İnternet Diktatörlüğü, artık okurların eleştirileriyle gelişecektir. Bu yazıda okurlarımla, yoldaşlarımla ve dostlarımla dertleşmek istiyorum.

İnternet Diktatörlüğü

Bu bir tanıtım yazısı değildir. Reklamcılığın dilinin tüm toplumu kuşattığı bir dünyada biz insanlığın dilini yeniden inşa etmek zorundayız. İnternet Diktatörlüğü, artık okurların eleştirileriyle gelişecektir. Bu yazıda okurlarımla, yoldaşlarımla ve dostlarımla dertleşmek istiyorum. Devrimci bir yazar okurlarına, gazeteyi takip eden insanlara yaptığı işlerle ilgili detaylı bir rapor sunabilmelidir. Bunu ne kadar objektif bir biçimde yapabilirim bilmiyorum ama bir kitabın ayak izlerine basarak okurlarıma geçmişin bir muhasebesini sunabilirim diye düşünüyorum.

Salgın döneminin ortasında işçiler ölüme gönderiliyor, ölüme gönderilemeyenler evlere tutsak edilerek akıllarını kaçırması bekleniyordu. Kapitalizmin salgınla mücadelesizliğini herkes gördü, yaşadı ve yaşamaya devam ediyor. Kamusal sağlık hizmetleri her geçen sene biraz daha kötüleşiyor. Sağlığımıza kavuşmak için hastane hastane koştururken daha fazla hastalanıyoruz. İşte tüm bu kaos döneminin ortasında, belirli aralıklarla görüş alışverişinde bulunduğum dostum Sertaç Canbolat ile gerçekleşen yoğun telefon görüşmelerimizin sonunda bir yola çıkmaya karar verdim. Bu yola çıkarken bir yandan okurlarıma İrlanda işçi sınıfının yoksullukla, evsizlikle ve paralı sağlık hizmetleriyle olan mücadelesini yazmaya-anlatmaya çalıştım. Tüm o medya ve enformasyon bombardımanının altında fikirlerimizle ve bedenimizle bir set oluşturmaya çalışarak Avrupa’nın gerçek yüzünü okurlarıma layıkıyla aktarmaya gayret ettim. Sertaç’ın dostluğu, zihnimde çakan kıvılcımların bir iş, bir eyleme dönüşmesine yol açtı. Kim demiş insan doğası bencildir diye? Birbirimize ihtiyacımız var ve gerçekten bir fikir ortaya atabilmek için kolektif çabayı yardıma çağırmak zorundayız. Ben de böyle bir kolektif çaba için sık aralıklarla yoğun çağrılarda bulundum. İşte böyle bir çalışmanın ortaya çıkmasında bu çağrıya celp eden yoldaşlarımızın emeği ve çabası var. O yüzden tam bu noktada isimlerini anmam gerekiyor... Orhan Gökdemir, Nevzat  Evrim Önal, Ahmet Çınar, Tolga Kaan, Nagehan Kızılkaya, Kaya Emre Uzmay, Helena Sheehan, Ger Scully, Ali Ufuk Arikan, Mustafa Kenan Aybastı, Sertaç Canbolat, Mutluhan İzmir, Cangül Örnek.

Bu hesaplaşmayı yaparken bir yere özel bir parantez açmam gerekiyor. İrlandalı dostlarımın yüz yüze olduğu gerçek, can sıkıcı ve zorlu bir yaşama kapı aralıyor. Bireylerin toplumsal yaşamdan kopuşları trajik bir hal almış durumda. Birlikte hareket etme ve beraber bir şeyleri başarma duygusu yüksek düzeyde törpülenmiş. Bu yüzden işleri çok zor; kolektif yaşama ve paylaşmaya odaklanmaları gerekiyor. Bencilliğin bir dua gibi her gün tekrarlandığı bir toplumda kolektif yaşamın, dayanışmanın yerini hızla dinselleşme alıyor. Yoksul insanlar için geriye kiliseden ve cemaatten başka hiçbir şey kalmıyor. İrlandalı sosyalistlerin işi çok zor. Çok zor ama başarmak zorundalar. Devrimci atalarının inşa ettiği, insanların hiçbir bedel ödemeden sosyalleştiği, karşılık beklemeden paylaşmayı öğrendiği mekânlarını yeniden inşa etmek zorundalar. Tullamore Tribune ailesi bu dehşetli yalnızlığın ortasında yanımda durdu. Bu sayede internetin gazeteye gerçekten bir imkân sunup sunmadığını birlikte sorgulayabildik. Bunu ne kadar iyi yapabildik kararını okurlar verecek.

Pek çok kırılma anlarından geçtik ve açıkçası çalışmanın çoğu kez çıkmaza sürüklendiğini hissettim. Çünkü, çok fazla insanı davet etmiş ve sorguladığımız şeyi birlikte sorgulamaya çağırmıştık. Hastalıklar, yoğun çalışma şartları ve peşimizi bir dakika bile bırakmayan kapitalizmin gölgesinde savaşarak, yakamızı onun kirli ellerinden kurtarmaya çalıştık. Neticede okurlarımızın karşısına hatalarımızla ve doğrularımızla çıktık. Kitabın editörlük süreci bile özel bir emek ve çaba istedi. Yayıncılığın imha edildiği bir dönemde Emine Ertaş, imdadımıza yetişti. Eleştirileri ve önerileriyle çalışmaya yeni bir yön vermeye çalıştı. Tüm bu süreçlerde kimse maddi tek bir kuruş kazanç beklemeden mücadeleye omuz verdi. İnsanın bencil olmadığını gösterebiliyor muyuz? Sizce tüm bu satırlar bu kolektif çabayı anlatabilmek için yeterli mi? İşte! Kocaman bir propaganda makinesinin altında ezilmeden ayakta durmaya çalışan direngen insanların hikâyesi. Peki, nedir ‘İnternet Diktatörlüğü’nün derdi? Uysallaştırılan insana, evcilleştirilen insana, vahşetin çağrısına (gerçek doğasına) kulak vermesi gerektiğini anlatmak... 

Kilt, sıradan bir etek değildir. Tartan kumaştan yapılarak ortaya çıkan bu sembol, İskoç ve İrlandalı sosyalistlerin hem ulusal sembolleri hem de savaşçı yüzünün net bir göstergesidir. Kilt göründüğünde ve gayda’nın sesi duyulduğunda bu yüzden insanlar kendiliğinden bir saygı duruşuna geçer. İnternet, televizyon ya da sosyal medya toplumu-insanlığı ne kadar boğarsa boğsun gayda’nın sesi boğulamıyor! Bastırılamıyor! Keledonya’nın Keltli savaşçıları, önce Roma sonra İngiliz imparatorluğuna karşı destansı savaşlar vermiş ve benliğini korumak için ölümüne direnmiştir. İnsanın kapitalizm tarafından kişiliksizleştirilmesine ve evcilleştirilme çabasına bu ruhla mukavemet ediyoruz. Tüm bu çabayı kapitalizme meftun olarak hakir görenler Netflix’te romantik katil prens Harry’nin belgeseliyle hülyalanmaya devam edebilir... 

İki seneden fazla bir sürede verdiğimiz bir savaşın hikâyesini anlatmaya ve okurlarımı bilgilendirmeye çalıştım. İnsanın olduğu yerde, insana dair onlarca hikâye biriktirerek tamamladık bu eseri. Bu süreçte köşe yazılarıma reaksiyon gösteren ve doğrudan iletişime geçerek eleştirilerini ileten ve onlarla birlikte öğrenmemi sağlayan okurlarıma ayrıca teşekkür ediyorum.  Şimdi, daha uzun ve zorlu bir çalışmaya başlıyoruz. Bu yolculuğun sonunda Türkiye’deki yoksul emekçi insanımıza yeni bilgiler sunabilmeyi umut ediyoruz. Başarılı olabilir miyiz? Çıktığımız hiçbir yolda başarı ya da başarısızlık gibi endişelerimiz olmadı. Bu endişeler kapitalistlerin bizlere dayattığı korkunç hedeflerin bir yansıması sadece...