SSK müdürü 10 yıldır Cumhuriyetin kurucu partisini yönetiyor. Partisiyle de Cumhuriyetle de ilişkisi karanlıkta. Laiklik ve Cumhuriyet üzerine tek bir sözünü hatırlamıyoruz.

Kulak çubuğuna sürülmüş organik sorular

1999 yılında DSP’den aday olmak istedi, üye oldu. SSK Genel Müdürlüğü yapmıştı. Partinin Kocaeli adayı olmak istiyordu. Ancak her nedense dönemin DSP Genel Başkanı Bülent Ecevit aday yapmak istemedi. Tepkilerden çekinmiş olmalıdır. 

DSP’den aday olamayınca CHP’nin kapısını çaldı. CHP kabul etmeseydi MHP de olabilirdi. Böyle olmaması için bir sebep göremiyoruz. Şimdi genel başkanı olduğu partiyle ilişkisi tamamen rastlantısaldır. DSP’nin kapısını çaldığı tarihten önceye değin hiçbir bilgimiz bulunmuyor. Mezun olmuş, SSK’ya atanmıştır, kısa tarihidir, hepsi bundan ibarettir.

Vekil olma hayaliyle DSP’ye üye olduğu zamanda partinin başında olan Bülent Ecevit Fethullah Gülen’le pek sıkı fıkıydı. Basın henüz felç olmamıştı, sebebini sordular. “Tasavvuf, din ve felsefe konularını ele aldıklarını” anlattı. 140-150'si dışarda, 250 eğitim kurumu vardı hazretin. Bunlara kuşkuyla bakılıyordu ama orada laikliğe aykırı bir öğrenim sistemi bulunmuyordu. Olsaydı, o devletler izin vermezdi zaten. “İrtica bunun neresinde” diye sordu soranlara. Oysa irtica bunun her yerindeydi.

Ecevit’in söylediklerinin tamamının boş olduğunu artık biliyoruz. DSP, Fethullah’ın AKP’den önceki ortağıdır. O kadar ki MGK'da, Fethullah Gülen'in orduya sızma girişiminden ve çeşitli faaliyetlerinden rahatsızlık duyduklarını söyleyen askerlere şiddetle karşı çıkmıştı. FETÖ, o zamanlar henüz “Hizmet Hareketi”ydi, kanarya sevenler derneği kıvamındaydı. Aksini söyleyenlerin hikayesi iyi bitmiyordu fakat. Zamanın Ankara Devlet Güvenlik Mahkemesi Başsavcısı Nuh Mete Yüksel, bu “sevimli tarikata” terör soruşturması açmaya kalkışınca “seks kasetleri” ortalığa saçıldı. Görevden alındı, soruşturma kapandı. Yıllar sonra şöyle dedi: “Ecevit'i kandırdılar, Ecevit onların adamıydı. Fethullah Gülen'in adamıydı.” 

Bu şu demektir: o tarihte DSP’ye Gülen’in onayı alınmadan kimsenin çaycı olma şansı bile yoktur. 

CHP’de çabuk yükseldi. Baykal’ın gönderenlerin ricalarını kırmadığını söyleyebiliriz. Güveni var. Nitekim kasetleri ortalığa saçılınca kaynağının “okyanus ötesi” olmadığını söyledi ilk iş. Belli ki Tayyip Erdoğan’dan şüpheleniyordu. “Neden” sorusu hala yanıtlanmamıştır.

5 Kasım Ecevit’in ölüm yıldönümüydü. Tüvit attı; “Sosyal devlet ilkesine olan inancından asla vazgeçmeyen, yaşamını sevgi ve hoşgörüyle özdeşleştirmiş değerli siyaset ve devlet adamı, Türkiye’nin Karaoğlan’ı, Genel Başkanım Bülent Ecevit’i rahmet ve özlemle anıyor, anısı önünde saygıyla eğiliyorum” dedi. 

Hiçbir karşılığı yoktur. Aydın düşmanıydı, yeminli bir antikomünistti. Buna karşılık Fethullah şeyiyle buluşup "felsefi sohbetler" yapardı. 12 Eylül’ün en zor zamanlarında CHP'yi yüz üstü bıraktı, kaçtı. Geride bıraktığı ikinci partisinin adı var kendi yok. 30 tutsağın öldürüldüğü "Hayat Dönüş" kıyımının altındaki imzası tek başına siyasi hikayesinin özetidir. 

***

SSK müdürü 10 yıldır Cumhuriyetin kurucu partisini yönetiyor. Partisiyle de Cumhuriyetle de ilişkisi karanlıkta. Laiklik ve Cumhuriyet üzerine tek bir sözünü hatırlamıyoruz. Kısa Kılıçdaroğlu tarihidir.

2010’da genel başkan olunca Avrupa turuna çıktı. O turdayken Laik Cumhuriyete kazma kürek girişmişlerdi. Gazeteciler “Cumhuriyet” partisinin başındaki kişiye yıkımı sordular. "Laikliğin tehdit altında olduğunu düşünüyor musunuz?" dediler. “Düşünmüyorum” diye yanıtladı. "Laiklik tehlikededir” diyemiyordu. Laik cumhuriyeti yıkmakla görevlendirilmiş cemaati sordular haliyle. "Ben cemaatlere saygılıyım, insanlarımız manevi dünyalarında cemaatlere yakın olabilir. Nurcu da olabilir, Süleymancı da Fethullahçı da... Yeter ki bunu siyasallaştırmasınlar. Manevi dünyayı siyasete alet etmesinler" diye yanıtladı. Boş laftır, biliyoruz, tarikatın her türlüsü birer siyasal organizmadır. Taa Yavuz Selim’den beri böyledir. 

***

10 yılda Cumhuriyet Halk Partisi sağa evrimini tamamladı, “Cumhuriyet Ak Partisi”ne dönüştü. Ama “muhafazakâr seçmen” de “imamlar” da ayak sürüyor hâlâ, rağbet etmiyor hazrete. Aradı taradı bir “imam derneği” buldurdu o da. Başı ne zaman sıkışsa bulduğu o “Milliyetçi İmamlar Derneği” yetişiyor imdada. 

Son buluşmasında bayrak ve Kuran değiş tokuş ettiler. Sonra imamların yerine geçip kendi kendine konuştu. "Acaba bu soruyu sorsam genel başkan alınır mı?' diye sakın düşünmeyin. Çünkü şöyle ki Cumhuriyet Halk Partisi'ne yönelik bir algı var. Belki CHP tabanının da İmam Hatiplilere yönelik bir algısı var. Böyle bir dil kullanan olursa CHP'de tutmam” dedi. Samimi söylediklerinde. Yönetiminde partisinde tek bir Cumhuriyetçi ve Kemalist bırakmadığı gibi, hesapta olmayan sızmalara da yol vermemiştir. 

Merak ettim, bu imam derneği hakkında da bir iki satır bilgi vereyim istedim. Yoktur. Dernek hakkındaki tek kayıt Kılıçdaroğlu görüşmesi ile ilgilidir. Naylon imam derneğidir.

***

Bu yılın Ocak ayında Fethullah’ın kullanıp attığı liberallerin toplaştığı bir internet portalının yönetici ve yazarları buluştu. Toplantıda Hasan Cemal’den Murat Belge’ye, Yalçın Doğan’dan Aydın Engin’e ne kadar işbirlikçi unsur varsa hazır nazırdı. Sordular, "Geçmişte cenaze namazına bile katılmama eğilimleri vardı. Şimdi elbette inanarak, isteyerek katılıyoruz" diye yanıtladı. Sağ-sol siyaseti yoktu, "demokrasiden yana olanlar-demokrasiye karşı olanlar” vardı. Sofradaki herkes demokrasiden yanaydı zaten. Fethullah’ı da AKP’yi de o saikle desteklemişlerdi. Küçük yol kazaları olmuştu, hepsi buydu. O tarihten sonra CHP’li belediyeler ve partinin kontrol ettiği TV kanalı liberal çeteye sonuna kadar açıldı. Rastlantı sayamayız. 
Daha önce gazetecileri topladı, Florya’da yemek verdi. İslamcılar, liberaller, patron çantacıları ve Fethullahçı yayınların temsilcileri vardı, bir tek solcu gazeteci yoktu aralarında. 

Öylesine alicenap ki “Ekşi Sözlük” yazarlarıyla bile buluştu. "Başkanım kız bulamazsak size mi başvuralım" diye sordular. "Eş bulma konusuyla Esra Erol ve Ahmet Davutoğlu ilgileniyor" diye yanıtladı. "Niye aramızdasınız" dediler, "Şu Kılıçdar’ı bir görsem de soru sorsam diyen çok kişi oluyor" diye karşılık verdi. Beşiktaş'ın son durumunu bile soruldu, hazırlıklıydı, "Mario Gomez ça ça ça" dedi. Bugünlerde o gün laf söylediği AKP artığı Ahmet Davutoğlu’yla koalisyon kurma hazırlığında…

Havuz medyasının yazarlarının başı ağrısa teyakkuza geçiyor. O kadar ki Akit’çi Hasan Karakaya’nın arkasından bile ağıt yaktı. Sevgili arkadaşımız Hüseyin Aygün “Akit'in yeni bir tehdidinden dolayı mahkemedeydim. CHP vekilleri Akit'in hep hedefinde. KK, işte bu Akit'e başsağlığı diliyor” diye tepki gösterdi buna. Şöyle dedi devamında; “Kılıçdaroğlu Akit'in hedefinde olan milletvekillerine asla bir telefon bile açmamış, sahiplenmemiştir. Beni milletvekili iken 'Fetullah Gülen cemaatini eleştirmek AKP'ye yarar' diyerek 'uyaran' ve 'eli boş' dönen de Kemal Kılıçdaroğlu'dur. F. Gülen ile beni 'uyardığı' günü söyleyeyim size: Ali İsmail Korkmaz'ın toprağa verildiği gün.”

Hilal Kaplan nam Kabataş habercisi “Korona”ya yakalandığını haber verdi geçen hafta. Kulak çubuğuna organik tereyağı sürüp burnuna sokarak iyileşmeye çalışıyordu. Tam o sırada Kılıçdaroğlu aramış, moral vermişti. Vıcık vıcık işlerdir. Ben yazarken utanıyorum…

***

Sadece tarih değil anlattığım, bizim kuşağın trajedisidir. Meşhur 28 Şubat muhtırasının ardından kovuldum, yıllarca işsiz kaldım. Gazete patronlarına ismimizi verip “devlet düşmanı olduğumuzu” bildirmişti muhtıracılar. Teknisyen olarak çalışmamıza bile izin vermediler. Bıraktım, tuhaf dergilerin editörlüğünü yaparak eve ekmek götürebildim. Çoğunlukla eli boş döndüğüm, çok zor zamanlarımızdı. 

Tekrar dönüşüm şimdi mevta “Sky” kanalında Serdar Akinan’ın ısrarıyla oldu. Kısa süre sonra “Ergenekon Davası” patladı. Biz yine oradan oraya sürülmeye, işsiz kalmaya başladık. 

Beş altı yıl önce Hürriyet Gazetesinin manşetinde ismimi görünce şaşırdım. Fethullahçılar “VIP dinleme listesi” yapmışlar ve dinlemişlerdi. İstihbarat Şube Müdürü Ali Fuat Yılmazer’in dönemiydi. O kadar korkak ve alçaktılar ki, işsiz bir gazeteciyi bile listeye eklemeyi ihmal etmemişlerdi. Dinleme dava konusu oldu sonra, hiç oralı olmadım. Bizim için devlet ve iktidar budur. Dinlediklerini biliriz, dinleyemeyecekleri şekilde konuşuruz. Ne dinleyecekler ki hem, ne düşünüyorsak yazıyoruz zaten.

Madem geçmişe döndük bir not daha düşeyim tarihe. “FETÖ”nün patenti bana aittir. SkyTürk’ün internet sitesinde kullandım ilk. Ergenekon Terör Örgütü (ETÖ) olabiliyorsa FETÖ’de olur dedim. Olur, oldu, gazeteci sezgisidir. 

***

"Şu Kılıçdar’ı bir görsem de soru sorsam” diyenler arasındayım ben de. Yol yapıyorum bu yazıyla.  Madem “demokrasi” var, öyleyse bir gün bize de gelin. Birikti sorularımız. Helalleşelim, maksat demokratik görünsün!