boyutu ihmal edilemez. Üretim ve dış ticaret istatistiklerinde ülke (Çin) verilerinin kullanılması, uluslar-ötesi (örneğin ABD-kökenli) sermayenin rolünü perdelemektedir. Bu konuyu UNCTAD’taki çalışmalarında incelemiş olan Yılmaz Akyüz’ün tespitlerini aktarayım: “Batı, sanayi üretimi ve ticaretinde Çin’in süper-güç konumundan hoşnuttur. Ülkelerindeki maliyetin çok altında ucuz sanayi ürünlerinden yararlanıyorlar; Çin’de yatırım yapmış şirketlerinin kârları sayesinde katma değerin önemli bölümlerine de el koyabiliyorlar.”

Bu bağlantının Batı’nın geleneksel sanayi işçileri ile Çin işçi sınıfı arasında bölüşüm karşıtlığına yol açtığını; ABD ve Avrupa’da neo-faşizmi beslediğini ayrıca ekleyelim.

'Küçük' sorunlar çözümsüz kalıyor…

Bir yandan azgelişmişlik cenderesini parçalayan devrimci bir dinamizm, bir yandan da sıradan makro-ekonomik politikalarda tökezleme… “Yüzde 3’lük bütçe açığı, proaktif maliye ve para politikaları, 1 trilyon yuan’lık uzun vadeli hazine bonosu ihracı…” Bu bilgiler Başbakan’ın 4 Mart konuşmasında yer alıyor.

Ekonominin kısa vadeli sorunları nasıl çözülecek? En başta yukarıda değindiğim durgunlaşma… Ekonomi iç talep yetersizliğini aşamamaktadır. Bu soruna konut krizi, batık inşaat şirketleri, deflasyon eklenmektedir.

Başbakan bu konularda suskun kalmıştır. Suskunluk, Hong Kong’ta yayımlanan South China Morning Post gazetesinde eleştiriliyor. Ali Baba şirketine ait olan bu gazete büyük Çin sermayesinin ÇKP iktidarına ılımlı muhalefetini temsil etmektedir.

'Ortak refah çağrısı' bir çözüm mü?

Doğrudan doğruya Çin’in büyüme stratejisini sorgulayarak yanıt arayanların başında Beijing’te bir üniversitede çalışan Amerikalı bir iktisatçı geliyor: Michael Pettis…

Durgunlaşmanın temel göstergelerinden biri olan özel tüketim yetersizliğini Pettis, yüksek oranlı sermaye birikiminde ısrar ile açıklıyor. 2021’de toplam yatırım/GSYH oranı yüzde 43’tür; galiba dünyada ilk sıradadır. Sermaye birikiminin üretkenliği aşınmış; ekonomi durgunlaşmıştır. Astronomik sermaye birikimi özel tüketimi “kovalamaktadır.”

Çözüm yolu, tüketim harcamalarını “sıçratmada” yatıyor. Şi Jinping iki yıl önce, varlıklı katmanlardan düşük ve orta gelir gruplarına bağışları hedefleyen bir ortak refah çağrısı ile bu doğrultuda bir adım attı. Ne var ki, Çin’de şirketlerden ve zenginlerden kaynaklanan bu türlü bağışlar millî gelirin sadece binde 2’sine ulaşmaktadır ve yoksullara değil, eğitim kurumlarına yönelmektedir.

Bunun yerine, Çin’de bir hayli sınırlı olan sosyal refah programlarını genişletmek gerekiyor. Michael Pettis, finansman yükünün hastalıklı inşaat şirketlerini besleyen yerel yönetimlerce üstlenilmesini öneriyor. Ortak refah ilkesini sahiplenen Çin iktisatçıları ise sosyal güvenlik maliyetinin merkezî bütçeden karşılanmasını yeğlemektedir. Yoksul katmanların, sosyal güvenlik sisteminden dışlanan göçmen işçilerin bütçelerinde önemli ağırlığı olan özel sağlık harcamalarının, yaşlıların bakım giderlerinin merkezî bütçeden karşılanması beklenmelidir.

Şi Jinping’in ortak refah çağrısının bu doğrultuda bir içerik kazanmamış olması bir muammadır. Çin sosyalizminin bölüşüm simgelerinden demir çanak uygulamasına Deng Şiaoping son vermişti. Sonraki yirmi yılın “reform ve dışa açılma” dönüşümü, ekonomiye istisnaî bir dinamizm getirdi; ama yeni yoksulluk biçimleri de yaratarak…

21’nci yüzyılın “büyüme mucizesi” sayesinde Çin’de mutlak yoksulluk üç yıl önce son buldu. Yetersiz kaldığını Şi Jinping’in “ortak refah çağrısı” gösterdi. Bir süper-gücün vatandaşlarına yakışacak bir sosyal refah sistemi içinde yoksulluğun tümüyle tarihe karışma zamanı çoktan gelmiştir.