Bakanın refleksi elbette bu işi 'büyütmemeye' çalışmak. Çünkü sağlık emekçilerinin gördüğü şiddet sadece hasta ve hasta yakınları tarafından maruz kaldıkları fiziki şiddet değil.

Sağlıkçılar şiddeti AKP’den görüyor

Şiddet, sağlık emekçilerinin çalışma koşullarının parçasıdır artık. Keçiören Eğitim Araştırma acilindeki görüntüler, AKP döneminde inşa edilen hastane rejiminin bir sonucu olarak, ne yazık ki bir mesai rutinidir.

Sağlık Bakanı Fahrettin Koca’nın olay sonrası yaptığı ilk açıklama tamı tamına bunu teyit etmektedir. Ne dediğini hatırlayalım: “Keçiören EAH Acil Servisinde, çok sayıda kişi, ateşli silahla yaralanan, müdahalelere rağmen kurtarılamayan yakınlarını, kuralları zorlayarak görmeye çalıştı. Arkadaşlarımız, şiddet olasılığına karşı, kapıyı kapalı tuttu. Şiddetin ihtimali bile olmamalı. Devlet, geçit vermeyecek!”

Bakan’a göre kapıdaki kalabalık, yakınlarını “kuralları zorlayarak” görmeye çalışmış. Kapıyı kırmaya çalışıp içeri girmeye kalkmak kuralları azıcık zorlamak oluyor. Sağlıkçıların da zaten barikatı canlarını kurtarmak için değil kuralları hatırlatmak için kurmuş olduklarını düşünebiliriz. Üstelik yine Bakana göre olayda şiddet değil “şiddet olasılığı” bulunuyor. Acaba Bakanın olayda gerçekleşmiş şiddet unsuru görebilmesi için sağlıkçıların ağzının burnun kırılması, ya da pompalı tüfekle vurulması mı gerekiyor? Olmamış şey değil ama uzatmayayım.

Bakanın refleksi elbette bu işi “büyütmemeye” çalışmak. Çünkü sağlık emekçilerinin gördüğü şiddet sadece hasta ve hasta yakınları tarafından maruz kaldıkları fiziki şiddet değil. Salgın döneminde şiddetin biçimleri de çeşitlendi. Hastanede çalıştığını söylediğinde dolmuştan indirilen, kiracı olduğu evden çıkmaya zorlanan, yaşadığı apartmanın merdivenlerine ellerini sürmemesi yönünde yazılar asılan sağlıkçılar var. Şiddetin dik âlâsıdır ve bakan işi büyütürse hepsinde sorumluluğu olduğunu itiraf etmiş olur.

Bir de “devlet geçit vermeyecek” diyor Bakan.

Evet bugüne kadar hiçbirine geçit vermediler. Mesela Dokuz Eylül Üniversitesi Hastanesi’nde ek ödemelerinin kesilmesini protesto etmek isteyen sağlık emekçilerine, salgına karşı gerekli önlemlerin alınması için Ankara Üniversitesi İbni Sina Hastanesi önünde açıklama yapmak isteyen hastane çalışanlarına, siyah kurdeleye, söz söylemelerine, önerilerine, örgütlerine, hiçbirine geçit vermediler.

Sağlıkçılar asıl şiddeti AKP’den görüyor.

Misafirhanelerde misafir etmişler, ne tek bir kuruş oda ne de yemek ücreti almışlar. Bir de birbirleriyle ilişkilerinde yeterince dikkatli davranmadıkları için virüsün yayılmasını hızlandırmışlar. Zonguldak Valisinin kentteki sağlıkçılar arasında artan vakaları bu sözlerle açıklaması, sağlıkçılara uygulanmış bir şiddet değildi de neydi? Aşağılama da bir şiddet biçimi değil midir?

Ülkede 1 milyon sağlık emekçisi var. Türk Tabipleri Birliği’nin verdiği rakamlara göre salgının başladığı günden bu yana Covid-19 tanısı almış sağlık emekçisi sayısı 30 binin üstünde. Bu rakam tüm koronavirüs hastalarının %10’undan fazlasına denk düşüyor. Onların arasından 72 sağlık emekçisi de bu nedenle yaşamını yitirmiş durumda. Her biri hepimizden daha büyük risk altında. İyileşenlerin ileride ne tür sorunlar yaşayacağına dair belirsizlikler ise cabası. Tüm bunlara rağmen Sosyal Güvenlik Kurumu Covid-19’un iş kazası ya da meslek hastalığı olarak sayılmayacağını belirten genelge yayınlıyor.

Neden?

Patronlar istedi diye.

AKP’nin sağlık emekçilerine yönelik uyguladığı şiddetin büyüklüğünü anlamak için sadece bu SGK genelgesine bakmak yeterlidir.

Bahçeli’nin sözünü etmiyorum bile. Hekimlerin örgütü TTB’nin kapatılmasını öneren bir ortağa sahip iktidar, sağlıkta şiddetin ancak kaynağı olabilir.