TKP tarihi ilk defa yazılmıyor. Ama ilk defa bu kadar kapsamlısı ve Parti içinde görevlendirilen bir Kurul aracılığıyla yazılanı görülüyor.

TKP tarihi

TKP tarihi ilk defa yazılmıyor. Ama ilk defa bu kadar kapsamlısı ve Parti içinde görevlendirilen bir Kurul aracılığıyla yazılanı görülüyor. "Parti Tarihi. Türkiye Komünist Partisi'nin Kuruluş Dinamikleri" başlığını taşıyan kitap, dört ciltlik bir yapıtın birinci kitabı olarak Ocak 2021'de yayınlandı. Böylece ilk kitap, matbaa süreci hariç tutulursa, TKP'nin kuruluşunun (10 Eylül 1920) 100. yıldönümüne de yetiştirilmiş oluyor.

Birinci kitap, TKP'nin kuruluş dinamiklerini Osmanlı döneminden yani kendi kuruluş tarihinin epey öncesinden başlatıyor. Kitapta "Parti'nin tarih öncesi" olarak adlandırılan bu dönem, her ne kadar 1870'lerden itibaren görülen işçi ve köylü eylemlerine kadar götürülse de esas olarak 1908 Devrimi sonrası temel alınıyor. Buradan 1927 Tevkifatı'na kadar giden dönemdeki gelişmeler ilk kitabın konusunu oluşturuyor. Bu tarihler dışına yalnızca "Giriş" bölümünde çıkılıyor. Bu da gerekli olduğundan; çünkü "giriş" yalnızca birinci kitaba değil tüm esere bir giriş niteliğinde. Buradan öğrendiğimize göre, ikinci kitap 1927'den başlayıp 1961'de TİP'in kurulmasına kadar geçen süreye odaklanacak. Üçüncü kitap, "solun yirmi yıllık, halen aşılmamış 'altın yıllarını' kapsayacak". Dördüncü kitap ise, 12 Eylül 1980 faşist darbesi sonrasındaki dönemi, yani halen içinde yaşadığımız son 40 yıllık dönemi ele alacak. Bu son dönem TKP'nin 1990'da tasfiyesinden "2001'de TKP adının siyasete geri dönüşünü" yani yeni partileşme sürecini de içerecek.  

Peki, kendi tarihini yazmak nasıl bir şey? Bu soru "Giriş"te soruluyor ve yanıtlanıyor: "Özne kendini nasıl nesneleştirebilir? Bilimin ve tarih yazımının kim ekolleri bunu olanaksız sayacaklardır. Dört ciltlik Parti Tarihimizin özgünlüğü tam da buradadır. (...) Biz... kendi tarihimizi, kendi mücadelemizin bir silahı olarak yazma iddiasındayız. Parti Tarihi yazımını bir 'resmi tarih' egzersizi olarak görmek temelsiz olur. (...) Bizim tarih yazımımız resmi, yani durağan bir kurumsallığın değil sosyalist devrim mücadelesinin bir parçasıdır. (...) Siyasi mücadelemizin tarihi bu anlamda ancak 'içeriden' yazılabilir. Veya böyle bir yazım olmaksızın yapılacak tüm değerli tarihçi katkılarının ayakları havada kalacaktır... Çünkü geçmişi bir olaylar, olgular, kişiler deposu olmaktan çıkartıp büyük harfle Tarih haline getiren, bugünle bağlanışıdır. (...) Çalışmanın temel iddiası 'Partinin Tarihi' olmaktır. (...) Türkiye'de TKP tarihi veya genel olarak solun tarihi, esas olarak bir belge tarihçiliğidir. (...) Ancak teorik bir çerçevenin yokluğunda, yalnızca belgelerin yol göstericiliğinin yeterli olabileceği yargısı pozitivizmden başka bir şey değildir. (...) Türkiye sol tarihçiliğinde belge tarihçiliğinin eşlikçisi öznel yazımlara da rastlanıyor. (...) Asıl güvencemizi, belgelerle barışık olan, kimisini açığa çıkarıp kimisinin üstünü örtmeye gerek duymayan sahiplenici bir teorik perspektif oluşturacaktır" (s.12-15).

Kitabı okurken hemen farkediyorsunuz gerçekten: Her bölümün sonuna eklenen kaynakçalar ve sayfalarda özenle verilen dipnotlar, ikinci el kaynaklar ağırlıklı olmakla birlikte, döneme ilişkin geniş bir kaynak taraması yapıldığını ve bunların önemli bir bölümünün de birinci el kaynaklar kullanan tarihçi çalışmaları olduğunu göstermektedir. Bunun büyük bir emek gerektirdiği açıktır. 

Birinci kitabın ele aldığı çeyrek yüzyıllık dönem, aynı zamanda köhnemiş bir İmparatorluktan modern bir Cumhuriyete geçişin de tarihidir. Başka açıdan, feodal yüklerini üzerinden atamamış bir toplumsal/siyasal yapıdan, kapitalist bir toplumsal/ekonomik düzen oluşturmayı hedeflemiş bir yapıya geçiştir. Bu başlıbaşına devrimci bir süreçtir. 

TKP, Kurtuluş Savaşı içine doğmuştur. Bunun birkaç anlamı vardır. Birincisi, emperyalist işgalcilerin ve işbirlikçi Osmanlı hanedanının karşısında Kurtuluş hareketinin yanında olmalıdır. Ocak 1921'de TKP kurucularının katledilmesine rağmen bu böyledir. İzleyen Kuruluş döneminde de, anti-feodal devrimlerin yanında, gericilere karşı Kemalistlerin yanında olmak durumundadır. 

İkincisi, Sovyet Sosyalist Devrimi ile ulusalcı Anadolu Devrimi arasında karşılıklı yardımlaşma ve dayanışma tarihsel bir zorunluluktur ve bunun TKP'nin politik duruşu üzerinde doğrudan etkileri olacaktır. SBKP ile Komintern, TKP'nin görmezden gelemeyeceği dış dinamiklerdir. Kitapta da vurgulanıyor: " 'Dış dinamik', Türkiye komünizmine hep temkinlilik öğütlemiş, devrimci girişimleri cesaretlendirmesi pek söz konusu olmamıştır" (s.18). TKP, uluslararası komünist hareketin bir parçası olduğu ve bunun merkezinin Sovyetler Birliği olduğu gerçeğinin dışına çıkmamıştır. 

Üçüncüsü, TKP Osmanlı döneminin sosyalist birikiminin mirasını devralamamıştır. Osmanlı'daki sosyalist hareketlerin öncüleri neredeyse tamamen gayrimüslim azınlıklardan oluşmaktaydı ve 1912-22 dönemindeki savaşlar sonrasında bu azınlıkların yeni devlette rolü olamayacaktır. 

Dördüncüsü, Osmanlı'nın görece daha kapitalistleşmiş, işçi sınıfının ve sosyalist örgütlenmelerin daha gelişmiş olduğu Balkan bölgeleri elden çıkınca, genç Türkiye Cumhuriyeti bir köylüler ülkesi olarak yola koyulacaktır. Böyle bir demografik dokuda sosyalist bir taban örgütlenmesi fevkalade zordur. Kaldı ki, yeni oluşan siyasi rejim de, çok partili yaşamı bir süre sonra sona erdirecektir.

Bu koşullar altında, "1922 Ağustos'unda Ankara'da toplanan Türkiye Halk İştirakiyun Fırkası kongresinde 'TKP'nin Asgari Programı' adıyla bir program metninin kabul edilmesi" önemsiz sayılamaz. "1924 yazında İstanbul'da hazırlanan asgari program, siyaset, ekonomi ve işçi hakları bölümlerinden ve toplam 38 maddeden oluşuyordu. Programın çoğu maddesi, burjuva demokrasisinin ötesine gitmeyen maddeler içerirken, bazı maddeler ise ancak bir sosyalist devlette uygulanabilir niteliktedir" (s. 209). Önemli devletleştirme talepleri yanında emeğin onyıllar sonra elde edebileceği kazanımları erkenden gündeme getirme özelliği taşılan "Asgari Program", bize göre, öncü bir belgedir. Önerilen program, 1936'da Fransa'da Fransız Komünist Partisi destekli sosyalist Halk Cephesi Hükümeti'nin programının ötesine gitmektedir. Ama sorun şu ki, henüz Türkiye Fransa düzeyinde olgunlaşmış bir kapitalist ekonomi değildir.

Sonucu da kitaptan alalım: "Türkiye solu yapısal özellikleri itibariyle yurtsever, laik ve halkçı karakterdeyse, bunda TKP'nin doğuşunun payı büyüktür. Bu, kuşkusuz gurur vericidir. Öte yandan Türkiye komünizmi kendi öncülü olan Osmanlı sosyalizmiyle hesaplaşmamıştır. Yaşanan, solun içinde nefes alıp verdiği ortamın köklü biçimde başkalaşmasıdır" (s.221).

***

Kitaba ilişkin biçimsel özelliklerin özenle çalışılmış olduğunu da kaydetmemiz gerekir. Bir kere kitabın sonuna eklenen ve 1840-1927 döneminin önemli olaylarına yer veren zaman-olay dizini hem çok yerinde bir düşünce hem de çok iyi hazırlanmış bir kronoloji. Eklenen dizin de ayrıca yararlı bir çaba olmuş. Kullanılan Türkçe'nin hatasız olmasına gösterilen özen de takdire değer. Kitap, diğer biçimsel özelilkleri bakımından da çekici kılınmış.

Sonuç olarak elimizde çok ciddi bir tarih çalışması olduğu her bakımdan kendini belli ediyor. Kitabın ortaya çıkmasına ve yazımına katkıda bulunanları candan kutluyorum. Bu durumda bize, devamını da dört gözle beklemek kalıyor.