Bu “Kadıköy” bizimdir. Önümüzdeki aylarda işimiz bu kimliği yükseltmek olacaktır. Kadıköy’de ve her yerde.

Kadıköy sadece Kadıköy değil

Kadıköy her zaman önemli. Sadece kendisi olsa da önemli. Ama Kadıköy Türkiye’nin korkunç dönüşümünün çarpıcı örneği. 

Fatih Mehmet Maçoğlu bu ilçeden TKP adayı olunca daha da önemli hale geldi. Artık Maçoğlu’nun adaylığı üstünden başlayan fantezi tartışmalar geçilmeli ve bu korkunç dönüşüm görünür hale gelmeli. On yıldır haklı olarak ülkede komünizmin itibarının simgesi haline gelen Maçoğlu, kuşkusuz bunu sağlayacaktır. “Köyünden çıkmasaydın iyiydi” hadsizliği aslında tam da bunu engelleme çabasıdır. 

Geçen hafta yazdım; yerel yönetimler iktidarla muhalefet arasında bir politik paylaşım coğrafyası. Yirmi yılı aşkın zamandır ülkenin merkezini elinde tutan AKP, büyükşehir diye anılan metropollerin modern merkez ilçelerinin önemli bir bölümüne hiç egemen olamadı; bir bölümünde modernleşmenin engellenemez ilerleyişi içinde geriye bile düştü. 

Bu yerelliklerin bir kısmı seçim rekabetinin konusu olmaya devam edebilir. Ancak AKP, 2024’te isterse en büyük zaferini kazansın, tablonun genel görünümü değişmeyecek. Türkiye’nin bütünü ile (büyükşehir belediye başkanlıklarına ek olarak) “ülkenin merkez ilçeleri” niteliğindeki belediyeler arasında AKP iktidarı açısından varlığı süren açı kapanmayacak. Şişli, Bakırköy, Kadıköy, Çankaya, Konak ve daha nicelerinin AKP tarafından yönetilmesi mümkün değil. Ve buraların toplamı da bir başka merkez anlamına geliyor.

Bu “merkezin” sakinlerine, memlekete çöken dinci gericiliğin giysisini giydirmek imkânsız. Öte yandan söz konusu nüfus, sermayenin asıl ilgi alanına giren AKP uygulamalarından kendini bağışık zannedebilmektedir. AKP’nin özü, Erdoğan’ın tabiriyle tüccar siyasettir, tüccar siyaset şeriatçı olmak zorunda değildir. Nitekim buralarda yerel yönetimlerin piyasa tarafından teslim alınmasında asıl seçmeni laiklikle tava getiren CHP işlevsel olmaktadır. Bir ihalenin “yandaş” müteahhide değil de bir modern burjuvaya gitmesinde büyük bir sorun yoktur. Bir marinaya AKP veya MHP’yle içli dışlı bir mafyanın çökmesi yerine pastanın bir TÜSİAD üyesinin payına düşmesi ehveni şer sayılmaktadır. Oysa soru sahillerin halka ait olup olmadığıdır. Üstelik birçok örnekte laiklerin oluşturduğu yerel yönetim şeriatçıların elindeki merkezi iktidarla el sıkışır. Laik patronla şeriatçı patronun sınıf kardeşliği bu uzlaşmaların temelini oluşturur.

Bir parti modern yaşam görüngülerini çoğaltırken, ötekinin hem gündelik yaşamı dinselleştirmesi hem de devasa kent rantından kendi politik gündemine ve tarikatlara kaynak aktarması önemsiz değildir, elbette. Ama uyuşturucu ekonomisinden Körfez sermayesine, on milyonlarca insanın acımasızca soyulmasından uluslararası kredilere, savaş sanayi kârlarından gelir garantili işletme sözleşmelerine kadar sayısız kapıyı tutan AKP belediyeleri soymadığında mahvolmayacaktır. Erdoğan rejimi tabii ki bütün kaynak ve olanakları merkezileştirmeyi veya bunlara el koymayı ilke saymaya devam ediyor. Ama bunca deneyimden sonra bunun sınırı olduğu kesinleşmiştir. Aslolan tüccar siyasettir…

Sonuç olarak CHP belediyeciliği AKP açısından sadece rakip değil bir zorunlu uzlaşmadır. Uzlaşma piyasacılık ortak paydasında kurulur. Yeri gelmişken akla takılabilir; AKP’nin benzer bir uzlaşmayı kabul etmediği coğrafya Kürt illeridir. Ancak bu, başlı başına ayrı bir yazının konusu olmayı hak edecek kadar karmaşık... Biz Kadıköy’de kalalım.
Gerçekten de ne sadece bir ilçeden ne de bir grup benzer belediyeden söz ediyoruz. Bu “merkez ilçelerin” yeterince piyasalaştırılmadığı durumda Türkiye’de neoliberal belediyeciliğin inandırıcılığı kalmaz. Modelin egemen ve meşru kılınması açısından AKP için buraların yeri doldurulamaz.

Maçoğlu’nun adaylığıyla birlikte AKP’nin eskimiş tezi, bu kez CHP dünyasında güncellendi. Kadıköylüler zengindi, komünizme gelmezlerdi; dilimize yeni sokulan deyimle concondu! 

Erdoğan aynı kitleyi ahlaksız sayar, Gezi günlerinde Kadıköy vapurundan inenlerden iğrenirdi. Hadi o uzanamadığı ciğere mundar diyen kedi vakası olsun, ya CHP cenahına ne oluyor? Beğenilmeyen, hakaret edilen, Lut kavmi olarak resmedilen nüfus, eşzamanlı olarak CHP’nin tapulu arazisi ilan ediliyor!

Ama bunların topu uydurma. Koskoca bir ilçe, züppe zenginlerin sapkın ve çılgın eğlence partileri düzenleyerek yaşadığı bir yer olarak damgalanabilir mi! Kadıköy söz konusuysa, zenginlik yoğunlaşması Moda Burnu ile Bağdat Caddesinin sahil tarafında gözlemlenir. Bunun dışında beyaz yakalı emekçiler, giderek gelir düzeyi düşen hatta yoksullaşan geleneksel sakinler, emekliler, öğrenciler, hizmet sektörünün akıl almaz bir sömürüye maruz kalan genç proleterleri aynı yaşam alanını paylaşmaktadır. Kadıköy ve simgesi olduğu merkez ilçelerden, önce sanayi proletaryasının sonra da kent yoksullarının kovulduğu doğrudur. Ama kalanların tuzu kuru olduğu kuyruklu yalandır. 

Sözünü ettiğimiz yerleşimler bir mücadele alanıdır. İki tarafı olan bir mücadeledir bu: 

Bir tarafta kentli, kolektif bir toplumsal yaşamı inşa etmeye yatkın, bu yaşam alanının piyasacı/özel mülkiyetçi değil kamusal karakterine yönelen, emekçi, emeğe saygı gereği adalet duygusu gelişkin ve vicdanlı, kent yaşamının dayanması gereken bilimsellikle barışık, kültürel dünyası zengin bir dinamik var. 

Bu “Kadıköy” bizimdir. Önümüzdeki aylarda işimiz bu kimliği yükseltmek olacaktır. Kadıköy’de ve her yerde.

Diğer tarafta rantı yücelten, yağmacı, bu amaçla kamusal alanı daraltmak için bilinçli ve alçakça stratejiler geliştiren, bencil, saygısız, yerleşik ve emekçi nüfusu tasfiye etmenin yolunu arayıp duran, depremi bile bu tasfiyenin ilahi ve mükemmel mekanizması olarak gören ve parmağını sadece göstermelik kımıldatan, tiyatronun sinemanın yerine batakhaneleri, uyuşturucuyu ikame eden bir başka dinamik var. 

Bu, korkunç dönüşümün “Kadıköy”üdür. Her yerde, bütün benzerleriyle birlikte yıkılmalıdır. Önümüzdeki aylarda yıkıcıları örgütleyeceğiz, çoğaltacağız.