'Biraz belleğime dayanarak biraz yaklaşık son bir yılın yazılarını karıştırarak ulaştığım birkaç sonuçtan söz edeceğim; hemen hemen doğrulanmış kestirimlerden…'

Kestirmek hiç de zor değildi!

Artık üzerinden iki aydan çok zaman geçmiş seçimlerden epey önce, daha kesin tarih bile belli olmadan, ne çok yazmışız. Yazmışım demeliyim elbette, kendi başıma yapıp ettiklerimi başkalarıyla birlikte yapıyormuş gibi, biz öznesiyle anlatmak, çok eski bir alışkanlık. Sadece sıradan insanlarda değil, yazar çizer takımında da. Kendinden, kendi yaptıklarından söz etmek, biraz ayıp kabul edilir bizim doğulu kültürümüzde; ondan olmalı. Oysa, ne çok yazıldığını belirterek başlarken, seçimler sırasında ve sonrasında olabileceklerle ilgili tahminleri, kestirimleri akılda bulunduruyorum; öngörü demek biraz fazla olur, abartının da bir sınırı olmalıdır.

Onlar arasında, seçimlerin aylarca öncesinden başlayarak, sonuçlar nasıl gerçekleşirse neler olur sorusuna yanıt arayan kestirimler de vardı. İki cumhurbaşkanı adayından birinin ya da ötekinin kazanması durumunda izleyebilecek olası sonuçlar konusunda spekülasyon yapan yazılardı bunlar. Buradaki spekülasyon sözcüğünü, felsefedeki anlamının biraz dışına çıkarak, verilere dayanmayı büsbütün ihmal etmemekle birlikte, kurgusal olmaktan kaçınmayan bir düşünce çabası olarak kullanıyorum.

Biraz belleğime dayanarak biraz yaklaşık son bir yılın yazılarını karıştırarak ulaştığım birkaç sonuçtan söz edeceğim; hemen hemen doğrulanmış kestirimlerden…

Sözgelimi, saray iktidarının değişmesi durumunda, çok uzun sürmüş eski iktidarın sahibinin olası çekiliş biçimlerine ilişkin kurgular da vardı onlar arasında. Bolsonaro tipi bir çekiliş mi olur, yoksa daha büyük olasılıkla ve kısa süre sonra yeniden iktidarı alma hesaplarına dayalı olarak sütre gerisine çekilip bir tür aktif beklemeye mi geçilir, bunlardan söz ettiğimi hatırlıyorum. Ama, bunların güncelliği kalmadı artık. Yeniden güncelleşmeleri yeni bir seçimi bekleyecektir ve hile hurdasız seçim olmayacağı, çünkü bunun aynı zamanda bir güç işareti olduğu yeterince anlaşılmış durumdadır. Öyleyse, asıl ötekilere  bakmak gerekiyor.

Birincisi, kimi zaman açıkça kimi zaman örtülü biçimde, sonuçlar kimden yana olursa olsun öteki taraf fena karışacak, diyordum. Bunda ne var, denebilir, bunu olup bitenleri az buçuk izleyen hemen herkes söyleyebilir. Ancak, bu şom ağızlı tahmini değişik biçimlerde ve birçok kez dillendiren benim için bile bugünkü şiddet dozu şaşırtıcı bir düzeye ulaşmış bulunuyor. Altılı masanın kurucu partisindeki kapışma, daha şimdiden, tahminlerin ötesine geçmiş durumda. Önümüzdeki birkaç ayda nerelere ulaşabileceğini kestirmekse kolay görünmüyor. Bir ya da iki partinin doğumu bile olasılık dışı değil; dolayısıyla, zaten pek yoksul sayılamayacak siyasal hayatımızın daha da zenginleşmesi gündeme gelebilir. Bu düpedüz sahte bir zenginlik olacakmış, ne gam!

Öte yandan, milliyetçi sağ ile merkez arasında kendilerine yer aradıkları yorumları yapılan masanın ikincileri, şu ana kadarki arayışlarında henüz şiddet dozu fazla ortaya çıkmamış bir görünüm sergiliyorlar; kol kırılır yen içinde kalır aşamasında bulundukları düşünülebilir, daha ilerisine nasıl ve ne zaman geçeceklerini görmek için çok beklemek gerekmeyecektir. Geri kalanlara gelince, onların pek bir şikayetlerinin olduğu söylenemez, masalarındaki aşırı hayalciliğe kapılarak yaşadıkları şoku kısa zamanda atlatıp, göklerden değil nereden düştüğü besbelli kısmetlerinin tadını çıkarmaya, o arada, bu tadı artırmanın yollarını aramaya başladılar bile.

Şunu da yazdığımı hatırlıyorum; benimle aynı düşünceleri paylaşan ve paylaşmayan başkaları da yazmışlardır kuşkusuz: Altılı masa ya da “milletçiler” kazanır da başlarındaki zat, verdiği sözü tutarak partisinden ayrılırsa, yerine kimin geleceği barışçı bir sessizlikte gerçekleşmez, diye ekliyorduk. İki aydır yaşanan, daha ne kadar yaşanacağı da belli olmayan gerçekliğin, buradaki barışçı ve sessizlik sözcükleriyle taban tabana aykırılık içinde ortaya çıkarak aylar önceki öngörümüzü doğruladığı görülüyor. Üstelik herhangi bir kazanım da yokken. Yine de kazanılmış bir başkanlık olsaydı, kazanan nasıl ve nereye kadar kullanacağı tam olarak bilinemese de bir güç elde edeceği için, belli bir sessizlik sağlanacağı düşünülebilirdi.

Bütün bunları yazıp söylerken, biraz da dalga geçmenin her ölümlünün ihtiyacı oluşundan mıdır, nedir, bir ara, şunu da önermiştim: Birçok “siyasetbilim” uzmanının söylediğine göre böylesine mükemmel bir politik mimariyi gerçekleştirmeyi başardınız madem, masanın altılı olması kimseyi kesmez, örneğin, onaltılı olsun bari! Nitekim, bu öneriyi ortaya attığım sıralarda, masanın ikincisi hanımefendi yedinci bir adaydan söz eder olmuştu. Sen misin öneren ve dahi önermekle dalgasını geçtiğini sanan, o kusursuz mimari paldır küldür çökerken, bir iki hafta kadar önce büyük mimarımız aynen şunları söyledi, aynen dediysem not etmedim, hemen hemen bu sözcüklerle demek istiyorum: Altılı değil, gerekirse onaltılı masa da kurarım.

Gel de şaşırma şimdi! Şaşırmak bir yana, olmayacak hülyalara dalma: Kurucu üstat benim yazılarımı okuyor sanki. Onca işinin arasında nasıl okusun, elbet okumaz da, külyutmaz danışmanları okuyup gereken notları sunuyorlardır. Velhâsıl,  bendeniz emsal fakir muharrir taifesi de kendilerine cevap yetiştirildiği zannıyla bahtiyar oluyorlar ki, sebebiyet verenin   namı hesabına yazılan sevabın cesameti öyle böyle değildir.

Memleket ahalisi sefalet ile cehaletten kırılırken, duçar olduğumuz ahval ve şeraitin iğvasına uyup kantarın topuzunu kaçırdıysak, affola!