'İyi de bu ne kadar gider? Şu bayram günü daha fazla ağız tadı kaçırmanın alemi yok. Gittiği yere kadar deyip keselim. O yerin neresi olduğunu da herkes meşrebine göre söyler elbet.'

Resmen

İlk anlamı, Türkçe Sözlük’te, “devlet adına, devletçe, resmi olarak” diye açıklanıyor bu Arapça kökenli sözcüğün. Bir de, “kesinlikle, açıkça, kesin olarak” biçiminde açıklanan anlamı var. Biz bunlara basbayağı, düpedüz anlamlarını da katabiliriz. Bu anlamdaki kullanımı örneklemek için aynı sözlükte Haldun Taner’den bir de alıntı yapılmış: “Kızların ikisi japone kollu, üçüncüsü resmen kombinezonlu idi.

En son iki turlu “seçim zaferi”nden sonra sözcüğün her iki anlamında açıklıklar da art arda ve hızla artmaya başladı. Şu seçim zaferi tamlamasını tırnak içine alıyorum; çünkü, benim uygun bulduğum bir anlatım değil, seçim seçime benzemezse zafer de zafere benzemez. Şöyle de söyleyebiliriz: Kabul edilebilir duruma getirmek için tamlamanın kendisini biraz uzatmak gerekir; ya ilk sözcüğüne ya ikincisine ya da her ikisine birden ek açıklamalar getirmeden gerçeğe uygunluk sağlanamaz.

Sözde seçim, dolayısıyla ona bağlı bir sözde zaferden sonra, resmen söylenip yapılanlar arasında şu bizim mahzun mu demeli, yıkık dökük mü, neye benzediği anlaşılmaz olmuş laikliğimiz, daha doğrusu, kendisi de bu tür sözlerle anılmayı hak eder duruma getirilmiş cumhuriyetimizin laiklik ilkesi hemen akla geliyor. Durumun sonuçlarına ya da uzantılarına ilişkin birtakım sayıları bizim Kadir Sev dostumuz bu Çarşamba burada sergiledi. Son eğitim-öğretim yılında, sadece bir yılda, 647 binin üzerinde öğrenci kuran kurslarına katılmış. Bunların yüzde 79’u kadın öğrencilermiş. Yaz kurslarına katılanların sayısı yaklaşık 2.5 milyon imiş. Yaygın din eğitimi adı altında sürdürülen kuran kurslarına katılan 4-6 yaş arası çocukların sayısı da 168 bini aşıyor.  Ayrıca, devletin din işleriyle uğraşan kurumu eliyle basılıp parasız olarak dağıtılan dinsel yayınlar 2 milyonu aşmış. Dağıtım yerleri arasında okullar, kütüphaneler, cezaevleri de bulunuyor.

Bütün bunların aynı devlet kuruluşunun resmi verileri olduğunu ekleyelim. Demek, resmi olarak yürütülmemekle birlikte yaygınlık kazanmış olduğu bilinen bu tür etkinlikler buradaki sayıların içinde yer almıyor.

Yirmi yıl az buz bir zaman dilimi değildir ve Kadir’in yazısında verilen bu tür eğitim-öğretimden geçirilen çocuk ve öğrenci sayıları yeterince çarpıcıdır. Onlar, daha düşük düzeylerde olmak üzere, yirmi yılı aşkın bir süreden beri geçerlidir; üstelik, bu tür “eğitsel etkinlikler”in geçmişi, yirmi yıldan çok daha eskilere uzanmaktadır. Bütün o çocuklar o eğitimlerden geçerek büyümüşlerdir. Sonuncu ve daha önceki siyasal iktidarlar güçlerini pekiştirdikçe, kendilerini daha sağlam hissettikçe, hissetmenin ötesinde bunu bir nesnelliğe dönüştürdükçe eğitilenlerin sayıları da militanlıkları da katlanarak artmıştır. İmkânı ve zamanı olanlar, inandırıcı ve daha da irkiltici verileri bulup ortaya çıkarabilirler. Kısaca toparlanırsa, laiklik neyim kalmadı derken anlatılan, cumhuriyetin bu ilkesel özelliğinin hukuk düzeyinde yok edilmenin ötesinde, aynı zamanda, uzun dönemde ortadan kaldırılışına ilişkin toplumsal dayanakları oluşturacak önlemlerin de eksik edilmediğidir. Artık çocukluktan beri laikliğin nasıl bir kötülük olduğu belletilmiş milyonlarca genç ve yetişkin insan vardır.

Bütün bu resmi sayılar, emekçiler açısından su ve ekmek kadar gerekli olan laikliğin nasıl resmen ortadan kaldırıldığının, geleceğe dönük belirsizlikler varsa onları giderici önlemlerin de alınmakta olduğunun, aynı sözcük burada da gerekiyor, resmen ilanıdır.

***

Pazar yerlerine uğradıkça, pazarcıların akşam saatlerine doğru çürük çarık, bir daha satılamaz diye çöpe atılmaya hazırladıkları sebze meyvenin içinden yenilebilir görünenleri ayıklamaya çabalayan halkımız insanlarını görüyorduk. Sokaklardaki çöp tenekelerine dadanan yoksullar da hemen her günkü gözlemlerimiz arasındaydı. Fatih Yaşlı’nın yine Çarşamba günü bulup çıkardığı gözden geçirilmiş lahmacun tarifi ise yeni ve bir üst aşama oluyor anlaşılan. Yalnız, burada bir karışıklık var sanki. Yeni çıkarılan bir talimatname mi yönetmelik mi her neyse, ona göre, lahmacuna kanatlı eti ve sakatat karıştırıldığı saptanırsa, bu durum ürünün değerini düşürme olarak sayılmayacakmış. Fena mı? Hem sakatatı kim bulmuş, kaça bulmuş da oraya buraya karıştıracakmış!

Ancak, sonradan, birtakım tepkiler üzerine bundan vazgeçilmiş.

Yazık! Epey eskiden, lahmacunun bolca acı ve bir miktar et kokusundan yapılır olduğunu yazıp söylediğimizi de hatırlarım. O günlere mi döneceğiz sorusu akla geliyor ister istemez. Cebinde bol dövizle sahil beldelerimizi şereflendiren yerli yabancı turistlerin bu kaygıdan uzak kalacaklarını ise resmen ilan etmeye gerek yok kuşkusuz.

Onca lahmacun lafı etmek de nerden çıktı şimdi, denebilir. Yanıtım iki yanlıdır: Birincisi, zaten sevenlerin yanı sıra birçok yurttaşımızla birlikte ben de sevmem, ikincisi, kabahat bende değil Fatih’te.

***

“Grev mrev de yapılmıyor artık. Daha ne istiyorsunuz?” Tam bu sözcüklerle değil ama, bunun da resmen söylendiği hatırlanıyor olmalı. Uzantısı olan şu sözler de ya açık açık söylenmiş ya da ima edilmiştir: Durumunu, ücretini, şunu bunu beğenmezlik edip harekete falan geçmeyeceksin. Bak, ikide bir asgari ücreti artırıp duruyoruz. En az ücret olmaktan çıkıp ortalama ücret oldu zaten. Bunu en aklıevvel iktisat alimleri de kabul ediyorlar. Böylece, en az ücreti değil çalışanların yarıdan çoğunun aldığı ortalama ücreti artırmış oluyoruz aslında. Daha ne olsun, otur oturduğun yerde! Oturmayacak olursan da ne seksenini aşmış general,  ne de ironi yapmaya kalkışan hadsiz gazeteci dinlediğimiz resmen ve alenen ortada. Ona göre…

İyi de bu ne kadar gider? Giderse, nereye gider? Şu bayram günü daha fazla ağız tadı kaçırmanın alemi yok. Gittiği yere kadar deyip keselim. O yerin neresi olduğunu da herkes meşrebine göre söyler elbet.