Türkiye’de belleklerin kapasitesi iyice daraltıldığından yinelemekte yarar var. ABD’nin “Reis daha demokratik olsun, Türkiye halkı daha güzel yaşasın” gibi bir meselesi hiç olmadı.

Kedi neden kaçtı?*

Kedi evden mi kaçtı yoksa elden mi kaçtı belli değil. Rivayet muhtelif. Döner diye düşünmek en doğrusu. Dönmezse de kendisi bilir. Ev kedisiz kalacak değil, yerini başkası doldurur. Kedilerin hikmetinden de sual olunmaz.

Bu toprakların yetiştirdiği en önemli aydınlarından biri olan Aziz Nesin’e zorunlu bir saygı duruşundan sonra konumuza geçelim.

Akepe Genel Başkanı’nın Washington seferinin gerçekleşmemesi çeneleri ve klavyeleri yormakta. Yorumlar, tefsirler gırla gidiyor. Gazze’den, Türkiye’nin “demokratik seviyesi”nin ABD yönetimi tarafından yeterli bulunamamasına kadar bir dizi gerekçe sıralanıyor. Net olan tek şey var, Biden-Erdoğan görüşmesinin 9 Mayıs’ta gerçekleşmeyeceği.

Adım adım gidelim. Üst düzey ziyaretler önemlidir. Diplomasinin temel işlevlerinden biri bu ziyaretlerin hazırlanmasıdır. ABD ve Türkiye gibi ülkeler söz konusu olduğunda liderlerin görüşmesi çat kapı gerçekleşmez. Ziyaretin hazırlığı iki başlık altında yürütülür. Bunlardan birincisi elbette içeriktir. Masada hangi konuların bulunacağı titizlikle belirlenir. 20. yüzyılın son çeyreğinden itibaren çok önem kazanan ikinci başlık ise ziyaretin pazarlanmasıdır. Burada ilke olarak piyasa her iki ülkenin kamuoyudur. Konjonktüre ve ülkelerin niteliğine bağlı olarak belirlenen üçüncü bir piyasayı da, dünya kamuoyunu da ekleyelim. Ziyaretin gerçekleşmesi yetmez, bir de bu piyasalarda “kazanç” sağlaması, mesaj vermesi gerekir. Bu husus içerikten ziyade şekille ilgilidir. Ziyaretten hangi görüntü veya fotoğrafların verileceği, ortak basın toplantısı yapılıp yapılmayacağı, toplantıda soru alınıp alınmayacağı, ortak açıklamada hangi unsurlara yer verileceği uzun pazarlıklarla belirlenir.

Erdoğan’ın Washington ziyaretine bir de bu açıdan bakalım. Öncelikle “zaten yoktu”, “tarih belirlenmemişti”, “programlar uyuşmadı” makamından açıklamalarının gerçekdışı olduğundan kuşku duymayalım. Açıkça söyleyebiliriz: Bunlar düpedüz yalandır. Tarih aylar önce belirlenmişti. Gerçek hikâyenin bütün ayrıntılarını muhtemelen hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz. Bununla birlikte ana çizgileri üzerinde tahmin yürütebiliriz.

Ziyaretin hazırlıkları uzun zamandır teknik ve siyasi seviyede yürütülüyordu. Yaşanan ilk sıkıntı masaya konacak gündemdi. İki ülke arasındaki sorunların belirlenmesi ve önceliklendirilmesi diplomasinin en önemli sınamasıdır. Sizin liderler düzeyinde konuşmak istediğiniz bir konuyu muhatabınız konuşmak istemeyebilir, öncelikli bulmayabilir ve çoğu zaman da daha alt düzeyde konuşulmasını tercih edebilir. Şimdi bakalım ABD ile Akepe Türkiyesi arasında hangi meseleler var. İkililerden başlayalım. Olabilecek en diplomatik ifadeyle savunma işbirliği diyelim. Türkçesi F-16 modernizasyonu ve F-35 projesine geri dönüş, CAATSA yaptırımlarına sebep olan  S-400 ve buna bağlı olarak Türkiye’nin çok ihtiyaç duyduğu alternatif hava savunma sistemlerinin temini. Yine çoğu “uzman”ın nedense telaffuz etmekten kaçındığı bir ikili ticaret boyutu var. Dünyaya bakıştaki ciddi farklılıklarımıza rağmen diplomasi muhabirliği konusunda en güvendiğim isimlerden Barçın Yinanç bunu anımsatmış. Akepe’nin kaynak ihtiyacı var. Bu kaynak sadece şuradan buradan kredi anlamına gelmiyor. Akepe ve temsil ettiği sınıf bakımından ticaret en az kredi kadar önemli. Bu noktada Türkiye’nin demir-çelik ürünlerine uygulanan ek vergi önemli bir sorun. Devam edelim. PKK’ya Suriye’de verilen destek artık ikili sorunlar listesinin demirbaşı haline geldi. Yokmuş gibi yapılacak mesele değil. Her şeyden önce iktidar içindeki kimi klikler açısından önemli.

Bu listenin altına eklenecek diğer sorunlar ise şunlar: Irak’ta Türkiye’nin yapmak istedikleri ve ABD’nin çıkarlarının çarpıştığı alanlar var. Erdoğan’ın niyetlendiği askerî harekât bunun en net örneklerinden biri. Somut ve kalıcı hiçbir sonuç vermeyeceğini herkesin bildiği ama Akepe’nin seçimlerde çizilen iktidar karizmasını yeniden tesis etmeye yardımcı olabilecek bu askerî eylemin gerçekleşmesine ABD sıcak bakmıyor. En azından “bi dur allasen, zaten karışık buralar” diyor.

Şimdi o karışıklığın ana kaynağına gelebiliriz. İsrail-İran gerginliği. O gerginliğin tek sebebi değil ama tetikleyicisi ise Filistin’de İsrail tarafından yıllardır yürütülen işgal, etnik temizlik ve -son altı ay için konuşursak- soykırım. Akepe’nin Hamas kardeşliği ile ABD’nin soykırımcı sponsorluğu söylem seviyesinde bir karşıtlık yaratıyor. O halde listede yeri var. Kuzeye çıkalım. Erdoğan-Putin ilişkileri de ABD’nin çok mutlu olmadığı bir alan. Onunla bağlantılı bir de Karadeniz ve ismi telaffuz edilmese bile Montrö meselesi var.

Büyük olasılıkla ziyaret hazırlıkları sırasında bu listenin içeriği ve önceliklendirilmesi üzerinde uzlaşılamadığı için iptal kararı alınmıştır. Bir de en az bunun kadar önemli olan konu şekil demiştik. Oraya gidelim.

Varsayalım görüşme yapıldı. Dışarıya ne konuştuk denilecek? Ortak açıklamada hangi unsurlara vurgu yapılacak. Diyelim bunlarda anlaşıldı, iki taraftan birinin “sızdırma” yapmayacağının garantisi var mı? Örnek olsun, ortak açıklamada Türkiye’nin bölgesinde barış ve istikrara katkısından söz edilirken, sızdırılan görüşmelerde “ABD’nin Irak’ta kapsamlı bir askerî operasyona sıcak bakmadığı” hususu yer almayacak mı? Ya da “teröre karşı işbirliğinin sürdüğü” söylenirken, Türk tarafı görüşmelerde YPG’nin bu bağlamda gündeme getirildiğini, ABD tarafı ise Hamas’la ilişkilerden rahatsızlık duyulduğunun açıkça dillendirildiğini sızdırmayacak mı?

Tamam uzatmayalım. Ziyaret yukarıda özetlenen gerekçelerle gerçekleşmedi. Biden “pek sevmediği” Erdoğan’la görüşmeyecek mi? Bal gibi görüşecek. Nedense unutuluyor. Bundan yaklaşık iki buçuk ay sonra Washington’da NATO Zirvesi var. Tıpkı bir önceki zirvede olduğu gibi Bay Joseph ve Recep Bey orada bir araya gelecekler. Pazarlama açısından bir Oval Ofis kuvvetinde değil tabii ama görüşecekler. Karşılıklı pozlar verilecek, yukarıda sayılan konulardan birkaçı da üstünkörü ele alınacak. Bu arada birkaç adet el sıkışma pozuyla birlikte konuların teknik seviyede görüşülmesine devam edileceği “müjdesi” verilecek. O sayede 9 Mayıs’taki ziyaretin gerçekleşmemesinden ötürü karalar bağlayan kimilerinin,  mesela iş çevrelerinin yüreklerine de bir nebze su serpilecek.

Ziyaretin iptaline “Yahudi lobisinin” engel olduğu gibi zırva sapan yorum yapanlara da rastladım. Yandaş tayfadan söz etmiyorum. Bunlar sözde muhalif. Bu ölçüde saçmalamanın iki gerekçesi olabilir: birincisi akıl eksikliği, ikincisi etnik/dinsel ayrımcılık güdüsü.  Diplomatik analiz görünümlü sayıklamalarını püskürtürken “Yahuuudiiii” deyince daha inandırıcı olduklarını düşünüyor olabilirler. Değiller. Yineleyelim. Erdoğan’ın ziyaretinin iptaline yol açan ilk on sebep arasına İsrail giremez. İsrail Akepe’den memnundur, Washington da Akepe’nin İsrail siyasetinden. Aksini düşünmemizi gerektirecek hiçbir veriye sahip değiliz.

Bir de şu söylem var: “Türkiye’deki otoriterleşmeden Biden’ın duyduğu memnuniyetsizlik” falan, filan. Gerçeği bildikleri halde ücretli propaganda neferi gibi çalışanlara değil ama ABD ve genel olarak Batı’nın böyle bir kaygısı bulunduğunu, dünyada ve Türkiye’de demokrasinin, insan haklarının seviyesine dertlendiğini samimiyetle düşünenlere ancak merhamet duyabiliriz.  ABD’de, Almanya’da İsrail’in soykırımına karşı sesini yükseltenlere karşı yürütülen faşist baskıya bakınca “bizden uzak dursunlar yeter” dememek elde değil. Türkiye’de belleklerin kapasitesi iyice daraltıldığından yinelemekte yarar var. ABD’nin “Reis daha demokratik olsun, Türkiye halkı daha güzel yaşasın” gibi bir meselesi hiç olmadı. Bundan sonra da olmayacak.
Bu ülke bizim. Kuru gürültüye pabuç bırakmayacağız. Sahip çıkacağız. Çarpık düzenlerinin yelkenlerini şişirmek için Washington’dan esen rüzgarlara bel bağlayanlarla da hesaplaşacağız.

* Aziz Nesin’in “Kazan Töreni” kitabında yer alan bir öyküsü. Bu vesileyle yeniden okuyun.