Düzen siyaseti ve onun kendine çıpa bellediği ideolojiler halk nezdinde boşa düşmektedir. Ama bir halk değersiz yaşayamaz. Türkiye halkı değerlerini arıyor...

Son çizgide şaşkınlık

Eskiden bazı yargıların sabit olduğu, dünya yıkılsa herkesin bunları kabul etmeye devam edeceği veya tek bir kişi bile inanmasa da kimsenin bu yargılara dokunamayacağı düşünülürdü. Okulda bayrak töreninde herhangi bir çocuğun heyecanlandığı falan yoktu, ama tören törendi. Evde kimse oruç tutmasa da akşam yemeği iftar vaktinde yenirdi.

Sonra 12 Eylül’de duyuldu ki, bizim İstiklal Marşı işkence aleti olarak kullanılır olmuş! Hiç kuşkum yok, işkenceciler de birkaç yıl önce bayrak töreninde heyecan falan duymamışlardı... Taksim meydanında Cuma akşamları göndere bayrak çekerken alandan geçen herkesin hazır ola geçmeye zorlanması gibi ilginç denemeler yapıldı bir ara… Olmadı da olmadı. Eskiden milliyetçiliğin “vatanını sevmekle” başladığını sanan büyük bir çoğunluk vardı. Bu çoğunluk siyasal bir ideoloji ve pratik olarak milliyetçiliğin kâbus olduğunu bizzat yaşadı.

Yıllar geçiyordu ve son Kürt isyanını bastırmak için memlekete yüksek doz milliyetçilik lazım geliyordu. Doz verildi ve elbette belli bir sonuç da alındı. Ama yetmiyordu! Bir merkez parti olarak SHP’nin kapısını Kürt siyasetine açması, bir diğer merkez parti olarak ANAP’ın olayı fırsata çevirmeye niyet etmesi, tekelci sermayenin en önemli gruplarının “Kürtlere demokrasi” savunucusu kesilmesi gibi gelişmeler aşının yarıdan fazlasının neredeyse ters etkide bulunduğunu gösteriyordu. 

Aynı şey AKP sayesinde dinin de başına geldi. Siyasal din ile toplumsal etik arasında paralel değil ters orantı olduğu açığa çıktı. Din siyasal ve toplumsal yaşamın temeline oturtulunca hırsızlık, tecavüz, yalan, kayırma ve akla gelebilecek her tür başka kötülüğe ve öte yandan sömürüye ve emirlere boyun eğmeye sağlam mazeret bulunmuş olunuyordu. Eşitsizlik ve adaletsizlik fıtrattandı!

Gelinen noktada milliyetçiliğin ve dinciliğin etkisinin sıfırlandığını elbette kimse iddia edemez. Ama artık milliyetçilik adına marşlar bestelenemez, romanlar yazılamaz. Ucuz, sabun köpüğü, çöpler hariç… 

Din adına kılıç sallama aşamasına çoktan gelindi. Kılıç ikna etmez, heyecanlandırmaz. Neye yaradığı belli de, sömürünün şiddeti sayesinde ölümü sık sık hisseden bir toplumun acı gibi korku eşiği de yükselir.

Ölen laiklerin arkasından manşetten küfür sallamak, duada derdine çare aramak için kapını çalana tecavüz etmek gibi uygulamalar toplumsallaşıyor ve sınırsız bir öfke birikmesine neden oluyor. İnsan Fransız Devriminin o tabandan yükselen “terör” döneminde papazların neden saklanacak delik aradığını, bu öfkeyi hissedince daha iyi anlıyor.

Egemen düzenin bunca yatırım yaptığı din ve milliyetçiliğin hali böyleyken, itibarsızlaştırmak için görülmemiş kampanyalar düzenlenen başka değerlere de operasyonlar sökmedi. Sokakta bira içen kadınları görünce şaşırdığını yazan din alimi toplumsal yargıda meczubun tekidir; çünkü kadınların kağıt üstünde bile olsa eşit oldukları, beraber eğlenmenin de hoş bir şey olduğu silinememektedir. 

Ne kastettiğim anlaşılmıştır, lafı uzatmayayım ve sonuca geleyim.

İlginç olan milliyetçilik ve dinin yerine eli yüzü düzgün başka bir şeyin konulamıyor olması. Dön dolaş aynı yere geliyoruz. Demek bunlar düzenin son çizgileri.

O kadar ki düzenin muhalefeti de son çizgiden uzaklaşamıyor. Dincilik ve milliyetçilik, muhaliflerin iktidarın peşine dizilmesi için gayet verimli araçlar olmayı sürdürüyor. İktidar ne zaman sıkışsa, halk nezdinde kıymeti harbiyesi yerlerde sürünen din ve millet düdüklerini çalıyor, düzenin muhalefeti de safa giriyor. Bunlara da son çizgi şaşkınları diyoruz.

Ancak gelinen nokta umut vericidir. Düzen siyaseti ve onun kendine çıpa bellediği ideolojiler halk nezdinde boşa düşmektedir. 

Ama bir halk değersiz yaşayamaz. Türkiye halkı değerlerini arıyor…