'Nasıl ki Şimşek’in 'irrasyonel' dediği politikalar eninde sonunda sermayenin çıkarlarına hizmet anlamına geliyorsa, 'rasyonel' dediği politikalar için de aynısı geçerli.'

Seçim kazandıran bakan: Nurettin Nebati

Yazının adı ironik gelebilir ama hayır, ironi yapmıyorum; en fazla biraz provokatif olduğu söylenebilirse de yazının derdini anlatabilmesi için o kadarı hoş görülebilir. Sahiden de bakan Nebati 18-24 Mayıs seçimlerinin kazanılmasındaki en önemli figürlerden biridir. İzlediği ekonomi politikalarıyla iktidarın bir dönem daha kazanmasına önemli katkılarda bulunmuş, üzerine düşen görevi hakkıyla yerine getirmiştir.

Ne demek istiyoruz peki bunları söyleyerek, ne kastediyoruz? Okuru daha fazla kızdırıp “ne saçmalıyor bu adam” dedirtmeden anlatalım hemen.

2020 yılının sonlarıydı. Bazı iktisatçılar bir süre önce ekonomi yönetiminin dövizi tutmak için bir mekanizma icat ettiğini anlamışlar ve bunun üzerine gitmeye başlamışlardı: Merkez Bankası arka kapıdan döviz satıyor ve rezervlerini eritme pahasına TL’nin hızlı değer kaybını engellemeye çalışıyordu; çünkü “Reis” faizden hoşlanmıyor, “faiz sebep, enflasyon netice” diyor ve yüksek faize karşı çıkıyordu.

Çok geçmeden buharlaşan rezervin 100 milyar doların üzerinde olduğu fark edildi ve kamuoyunda ciddi bir tartışma başladı. Muhalefet henüz “128 milyar dolar nerede” kampanyasını başlatmamıştı ama fatura Damat Berat’a kesildi, kendisi görevden affını istedi, kayınpeder cumhurbaşkanı da kendisini affetti.

Peki Albayrak’ın görevden alınma nedeni sahiden de Merkez Bankası rezervlerini eritmesi miydi, bu rejimde damat da olsa herhangi bir figürün Erdoğan’dan bağımsız ve habersiz bir şekilde hareket etmesi söz konusu olabilir miydi?

Geride kalan 21 yılın sonunda buna nasıl yanıt verilmesi gerektiğini artık herkes biliyor olmalı. Hayır, esas neden damat bey ve ekibinin icat ettiği, “Reis”in onay verdiği ve Kerim Rota tarafından fark edilip “Con Ahmet’in devridaim makinesi” diye adlandırılan mekanizma değildi. Albayrak’ın affından sadece iki gün önce başka bir gelişme olmuş, Amerika Birleşik Devletleri’nde Joe Biden başkan seçilmişti. Erdoğan, Trump’la kişisel ilişkisi üzerinden yürüttüğü ilişkilerin Biden döneminde devam edip etmeyeceğinden, Rusya’dan diyet olarak aldığı S-400’lerin başına bela olup olmayacağından, iktisadi ve siyasi yaptırımlarla karşılaşıp karşılamayacağından emin değildi.

İşte bu noktada Albayrak ve Merkez Bankası başkanı Murat Uysal, Erdoğan tarafından görevden alındı. Çelişkili gelebilir ama ikisinin birlikte görevden alınmalarının nedeni Uysal’ın Erdoğan’ın isteği doğrultusunda faizleri 21. 25’ten 11.75’e kadar indirmesi, o esnada da Albayrak’ın döviz fırlamasın diye arka kapıdan rezervleri yakmasıydı. Erdoğan, Biden iş başına geldiğinde ona başka başlıklarla birlikte bir tür kurban olarak bu görevden almaları ve “kurallı ekonomiye dönüş”ü sundu ama Biden bunu kabul etmedi. Yeni Amerikan yönetimi Erdoğan’la asla geçmiştekine benzer ilişkiler kurmadı, bilinçli bir şekilde onu görmezden geldi.

Erdoğan kurbanlar sunup “kurallı ekonomi ve demokrasi” mesajlarını verdikten sonra Biden’ın kendisiyle beklediği düzeyde bir ilişki kurup kurmayacağını anlamak için bir süre bekledi ama beklediğiyle kaldı. Öyle ki o günlerde Türkiye medyasında en çok konuşulan konulardan biri Biden’ın Erdoğan’ı arayıp aramayacağıydı. Beklenen telefon Biden koltuğa oturduktan tam 93 gün sonra, 23 Nisan 2021’de geldi ama iş işten geçmişti.

Erdoğan, Biden’la ve Batı’yla yeni bir denge düzleminde buluşmak için hem ekonominin başına Lütfi Elvan ve Naci Ağbal gibi “piyasa dostu” isimler getirmiş hem de demokrasi ve insan hakları başlıklarında ılımlı mesajlar vermişti. Bu süreçte Merkez Bankası faizleri 10.25’ten 19’a yükseltmiş, sermaye çevreleri de “fiyat istikrarı” adı atlında, izlenen politikalara destek vermişti. Ama Biden’dan beklenen mesaj gelmeyince işler değişti ve Erdoğan kendine yeni bir yol haritası çizdi.

Kasım 2021’de başlayan self-restorasyon süreci Mart 2022’de ansızın durdu. Erdoğan 12 Mart günü “Ekonomik Reform Paketi”ni açıklarken, o an pek de kimsenin anlam veremediği bir şekilde “ikide bir fiyat istikrarı diyorlar ya, biz onu artık bir kenara koyduk” dedi. Bu konuşmadan sadece altı gün sonra Merkez Bankası fiyat istikrarı adına faizleri iki puan daha artırdı ve ertesi günü Naci Ağbal bunun bedelini görevden alınmayla ödedi. Yerine atanan Şahap Kavcıoğlu ile birlikte ise Türkiye süreklileşmiş faiz indirimleri dönemine girecekti.

Bakan Lütfi Elvan ise Ağbal gibi hemen görevden alınmadı ama gidişatın oraya doğru olduğu görülebiliyordu; faiz indirimlerinin “Türkiye ekonomi modeli” adlı “yeni bir model”le taçlandırılacağının bizzat Erdoğan tarafından açıklanmasından günler önce Elvan’ın görevine son verildi ve yerine o güne kadar ismini pek az insanın duyduğu Nureddin Nebati getirildi. Erdoğan Türkiye ekonomi modelinin Hazine ve Maliye Bakanı olarak Nebati’yi seçmişti.

Kuşkusuz bu yeni modeli icat eden Nebati değildi ama uygulamak ona düştü. Faizler yapay bir şekilde aşağıya çekildi, kurlar yükseltildi. Küçüğünden büyüğüne esnaf, tüccar, sanayici ucuz krediye boğuldu, çalışanların sigorta primleri devlet tarafından ödendi, teşvikler verildi, vergi borçları silindi. Merkez Bankası’nda rezerv kalmadı, bütçe açığı patladı, kur aldı başını gitti, cari açık kapanmak bir yana hızla büyüdü ama bunun sonucu olarak çarklar dönmeye devam etti, iflaslar yaşanmadı, kepenkler inmedi, kitlesel işçi çıkarmalar yaşanmadı, işsizlik kontrol edilebildi. Evet, ekmek küçüldü, tenceredeki yemeğin miktarı azaldı, makro dengeler alt üst oldu ama emekçi sınıfların en büyük kâbusu, yani işsizlik belli bir seviyede tutulabildi.

Bunlara ek olarak maaş iyileştirmeleri yapıldı, sosyal yardımlar artırıldı, EYT uygulamaya konuldu, sosyal konut projeleri ile yeni borç köleliği biçimleri icat edildi ve AKP’nin tabanını oluşturan emekçi sınıflarda büyük kopuşlar yaşanmamasının maddi zemini yaratılmış oldu. Bunun üzerine bir de İHA/SİHA’yla, TCG Anadolu’yla, TOGG’la yaratılan milliyetçi atmosfer, büyük devlet olma iddiası, “küçük adam”ın güçle özdeşleşmesini sağlayan mekanizmalar eklenince işlem tamamlandı.

İşte Mehmet Şimşek’in devir teslim töreninde Nebati yanında olduğu halde “irrasyonel” dediği politikalar bunlardı ve bu politikalar ekonominin makro dengelerini alt üst etmiş olması itibariyle irrasyonel görünseler de aslında belli bir hedefe, emekçi sınıfların rızasının alınmasına dayanıyorlardı, bu nedenle de iktidar açısından son derece rasyoneldiler.

Seçimler kazanıldı ve artık Nebati yok, Şimşek var. Erdoğan her ne kadar çarkların döndürülmesine dayanan “enflasyonla büyüme”nin tadını almışsa da, Merkez Bankası rezervleri, dış açık, enflasyon gibi veriler artık bu modelin sınırlarına gelindiğini gösteriyor. Şimşek de bunu “rasyonel zemine dönüş” diye kodluyor ve yeni döneme hazırlanıyor.

Bu noktada “rasyonel” sözcüğünün ideolojik karakterine odaklanmamız gerekiyor. Nasıl ki Şimşek’in “irrasyonel” dediği politikalar eninde sonunda sermayenin çıkarlarına hizmet anlamına geliyorsa, “rasyonel” dediği politikalar için de aynısı geçerli. Ekonomi politikalarına bakarken asıl sorgulamamız gereken şey bunların rasyonel ya da irrasyonel diye adlandırılmasının ötesinde hangi sınıfa hizmet ettikleri, neyi hedefledikleri olmalı. Şimşek, yüksek faiz politikasıyla, bağımsız merkez bankası söylemiyle, “kurallı ekonomi” vs. diyerek sermayenin uzun vadeli çıkarlarını gözetmek ve halkı daha da yoksullaştırmak, kemer sıktırmak hedefiyle iş başına geliyor. Tedrisatından geçtiği neoliberalizm ve piyasa dinine iman aksini düşünmesine ve izin yapmasına izin vermiyor çünkü.

Dolayısıyla, önümüzdeki süreçte zaten memnuniyetsiz ve muhalif beyaz yakalı emekçilere daha da yoksullaşacak olan ve izlenecek ekonomi politikaları nedeniyle iktidara bakışları değişebilecek mavi yakalı emekçilerin eklenmesi ihtimali artıyor. Türkiye, potansiyel olarak yaka rengi fark etmeksizin emekçi sınıfların hoşnutsuzluğunun ve öfkesinin artabileceği, sınıf siyasetinin giderek önem kazanacağı yeni bir döneme giriyor. Bu öfkenin nasıl politize edileceği ve siyasi denklem dışında bırakılanların denklemdeki yerlerini nasıl alacakları üzerine düşünmek, hızla somut yanıtlar üretmek ve sürece müdahale etmek gerekiyor. Ya emekçi kitleler siyasete müdahil olacak ve bir irade ortaya koyacaklar ya da bu karanlığın içerisinde debelenmeye devam edeceğiz.