"Sermaye iktidarı elini gösterdi, artık her şeyi daha açık oynayacak. Emekçi halk kesimleri buna 31 Mart’ta güçlü bir tepki verdi. Ama şimdi bununla yetinme zamanı değil, el yükseltme zamanı!"

Seçimler sonrasında ekonomi

Seçimler sonrasında AKP ekonomi yönetiminin sırtındaki tüm siyasi kısıtlardan kurtularak davranacağını yazmıştık. Hemen herkesin öngörüsü de bu yöndeydi. Seçimlerden iki hafta geçtikten sonra hangi noktadayız? MB Başkanının 5 Nisan tarihli mektubu, 14 Nisan gecesi İran’dan İsrail’e misilleme, 15 Nisan’da açıklanan ilk üç ayın bütçe gerçekleşmesinin 503 milyar TL’yi aşan büyük açıklara işaret etmesi ve gene aynı tarihte TCMB bilançosunun ağırlıklı olarak KKM kaynaklı 818 milyar TL gibi rekor bir zararla bağlanması gibi önemli gelişmeler bu iki haftaya damgasını vurdu.

Merkez Bankası Başkanı'nın Mektubu 

Erdoğan ve AKP yönetimi yerel seçim yenilgisini hazmetme sürecini yaşarken ekonomi yönetimi hiç vakit yitirmeden sahnede yerini almıştı: MB Başkanı’nın “yürütmeye” yazdığı kapsamlı mektubu, Haziran 2023’ten itibaren girilen ortodoks politikalardan sapma olmayacağının teyit ederken çizgi dışına çıkmaya heves edebileceklere de şimdiden ayar vermekteydi. Bu mektubun normalde Hükümete karşı yazılması gerekirdi. Ama ortada bir hükümet olmadığı için, asıl muhatap tek seçilmiş yürütme organı olan Cumhurbaşkanından başkası değildir. Görüntüde mektup sanki Hazine ve Maliye Bakanı’na yazılmış gibidir. Ama bakanlar birer yüksek memurdan/devlet sekreterinden başka bir şey değildir. 

Gene görüntüde mektup MB Başkanının bağımsız girişimiyle yazılmış gibidir; ama işin aslında mektubu kaleme alanlar Şimşek-Karahan ikilisidir (dikte ettiren Şimşek ile arkasındaki iç ve dış sermaye güçleridir). Tıpkı IMF’ye verilen niyet mektuplarının IMF’nin de dahli ile yazılıyor olması gibi, iki tarafın ortak metni söz konusudur. Mektubun muhatabı kuşkusuz Cumhurbaşkanı ve Cumhurbaşkanlığı bürokrasisi ile diğer bakanlardır öncelikle; ama mektup aynı zamanda uluslararası finans çevrelerine yönelik bir taahhüt belgesidir. (Kuşkusuz yerel sermaye de bu vesileyle hedeflenmiş olmaktadır). M. Şimşek’in bu aralar sık sık “kimse kapıma gelip bir şey istemesin” tarzı beyanatları esas olarak diğer bakanları ve AKP milletvekillerini ve belediyelerini kastetmektedir ama Cumhurbaşkanlığı üzerinden gelebilecek büyük bütçeli talepleri buna dahil etmek gerekir. Sıkı maliye politikalarını aksatabilecek bazı ek sermaye taleplerini dahi içerdiği düşünülebilir; ama elbette kamu maliyesinin sermaye lehine şekillendirilmiş gelir ve harcama yapılarına ilişilmesi gündem dışıdır. Mali olanaklar bu denli kısıtlanmıştır. Başka bir çıkış olmadığına Erdoğan’ın da ikna edildiği anlaşılmaktadır. Öyle olmasaydı, seçimden önce kesenin ağzının emekliler lehine biraz olsun açılması sağlanırdı.

MB Başkanının mektubunun dayanağı, 1211 sayılı TCMB Kanunu’nun 42. Maddesidir. Buna göre, MB başkanları yılda iki kez yürütmeye mektup yazarak enflasyon (yani TL’nin değerinin korunması) hedeflerine ulaşılıp ulaşılmadığını, sapma varsa bunun nedenlerini açıklamak ve yılda iki kez de TBMM Bütçe Komisyonu’na aynı çerçevede brifing vermek durumundadırlar. MB’nin kendisinin belirleyeceği sıklıkla kamuoyunu raporlarla bilgilendirme yükümlülüğü de bulunmaktadır. TCMB bu raporlarını her üç ayda bir yayınlamaktadır. Dolayısıyla yılda sekiz kez TCMB üzerinden kamuoyuna yansıyan açıklamalar yapılmış olmaktadır. Ortada bir rapor/açıklama enflasyonu olduğu görülmektedir ama bu mektuplar, brifingler, raporlar vasıtasıyla gerçekler ne ölçüde dile getirilmiş olmaktadır? İşte burada ciddi sıkıntılar vardır. 
5 Nisan Mektubu da bunun istisnası değildir.

5 Nisan Mektubunun Anatomisi

Mektup, 2023 yılı için enflasyon hedefinden sapmanın nedenlerini “açıklayarak” başlıyor. Bunu daha önce görsel medyada Prof. Aziz Konukman da sorguladı: Hangi hedef esas alınarak sapma açıklanacak? Orta Vadeli Program’ın (2023-2025) 2023 yılsonu TÜFE hedefi yüzde 24,9 idi; ama 2023’ün son çeyreğindeki MB raporu üçüncü çeyreğin sonunda (Eylül dahil) TÜFE’nin yüzde 61,53 olduğunu tespit ettikten sonra yılsonu hedefini yüzde 65 olarak revize etmişti; gerçekleşme ise yüzde 64,77 oldu! Eğer 2 Kasım 2023’teki MB hedefi alınırsa, enflasyon hedefinden hiç sapma çıkmayacaktır.  Nitekim mektupta şöyle deniliyor: “2023 sonundaki yüzde 64,8 enflasyonu, yılın son enflasyon raporunda paylaşılan tahmin aralığının orta noktasına yakın gerçekleşmiştir”. Eh maşallah, o zaman “sapma” üzerine bir açıklama yapmaya ne gerek vardı? Neden kendinizi yoruyorsunuz ki? Ama asıl açıklanması ve hesap verilmesi gereken sapma, yüzde 24,9 ile yüzde 64,77 arasındaki 2,5 katı aşan sapmadır. Bu mektup bunun yapmadığına göre baştan itibaren kusurludur ve aldatmacaya dayalıdır.

Mektubun çarpıtmaları ve bilinçli eksikleri bununla sınırlı değildir. “2023 enflasyonunun hedef etrafında konulan belirsizlik aralığının belirgin şekilde üzerinde gerçekleştiği…” tespiti yapılması umut verici bulunabilirse de 2023’ün ilk yarısında enflasyonun yıllık bazda aşağıya gitmesini açıklarken, ‘baz etkisine ek olarak, döviz kurundaki yatay seyir, buna bağlı olarak düşen yabancı para cinsi ithalat fiyatları ve enerji sübvansiyonlarının etkisiyle Haziran’da yüzde 38,2’ye kadar gerilemiştir’ ifadelerine başvurulması, bir açıklama değil perdeleme amacını taşımaktadır. Döviz kurundaki yatay seyir neye bağlıydı peki? Hani nerede asıl sebep olarak büyük gelir transferlerine yol açan KKM uygulaması TCMB rezervlerini eriterek kura müdahale politikası? Ve seçim kazanmaya yönelik olarak kurgulanan akla ziyan tüm diğer para ve kredi politikaları?

İşin daha eğlenceli tarafları da var. Mektup şöyle devam ediyor: “Diğer taraftan, 2023’ün ilk yarısında kredi büyümesi, ücret güncellemeleri ve hane halkına yapılan transferler enflasyon üzerinde talep yönlü unsurların etkisini belirgin hale getirmiştir”. Ama burada büyük bir sorun var: Yılın ilk yarısında ücret artışlarına ve genişleyici kredi ve maliye politikalarına rağmen enflasyon düşüyor! Yani ortodoks neoliberallerin “ücret artışları=enflasyon artışı” denklemi çöküyor! Üstelik tam tersine 2023’ün ikinci yarısında ortodoks politikalara dönüşle birlikte enflasyon sıçrıyor! Elbette bunu şöyle açıklayabilirlerdi: İlk yarıda yapay yollarla enflasyon düşürüldü, ikinci yarıda bunlar sürdürülemezdi ve gerçekçi politikalara dönüldü! Gerçi bu da tartışılır ama sorun şu ki bunu böyle açıklamıyorlar çünkü geçmiş uygulamaları açıktan eleştiremiyorlar ve rapor büyük bir çelişkiye düşmüş oluyor. Dolayısıyla şöyle bir durum var: Hem Eylül 2021 sonrasında hem de Haziran 2023 sonrasında enflasyonun sıçratılmasında -farklı politikalara ve farklı nedenlere bağlı olarak- aynı iktidar sorumlu oluyor.

Tabii “yılın ilk yarısında gerileyen enflasyonun ikinci yarısında artmasına zemin hazırlayan” başka gelişmelere de yer vermek zorunda hissediliyor. Şubat depremleri ve bunun sözde yol açtığı “kamu maliyesi ve enflasyon üzerindeki baskıları” da bunların başına yazılıyor! Oysa ek bütçenin büyük bölümü depremlere ayrılmayacak, deprem-enflasyon ilişkisi ise kurulamayacak kadar zayıf olacaktır. Buna karşılık, yılın ikinci yarısında döviz kuru üzerindeki baskının kalkması, çığrından çıkmaya başlayan bütçe açıklarını sınırlamak için devletin yönettiği/yönlendirdiği fiyatların önemli ölçüde serbest bırakılması, özellikle akaryakıt fiyatlarının yukarı gitmesi, KDV ve ÖTV’de oran/miktar artışları enflasyonu asıl azdıran nedenler olarak öne çıkmaktadır ama bunlara mektupta yer verilmemektedir. Temmuz 2023-Haziran 2024 döneminde enflasyondaki şiddetli artışın (en azından bu bir yıllık dönemde) ücretleri aşındırmanın güçlü bir aracı olarak kullanıldığını da elbette bu mektupta göremeyeceksiniz. 

Sermayeye toz kondurulamaz

Gene bu mektupta, tıpkı önceki mektup ve raporlarda olduğu gibi, tarım/gıda fiyatlarındaki artışın genel fiyatlar düzeyindeki ortalama artışın çok üzerinde gerçekleştiğine; dünyada tarım fiyatları gerilerken Türkiye’de neden bu denli yüksek artışlara konu olduğuna dair bir açıklama da bulamayacaksınız. Özellikle de bunun tarımsal desteklerin çok güdük kalmasından, tarımsal katma değerin sadece yüzde 4’ü kadar bir tarımsal destekleme yapılmasından ileri geldiğine; kooperatif örgütlenmeden yoksun üreticinin çok uluslu tekellerin kontrolündeki girdi fiyatları ve satış piyasalarındaki tekelleşme karşısında çaresiz kaldığından, bütün bunların fiyatları yukarı çektiğinden bahsedildiğini göremezsiniz. 

“Fiyatlama davranışının bozulması” gibi sözde nötr ve teknik kavramlar arkasına sığınan ifadelerden, enflasyonun arkasındaki gerçek nedeni yani tekelci fiyatlama davranışlarını sezip çıkarmak olanaksızdır, çünkü düzen sermayenin düzenidir ve ona toz kondurulamaz.

Mektupta “asgari ücretin yılda bir kez arttırılması” talebinin bir Merkez Bankası Başkanınca siyasi iradeye iletilmesi de yakışıksızdır ve çizginin aşılmasıdır. Aslında bu da bize bu mektubun asıl yazarının Hazine ve Maliye Bakanı olduğunu bir kez daha teyit etmektedir bir bakıma. 

Sonuç olarak bu mektupla OVP (2024-2026) hedefleri bir kez daha vurgulanmış olmaktadır. Bu mektup ve OVP, sermayenin programıdır ve emeğe karşı ciddi bir saldırıyı içermektedir. Peki emeğin programı nedir? Son seçimlerin galibi CHP’nin alternatif programı nedir? Nokta atışlarla emekliye şu kadar artış talep etmenin dışında bütünlüklü bir alternatif iktisat programı var mıdır? Sendikal konfederasyonların sermayenin programına, örneğin tek asgari ücret dayatmasına karşı bir eylem planı bulunmakta mıdır?

Sermaye iktidarı elini gösterdi, artık her şeyi daha açık oynayacak. Emekçi halk kesimleri buna 31 Mart’ta güçlü bir tepki verdi. Ama şimdi bununla yetinme zamanı değil, el yükseltme zamanı!