Diyanet 'çeviriyi Kuran yerine koymak caiz değil' diyor, Ali Erbaş Arapça bilmiyor

Arapça bir soruyu anlamayan Diyanet İşleri Başkanı Erbaş'ın, Arapça bilmediği ortaya çıktı. soL'a konuşan ilahiyatçı yazar Kılıç ise "Arapça bilmesi ve dini metinlere hakim olması gerekiyor" dedi.

Yalçın Cuğ

İslam inancına göre kutsal sayılan ve dinin esaslarını belirleyen Kuran'ı yorumlamak ve açıklamak için, kitabın orijinal dili olan Arapçayı bilmek gerekiyor.

Hatta Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yapılan bir açıklamada "Arapça dışındaki herhangi bir dildeki çeviriyi Kur'an yerine koymak caiz değildir" denilerek, Arapçanın önemine şöyle vurgu yapılıyor:

"Kur’an’ın tercümesine Kur’an denilemeyeceği ve tercümesinin Kur’an hükmünde olmadığı konusunda İslâm âlimleri görüş birliği içindedir. Yüce Rabbimizin öğütleri ve buyruklarını öğrenmek maksadıyla, Kur'an-ı Kerim'in meal ve tefsirlerini okumak gerekli olmakla birlikte okunan bu tercümelerin Kur’an olarak isimlendirilmesi caiz olmadığı gibi mealin Kur’an yerine okunması da doğru değildir."

Ancak "islam dininin inanç, ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili işleri yürütmek ve din konusunda toplumu aydınlatmak" gibi görev tanımları bulunan Diyanet İşleri Başkanlığı'nın başkanı olan Ali Erbaş'ın Arapça bilmediği ortaya çıktı.

Arapça soruyu anlamadı, heyetten yardım istedi

AKP'li Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Irak ziyareti kapsamında Bağdat’ta bulunan Diyanet İşleri Başkanı Ali Erbaş'a, bir muhabir Arapça soru yöneltti.

Erbaş'ın soruya tepkisi ise yanında bulunan heyete "Bir Türkçe olarak şey yapabilirseniz" diyerek yardım istemek oldu.

Diyanet İşleri Başkanlığı sitesinde bulunan biyografisinde "iyi derecede Arapça ve Fransızca bildiği" iddia edilen Erbaş'ın yardım isteğinin ardından, heyetteki kişilerin Erbaş için soruyu Türkçeye çevirdiği görüldü.

Erbaş ise "Selahaddin-i Eyyubi ve Şeyh Abdulkadir Geylani’nin İslam’a hizmetleri" hakkındaki soruya, Türkçe şekilde "Hepsi bizim için çok önemli ve yapmış oldukları hizmetleri her zaman hayırla yad ediyoruz" yanıtını verdi.

'Arapça bilmesi gerekiyor'

1980'de Sakarya İmam-Hatip Lisesi'nden, 1984'te ise Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi'nden mezun olan Erbaş, 1987'de Tefsir Anabilim Dalında yüksek lisansını, 1993'te ise Dinler Tarihi Anabilim Dalında doktorasını tamamladı.1998'de doçent unvanını alan Erbaş, 2004 yılında da profesör unvanını aldı.

2017 yılından beri Diyanet İşleri Başkanlığı görevini yürüten Erbaş'ın, eğitim hayatı ve Arapça bildiğini iddia etmesine karşın soruyu anlamaması tartışmalara neden oldu.

soL'a konuşan ilahiyatçı yazar Cemil Kılıç, Erbaş hakkında "Elbette Arapça bilmesi ve dini metinlere hakim olması gerekiyor. Bunun da önkoşulu Arapçayı iyi derecede bilmek. Diyanet İşleri Başkanı'nın Arapçayı iyi bilmediği veya hiç bilmediği ortaya çıktı" dedi.

Erbaş'ın "profesör doktor" unvanına dikkat çeken Kılıç, "Çok şaşırtıcı gerçekten ama ilginç olan şu, profesör unvanına sahip olması. Bakıyoruz özgeçmişine Arapçayı ve Fransızcayı çok iyi bildiği yazıyor. Gerekli yabancı dil bilgisine sahip olmadan mı akademik unvanları elde etti?" sorusunu yöneltti.

'Öteden beri Arapçayı kutsarlar, yüceltirler'

Kılıç, sözlerini "İlaveten bunlar öteden beri Arapçayı kutsarlar, yüceltirler ve hatta zaman zaman da Türkçeyi küçümserler, aşağılarlar. Böyleyken kendi inanışları ve iddialarının aksine Arapça bilmiyor olmaları da gerçekten çok şaşırtıcı" diyerek sonlandırdı.

Erbaş geçtiğimiz yıllarda da "Günaydın" ve "Tünaydın" gibi ifadeleri hedef alarak, "Essalamü aleyna ve ala ibadillahissalihin" şeklinde selamlaşılması gerektiğini öne sürmüştü.

Erbaş’ın söz konusu iddialarının yer aldığı "Ramazan Günlükleri" isimli kitabının ilgili kısmı şöyle:

“Cahiliye döneminde birinin evine vardıkları zaman mahremiyete saygı göstermez, ‘Sabahınız hayat olsun’ gibi sözler söylerlerdi. Bizde bazı kimselerin kullandığı, ‘Günaydın, tünaydın’ ifadelerine benzer ifadelerdi bunlar” yorumunda bulunduğu öğrenildi.

Esasında ayete göre, (Alıntı yaptığı ayete atıf yaparak) evde kimse olmasa bile giren kimsenin kendi kendine selam vermesi gerekir. Bu durumda verilecek selamın tıpkı namazın tahhiyatında olduğu gibi, ‘Essalamü aleyna ve ala ibadillahissalihin’ şeklinde olması gerektiği belirtilmektedir.”