Örgütsüzleştirme bir politikadır ve yoksulluğun yönetimi için esastır. AKP bunu fazlasıyla başardığı için de bu seçimlerin galibi olmuştur.

Emekçi sınıflar AKP’den neden kop(a)madı?

Erdoğan’ın ve Cumhur ittifakının seçimleri kazanmasını sağlayan toplumsal kesimin temel olarak yoksullar, dar ve orta gelirli emekçiler olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu kesim, hayat pahalılığı olarak kendisine yansıyan ekonomik krizle ve seçim öncesi meydana gelen depremin yıkıcı sonuçlarıyla sarsıldı fakat AKP’den kopmadı ya da kopamadı.

Bunun gerçek nedenleri var.

Anlamak için ise en başta “celladına aşık oldular” zırvalığına prim vermemek gerekiyor. “Orta sınıf bilinçli, yoksullar aptaldır” demeye getirmenin kabak tadı verdiğini düşünüyorum. Bu bir sayıklama. Ne sosyolojik ne politik bir değere sahip.

Emekçi sınıfların seçimlerde AKP’den kopamaması, milliyetçi ve muhafazakar ideolojinin bütün araçlarıyla devreye sokulmasına, üstelik buna düzen muhalefetinin de eşlik etmesine elbette bağlanabilir. Fakat Türkiye’de düzen partilerinin sağ popülizme, çoğunlukla da İslamcılık ve Türkçülüğe orantısız yelken açmadığı seçim dönemi pek istisnadır. Sağcılığın sağcılıkla yarıştırılması, düzen siyaseti tasarımında Türkiye burjuvazisinin temel tercihidir.

Bu kez genel kanı, seçim sonuçlarını temel olarak ekonomik duruma dair motivasyonun belirleyeceğiydi. Bunca pahalılığa, barınma krizine, alım gücü düşüşüne rağmen seçimleri AKP’nin kazanması bir de “acaba bu denli etkili bir kriz yok mu” sorusunu gündeme getirdi. “Aptal yoksullar” hissine göre daha insaflı bir değerlendirme olduğu açık olsa da bu da tam olarak gerçeği yansıtmıyor. Türkiye ekonomisinin, sınıfsal sonuçları itibariyle emekçileri oldukça zorlayan ağır bir krizden geçtiği açık.

Peki o halde neden emekçi sınıflar bu koşullara rağmen AKP’den kop(a)madı?

Bu sorunun elbette tek bir yanıtı yok. Fakat öne çıkan iki boyutu var. Bunlardan ilki sürdürülebilir yoksulluktur. Türkiye’de özelleştirmeler yalnızca kamu iktisadi teşekküllerinin özel sektöre satılmasıyla değil, sermaye sınıfı için dolaylı maliyet unsuru olan sosyal devlet mekanizmalarının da devre dışı bırakılmasıyla gerçekleştirildi. Şirketler, bu alanların pek çoğundan para kazanıyor artık. Sosyal devlet bittiğinde “sadaka” başlıyor. Adına “sosyal yardım” demeyi tercih ediyorlar. Mesele bir zamanlar kapılara bırakılan torba torba kömürden ibaret değil. Bugün milyonlarca kişi çeşitli kurumlardan ayni ve nakdi sosyal yardım alıyor. AKP, sosyal yardım politikalarını, yoksulluğun yönetilmesi için güçlü bir araç haline getirdi. Üstelik bu sayede geniş kitlelerle doğrudan bağ kurmayı başardı.

Yoksulluk aynı zamanda bir bağımlılık biçimidir de. Kendi başına “erdem” getirmiyor. Daha fazla bağımlılık, daha fazla “rıza” anlamına geliyor ve tek panzehiri örgütlülük oluyor. Örgütsüzleştirme bir politikadır ve yoksulluğun yönetimi için esastır. AKP bunu fazlasıyla başardığı için de bu seçimlerin galibi olmuştur.

Meselenin ikinci boyutu ise AKP’nin son viraja girmeden uygulamaya başladığı “seçim ekonomisi”dir. Mutfaktaki yangının partisini iktidardan edeceğini hesap eden Erdoğan, seçimleri atlatmayı sağlayacak fakat sonrasında telafisi oldukça güç sonuçlar doğuracak bir mali politika uygulamaya başladı. Dışarıdan para buldu. Bulamayınca para bastı. Merkez Bankası’nın hazırdaki tüm rezervlerini kullandı. Daha fazla borçlandı.

Tüm bunları yaparken elbette önce patronları sağlama aldı. Kredi musluklarını açtı, teşvikleri arttırdı, vergi borçlarını sildi. Elindeki her türlü kaynakla sermaye sınıfını fonlamayı sürdürdü.

Sonra sıra emekçilere verilecek kırıntılara geldi.

“Masa devirmeyi” önleyecek kadar…

Memur ve emekli ücretleri ortalamanın üstünde arttı. Asgari ücret benzer biçimde yükseldi. Sayıca oldukça fazla ücretliyi ilgilendiren EYT ve Ek gösterge gibi yıllardır beklenti yaratmış konularda düzenlemeler yapıldı. Seçimlere haftalar kala kamu işçilerine son dönemin en yüksek reel artışını getiren çerçeve sözleşmeye onay verildi.

Seçim itiş kakışı içinde pek gündem olmayan bu listenin biraz daha uzun olduğunu eklemeliyim. Kopuşun önlenmesinde mutlak payı var.

Fakat…

Emekçi kitleler AKP’den kopmadı ama ona sımsıkı da sarılmadı. Buradan AKP’ye yeni bir toplumsal hikâye çıkmaz. İktidar cephesi için başarı sayılabilecek şey, ekonomik krizin seçim sonuçlarına yansıyacak bir toplumsal maliyet ortaya çıkarmamış olmasıdır.

Peki AKP’nin kırıntılarına karşı düzen muhalefeti ne vaat etti?

Bilimsel iktisat kurallarına dönmeyi…

Şimdi bilimsel iktisat “rasyonel zemine dönüleceğini” söyleyen yeni kabinenin ekonomi bakanının dilinde. İnandırıcı olmadığı sadece bu sonuçtan bile anlaşılmalı.

Oysa ekonomideki irrasyonelliğin nedeni, ülke kaynaklarını kendi çıkarları için sınırsızca kullanan sermaye sınıfının varlığında. Yaşanan krizlerin nedeni de bu. Şirketlere el koyup, ekonomiyi merkezi düzeyde planlamadan halkın sorunları çözülemez. Üstelik bundan daha rasyonel bir çözüm ne öneren, ne de gerçekleştiren var. Siz devletçi deyin, isterseniz kamucu olarak adlandırın ya da toplum yararına diye niteleyin, adı sosyalist ekonomi oluyor. Rasyonel çözüm bundan ibaret.

Rasyonel çözüm yoksa, kriz kesindir, maliyeti kaçınılmazdır, sonuçları yalnızca ertelenebilir.

Bu açıdan tablo gerçekten ağır. Seçim ekonomisi kasayı boşalttı. Merkezi yönetim bütçesinin dört ayda verdiği açık, yıl sonu hedefinin şimdiden yüzde 60’ını geçti. Kuru dengede tutmak ve bunu yaparken sermayeyi fonlamak için icat edilen Kur Korumalı Mevduat rekordan rekora koşuyor. Kurun her yukarı yönlü hareketi bu aracı bir bütçe dinamiti haline getiriyor. Dış ticaret açığı artmaya devam ediyor. İç ve dış borç büyüyor. Ve masada, bu tabloyu daha ağır hale getirmesi olası bir yerel seçim takvimi bulunuyor.

AKP’nin seçim ekonomisi, emekçi kesimlerin mutlak yoksullaşma eşiğini geçmesini erteledi. Bu bir erteleme. Ne Şimşek’in, ne Erdoğan’ın bu konuda kalıcı çözümü yok. Zaten bunun için belki de ilk defa AKP’ye oy verenler de vermeyenler kadar umutsuz.

Belki başka bir yazının konusu olur, ama bitirirken eklemeliyim, AKP karşıtı büyük kitlenin içinde de elbette yoksullar, dar ve orta gelirli emekçiler var. AKP’den kopmayan kesimi milliyetçi-muhafazakar ideoloji belirliyorsa burayı da orta sınıfın özgürlükçü ideolojisi etki altına alıyor. Sorun şu ki, ikisi birlikte farklı noktalardan eşitlikçi paradigmanın üstünü örtüyor ve emekçi kitleleri düzen içine hapsediyor. İşte bugün yaşanan toplumsal sıkışmada yarılma yaratacak yegane mesele, eşitlikçi ideolojinin bir yandan özgürlükçülüğün diğer taraftan milliyetçilik-muhafazakarlıkla bulaşık hale getirilmiş bağımsızlıkçılığın üstüne çıkıp çıkamayacağıdır. Önümüzdeki dönemin düğümü buradadır.