Bu köşede, bu “okumuş karanlıkla”, yaladığı mürekkebe tepeden tırnağa bulanmış halk düşmanlığıyla kavga edeceğiz. Çünkü bu günler bir yalancı bahar ve yakında fırtına kopacak.

Bir meşale yakmak

Bir soruyla başlayalım: Aydınlanma, bilgilenme midir?

Mesela Aziz Nesin’i aydın yapan şey bilgili ve okurlarını bilgilendirmiş olması mıydı? 

Yoksa onu hayatı boyunca bir meşale yapan, Zübük’ü yazmasını, 12 Eylül karanlığında Aydınlar Dilekçesi’ne öncülük edebilmesini sağlayan şey, başkalarının da benimseyebileceği, takip edebileceği ya da feyz alabileceği aydınlık bir dünya görüşüne sahip olması mıydı?

Ben ikincisinin doğru olduğunu düşünüyorum. Aziz Nesin’i ve başka nice kıymetli insanı aydın yapan; halkın çıkarına olan ve halk tarafından kavranıp benimsenebilecek, aydınlık bir dünya görüşü geliştirmiş ve hayatlarını bu aydınlığı toplumsallaştırmaya adamış olmalarıydı.

Bu, bilgili ya da entelektüel olmaktan çok daha fazlasıdır. Aydınlık bir dünya görüşü bilgiye ihtiyaç duyar ama kendisi bir yorum ve bir doğrultudur. Ansiklopediler durdukları yerde aydın doğurmaz. 

Hatta tersi örnekler verilebilir. Anadolu topraklarının doğurduğu en kıymetli insanlardan Aşık Veysel, bilgisi Celal Şengör’le karşılaştırılsa, cahil zannedilebilir. Ama büyük ozan Veysel, bencil entelektüel Şengör’ün tenezzül etmediği, hatta tiksindiği halkını örnek alınabilecek bir sevgiyle kucaklamış, üstelik onu kendisine düşman okumuşlara karşı “Aldanma cahilin kuru lafına (...) cahil okur amma alim olamaz” diye uyarmıştır. 

İkisinden aydın olan Aşık Veysel’dir; çünkü halkına, toprağına sevgi doludur. Aydın olamayan entelektüel ise ne kadarcık ışığı varsa kendisine saklamaya çalışır. Bilgisinin bireysel bir üstünlük olduğunu, kendisine ayrıcalıklar sağlaması gerektiğini (daha sık rastlanan durumda zaten sahip olduğu ayrıcalıkları meşrulaştırdığını) düşünür. Sağa sola “çok cahilsin keşke ölsen” diye yargı dağıtırken tek yaptığı kendini alkışlamak ve alkışlatmaya çalışmaktır.

Ayrıcalık isteyen ve ayrıcalıklarını çok sevenin yeri halkının değil egemenlerin yanıdır. 

Halkının yanında olmayan, aydın değildir.

***

Dilerseniz, buradan devam edelim: Başka kim aydın değildir?

Aydın sadece halkının yanında değil, aynı zamanda ona öncü olandır. Dolayısıyla halkın zararına olan düşünce ve doğrultuları halka benimsetmeye çalışan; mesela emperyalizme kapıkulluğu yapan, aydın değildir.

Örnek olarak taban tabana zıt iki Kemal geliyor aklıma.

Bir yanda “Avrupa ile zıt gitmek, hele tepişmek bu devlete hiçbir zaman fayda temin etmedi, lakin daima zararlar iras eyledi.” diye milli mücadeleye karşı çıkan Ali Kemal. 

Diğer yanda ise hayatı boyunca onurlu yaşamış, kalemini kâğıda her koyduğunda halkını kurtuluşa çağırmış, biz okumuşlara da “Olma kula kul; öpme el ayak, kirlenmesin ağzın. Ya ver canını insan için, ya da etme kalabalık dünyamıza” öğüdünü bırakıp aramızdan ayrılmış Orhan Kemal.

Bu ikisinden de yalnızca biri aydındır.

Bütün kariyerini el ayak öperek yapmış Ali Kemal, çağına göre gayet okumuş olsa da, aydın falan değildir. Bir avuç halkını ve yurdunu sevmeyen liberal hariç herkes tarafından nefretle anılır. Orhan Kemal ise öldüğünde cenazesi hemşerisi işçiler tarafından bir minibüsün önüne yapıştırılmış “Biz işçiler, hâtıran önünde saygı ile eğiliyoruz.” pankartıyla kucaklanmış, sadece toprağa değil kalplere gömülmüştür.

Bu yüzden Ali Kemal gibiler hep Orhan Kemal gibilerden nefret eder. Çünkü halkın sevgisine, takdirine asla o onurlu, sade insanlar gibi mazhar olmayacaklarını bilirler. 

***

Lafı ilk günden çok uzatmamak için, son bir şey söyleyip, bu bahsi kapatalım.

Halkına karşı sorumsuz ve kayıtsız olan, aydın değildir. Aydın, cümle alem terliğini, topunu, mangalını kapmış pikniğe koşuyorken “yağmur yağacak” diyen, bunun uyandıracağı öfkeyi ve getireceği yalnızlığı göze alan, bunlardan kaçınmayandır. Ama aydın aynı zamanda halkını derinden seven, ona karşı kendisini sorumlu hisseden, yalnız kalıyorsa da buna başka halk düşmanı yalnızların alkışlarını toplamak için değil, halkının iyiliği için katlanandır.

İşte ortalığın Celal Şengör ve Ali Kemal özentilerinden geçilmediği bugün, böyle bir aydınlığa hava gibi, su gibi ihtiyacımız var. İhtiyacımız var, çünkü halkın aklını yalnızca Said Nursî özentisi yobazlar karartmıyor, halk düşmanı okumuşların yalanları ve yarı doğruları da bulandırıyor. Çünkü herkes cebindeki telefondan Vikipedi’ye erişilebilir hale gelse de, aydına ve aydınlığa olan ihtiyaç azalmadı. Aksine, insanlığın bilgiye erişimi arttıkça, yalanların çeşidi ve ikna ediciliği de arttı. 

Ve bilginin kendisi, durduğu yerde kimseyi aydınlatmıyor. İçinde yaşadığımız çağda, ülkemizde, karınlar geçmişe göre daha tok olabilir, ama zihinler çok daha aç. Üstelik Said Nursîlerin de, Ali Kemallerin de gösterdiği doğrultu karanlık bir uçuruma gidiyor ve halk önünü görebilmek için bir meşaleye muhtaç.

Bu satırları okuyup, “işte solcu kibiri” diye bağıranlar olacaktır. Aldanmış ve kendisini aldatan düşünceleri papağan gibi tekrarlayanlar hariç, alayı halk düşmanıdır. Halkın aydınlığa olan ihtiyacını aydın kibiri diye reddedenler, karanlıktan beslenenlerdir.

Bu köşede, bu “okumuş karanlıkla”, yaladığı mürekkebe tepeden tırnağa bulanmış halk düşmanlığıyla kavga edeceğiz. İşimiz çok ve acelemiz var, çünkü bu günler bir yalancı bahar ve yakında fırtına kopacak. Ama öfkemiz ve umudumuzla, el birliğiyle bir meşale yakabiliriz.

Bu heyecanla, tüm soL okurlarına, tekrar merhaba!

[email protected]

x.com/nevzatevrimonal