Deprem koşullarında yerel seçim: Nasıl bir belediyecilik istiyoruz?

Deprem gerçekliği içinde; sosyal ve kamucu bir belediyecilik anlayışı ile yönetilecek, insan merkezli kentler için, özelde de Hatay ve ilçeleri için, herkese, hepimize çok iş düşüyor!

Neval Oğan Balkız*

Birkaç gün sonra, her yağmurda su altında kalan çadırlarımızdan, konteynerlerimizden, dinmeyen yağmura ve çakan şimşeklere bakarak “Deprem, acaba yeniden mi?” diyerek yüreğimiz ağzımızda, korkulu bir bekleyişle oturmak zorunda kaldığımız hasarlı evlerimizden çıkıp, dereye dönüşmüş yolların, olmayan asfaltların izlerini sürerek ve çukurlara düşüp çıkarak, toz toprak içinde oy kullanmaya gideceğiz! 

Her kesimimiz için onulmaz acılar, can yitimi, fiziksel, ekonomik ve sosyal çöküş ve kayıp yaratan, olağan hayatımızı, insani varlıksal faaliyetlerimizi durduran, hatta büyük ölçüde sürdürülemez hale getiren deprem yıkımının üzerinden bir yıldan uzunca bir süre geçti! 

Bu süre içerisinde bizler, merkezi ve yerel idarelerin deprem sırasında ve sonrasındaki tüm süreçlerde sergiledikleri ihmal ve eksikliklerin, önlem ve müdahale, arama ve kurtarma eylem ve işlemlerindeki gecikmelerin, yetersizliklerin, hazırlıksızlığın, koordinasyonsuzluğun, doğa olayı depremi tüm halk kesimleri için nasıl ölümcül bir yıkıma dönüştürdüğünü gördük, yaşadık! Kentin ve kentleşme olgusunun, piyasa düzeninde "rant" elde etme ve  paylaşma amacıyla düzenlenen, işletilen bir organizasyon, bir meta görülmesinin yıkıcı sonuçlarını, yaşanan acıların "sınıfsal" yapısını ve depremin "ekonomi politiğini" acıyla sınanarak anlamış olduk!

Deprem sonrası koşullarda halk; güvenli yaşam hakkının, sağlıklı konut ve barınma koşullarının, yeterli ve sağlıklı gıdaya, suya erişim olanaklarının çok sorunlu ve yetersiz olduğu, şehrin bütünüyle bir enkaz, toz ve moloz yığınına dönüştüğü, molozların, civa, asbest vb kimyasalların, sayıları giderek artan maden ve taş ocağı lisanslarının halk sağlığı açısından yaygın ve kanser gibi tehlikeli hastalıklarla büyük bir risk oluşturduğu, ekolojik yıkım yarattığı, konteynerlerde faaliyette olan çok az sayıdaki aile sağlığı merkezlerinin, hastanelerin, okulların binalarının ve altyapı koşullarının yeterli ve güvenli olmadığı, ulaşımın zor koşullar içinde sürdürülmeye çalışıldığı, adeta savaş sonrası bir ortamda, yaşama tutunma çabası içinde. Yoksulluk ve pahalılığın halkın yaşamını çok daha zor hale getirdiği, hukuksuz ve keyfi şekilde mülkiyet haklarını ihlalini doğuran acele kamulaştırmalar, kamulaştırmasız el atmaların sistematik hale geldiği, riskli alan ve rezerv alan ilan edilen yerler ile ilgili hukuki ve fiili belirsizliğin sürdüğü, mülkiyet haklarının ihlali ile mülksüzleştirme olasılığının tedirginlik yarattığı, yurttaşların ağır, geri dönüşsüz bir ayrımcılık ve mağduriyet içinde bırakılmış olduğu bu koşullarda; imarı, kent planlaması, tarihi, kültür ve sanat dokusu, sağlık, eğitim, çevre ve halk sağlığı, ulaşım, tarım, ticaret, sanayi teknolojisi ile engellisi, yaşlısı, kadını ile yaşanılır, insan merkezli, kentin oluşturduğu ortak değerden herkesin ayrımsız yararlanacağı bir şehir, (özellikle yıkım gören Antakya, İskenderun, Kırıkhan, Arsuz, Samandağ, Defne’si ile) bir Hatay’ı adım adım kurmak, ayağa kaldırmak için, bu yerel seçimler yaşamsal önemde!

Yerel seçim ve genel seçim

Nihayet, siyasetin gündem ve söylemini belirleyen, kamusal ve özel alanlarıyla tüm kamuoyunu, yazılı ve görsel basını, giderek bütünüyle gündelik hayatımızı, halkın gerçek sorunlarının üstünü kaplamış bulunan ve gergin, suçlayıcı, ötekileştirici dil, nefret söylemi, sahte belge ve görüntülerle ilerleyen bir “seçim süreci” daha, kısa bir zaman sonra sona erecek! 

Her seçim döneminde olduğu gibi, bu dönemde de Adalet ve Kalkınma Partisi; toplumsal alanda yaratmış olduğu dinsel, ekonomik, etnik karşıtlıkları, insanları dost ve düşman olmak üzere etkili şekilde ayırmayı sağlayan söylemini daha da keskinleştirdi! Bu politik karşıtlık içinde gördüğü kesimleri, siyaseten birer hasım olarak değil; kendi temsil ettiği gelenekçi, muhafazakar, otoriter zihniyetin ahlaki kategorilerine göre; iyiye (biz) karşı, kötü (onlar) olarak konumlandırdı, kimi zaman “düşman”, kimi zaman Hatay örneğinde olduğu gibi “mazlum”, “garip” şeklinde tanımladı ve “öteki” muamelesi yaptı.  

Bu karşıtlık üzerinden insanları izlediği siyasete seferber etmek amacıyla, korku özneleri yaratmayı amaçladı ve  kendine bağlı  kitleleri, sabit tutmaya çalıştı. Ancak,  derin sosyal  ve ekonomik  eşitsizliklerin, yoksulluğun ağırlığında yaşamakta olan halktan gelen tepkiler; hükümetin yirmi iki yıldır izlediği,   toplum ile siyaset yoluyla kurması gerekli bağı, ranta dayalı, üretimden  ve adil paylaşımdan uzak, kaynakların, olanakların ve çıkarların paylaşımını sağlamaktan ibaret bir ekonomiyle kurma stratejisinin, “umut dağıtabilme kapasitesinin” artık çözüldüğünü  gösteriyor!  

Toplum, bu koşulların ağırlığı altında sandıkta bir tercihte bulunacak; havası, suyu, sokağı, doğası, tarihi, pazarı, parkı, ulaşımı, mimarisi, tarımı, eğitimi, kültürü, sosyal ilişkileri, sosyal alanları, hafızası ve karmaşık ilişki düzlemleri ile, afete karşı dirençli yapısı ve bina stoku ile, altyapısı, atık yönetimi ve enerji kaynakları, bilgi ve teknoloji olanakları ile nasıl bir kentte, nasıl bir yönetim anlayışı içinde ve hangi kadroların yönetiminde yaşamak istediğine karar verecek! Dolayısıyla her birimiz doğrudan; biyolojik, fizyolojik ve moral yönlerimiz ile bireysel varlığımıza, bunu geliştirdiğimiz, içinde var olduğumuz ve ürettiğimiz sosyal ilişkilerimizi sürdürmekte olduğumuz yaşamsal koşullarımıza, olanaklarımıza ve mekanlarımıza ilişkin bir seçim yapacağız! 

Bu bir genel seçim değil! Ancak, unutulmamalıdır ki sandıkta yapılacak her tercih sonuçları itibariyle: Eksikliklerini kendi dinamikleriyle çözme kapasitesi taşıyan parlamenter, hukukun üstünlüğüne dayalı, laik, anayasal demokratik bir yönetim ile; krizin sürekli derinleştiği siyasal islamcı, muhafazakar, ayrımcı, otoriter tek kişi yönetimi ve yarattığı belirsizlikler arasında; “dinsel uzlaşı ile dinsel fanatizm” arasında; akıl, bilim, aydınlanma ve çağdaşlaşmaya dayalı laik bir toplumsal düşünüş, bilinç ve dönüşüm ile; bilim ve akla, özgür düşünceye, çağdaş değerlere uzak, dogmatik, cinsiyetçi, yasakçı, ayrımcı bir düşün ve sosyal yaşam biçimi arasında; yoğun emek sömürüsünün bulunduğu, sendikasız, güvencesiz ve ücretlerin çok düşük olduğu çalışma koşullarının, toplumda muhtaç sayısının sürekli arttırıldığı ve muhtaçlık/yoksulluk halinin ve karşılığında minnet duygusunun sürekli hale getirildiği, kamu ve doğal kaynaklarının talan edildiği, derin bir gelir eşitsizliği, yoğun emek sömürüsüne dayalı ekonomik sistem ile; kaynakların ve olanakların adil dağıtılacağı, sosyal ve ekonomik eşitsizliklerin giderildiği ve adil dağılımın temel alındığı bir ekonomik demokrasiyi oluşturma olanağının yaratılması arasında olacaktır aynı zamanda!

Nasıl bir belediyecilik istiyoruz?

Deprem gerçekliği içinde; demokratik, şeffaf, katılımcı, liyakate dayalı, sosyal ve kamucu bir belediyecilik anlayışı ile yönetilecek, insan merkezli kentler için, özelde de Hatay ve ilçeleri için, herkese, hepimize çok iş düşüyor! 

Bizim öncelikle:

  • Hatay İl Afet Risk Azaltma Planında (İRAP) ve Türkiye Afet Müdahale Planı (TAMP) raporunda sıralanan Hatay’a ilişkin afet önlemlerin alınmasını önceleyen, Antakya ve diğer yerleşim yerlerinde, yeterli ve donanımlı deprem toplanma alanlarını oluşturacak, jeolojik, jeoteknik mikro ve makro bölgeleme etütlerini yaparak, onlara dayalı şehir ve imar planlarını hazırlayacak ve uygulayacak, tarım alanlarını, sıvılaşmış zeminleri, dere yataklarını imara açmayacak, projeye aykırı binalara, fazla çıkılan katlara, yapı denetiminden geçmeyen yapılara ruhsat vermeyecek, “imar barışı” adı altında para karşılığı yapı ruhsatı dağıtmayacak, afete dirençli bir toplum yaratmak için, afet öncesi için risk ve zarar azaltma, sonrası için de müdahale ve iyileştirme ekipleri kuracak, halkı bu konuda eğitecek olan;
  • Her ilçede ve özellikle Antakya’da, tarihsel, sosyal, kültürel yapının korunarak kentin jeolojik ve ekolojik özelliklerine uygun, su kaynaklarının korunması ve geliştirilmesini temel alacak şekilde sağlıklı büyümesini amaç edinen, ekonomisi, çevreye uyumlu tarımı, bunları kentle buluşturan alt ve üst yapısıyla sağlıklı ulaşımıyla, sosyal, insan merkezli, etnik, inançsal ve demografik özellikleri nedeniyle yerleşim alanları, köy, kasaba, mahalleler ve ilçeler arasında ayrım yapmayan, kent halkının ortak çıkarını, yaşam hakkını ve güvenliğini sağlamaya odaklı;
  • Belediyeciliği, kenti yalnızca altyapı boyutu ile gören bir hizmet örgütlenmesi kabul eden değil; kentlerde aşırı düzeyde yaşanabilen toplumsal eşitsizlikleri ve sınıfsal farklılıkları azaltacak, sosyal konutları, özgürlük ve ortak kullanım alanlarını artıracak bir akıllı sosyal kent inşasını amaç edinen;
  • Kentin coğrafyasından, tarihinden, kültürel birikiminden etkilenen bütün sosyal ilişkilerinin odağında yer alan bireysel veya kolektif insan ilişkilerini koruyan; 
  • Kentsel gelişimin finansmanında finansal piyasaların etkin olmasını, kent varlıklarının piyasaya bağlanmasını ve kent hizmetlerinin vatandaşın (müşterinin?) gerçek gereksinimleri dikkate alınmaksızın özelleştirilmesini, ihaleler yoluyla kent yönetiminin kamu-özel ortaklıklarına itilmesini sağlayan, kentleri yağmaya açık bir meta olarak gören değil, kenti, böyle değerlendiren bir anlayıştan kurtaracak şekilde toplumsal, sosyolojik ve ekonomik boyutlarıyla ele alan kentin aklını temsil edenin esas olarak kentlinin aklı olduğunu kabul ederek, kent emeğini, yerel üretimi örgütleyecek, kentin ürettiği değeri kent halkı için kullanacak bir belediyecilik anlayışına ve yönetici kadrolarına  ihtiyacımız var!

Kararlıyız:

İnsanı, varlığını ve haklarını korumayı temel alan,

Kararları halk ile birlikte alan, kenti, her aşamada katılımcı bir anlayışla yönetecek olan, 

Toplumcu ve sosyal bir belediyecilik hizmeti sunacak olan,

Örgütlenmesi ve işleyişi demokrasiye dayalı şeffaf bir belediyecilik yapısı oluşturmayı amaçlayan,

Kadın-erkek eşitliğini sağlamayı öncelik kabul eden,

Farklı kimlik aidiyetlerini eş ve eşit kabul eden, çoğulcu bir anlayışla belediyecilik yapacak olan, 

Rantın değil, yaşamın kentini kurmayı amaçlayan, 

Kentin yarattığı olanak ve avantajlardan herkesin eşit şekilde yararlanmasını sağlayacak olan, 

Havası, suyu kaliteli ve temiz, yapısal ve görsel kirlilikten uzak, altyapı sorunları çözülmüş kentlerde yaşam olanağımızı gerçekleştirecek olan,

Trafik koşullarını ve altyapısını yeterli ve donanımlı hale getirecek, yeni güzergahlar oluşturacak, raylı sistem gibi donanımlarla yeniden düzenlemeyi amaçlayan,

Her türlü gürültü ve ses kirliliklerini kontrol altına alacak olan,

Kenti; çocuk parkları, dinlenme alanları, yürüyüş ve bisiklet yolları ile engelli yaşlı, genç, çocuk, kadın vs. herkes için halkın sosyal mekanı olarak yeniden yapılandırmayı amaçlayan,

Hayvan haklarını koruyan, 

Sağlıklı bir çevrede ve sağlıklı, güvenli bir kentte yaşama hakkımızın koşularını oluşturmayı amaçlayan,  

Doğa (güneş, deniz), tarih ve kültür olanaklarından herkesin eşit şekilde yararlanmasını gerçekleştirecek olanlara oy vereceğiz.

Unutmayalım:

“İnsanlar bugünle başa çıkamadıkları zaman, iki şeyden birini yaparlar…Ya geçmişi düşünüp dururlar, ya da geleceği değiştirmeye karar verirler.” 

Biz, "geleceği" değiştireceğiz!

*Hukukçu/Akademisyen