Ayasofya veya aynı çizgiden gidildiğinde varılabilecek başka istasyonlarda AKP’nin kazanacaklarının sınırı var. Sürmesi bir süre daha kaçınılmaz görünen ekonomik krizin, şirket kârlarının korunması ve emekçilerin alabildiğine ezilmesi biçiminde yönetilmesi için bu istasyonların kazandıracağı süre de kısa. Yapacak başka bir şey yoksa değer değmesine, ama sonu yok bu işlerin.

Ellerine ne geçti?

Ayasofya kararını çok tartıştık, düzeni nasıl da birleştirdiğine işaret ettik, bu vesileyle laikliğin gerçekte ne olduğunu ortaya koyduk… Geriye galiba başlıktaki soru kaldı bir tek: Hakikaten Ayasofya’yı camiye çevirenlerin eline ne geçmiş oldu? 

Yanıt olarak Erdoğan’ın yapıp ettiklerinin büsbütün boş iş olduğu yolunda bir fikre rastlayabiliyoruz. Örneğin CHP’den birtakım sesler, “yahu, dediler, zaten orası kısmen cami olarak kullanılıyordu, imamı bile vardı, namaz da pekâlâ kılınıyordu.” 

Türkiye’nin modern, laik tabanının CHP ve diğer muhalefet partilerinin politik pozisyonunu alkışlayıp “ne iyi yaptınız AKP’yi desteklemekle” deme olasılığı sıfır! Hal böyle olunca CHP’de Muharrem İnce gibi acele koşup abdest sırasına girenleri dengeleyecek başka bir ağırlık da olmalı tabii ki. Birileri de “boş verin, demeli, hiçbir şey olmaz.”
Hiçbi’şi olmazcıların tezinin doğruya teğet geçtiği bir nokta var: O da yobaz dinci bir tabanı pohpohlamanın siyasi iktidara sunacağı katma değerin Erdoğan’ın bir yıl önce söylediği gibi “giderini” karşılamayacağıdır. Biraz açmak gerekiyor…

Erdoğan o konuşmasında “tezini” yabancı rakiplerin böyle bir adımın acısını çıkartacağına dayandırmış. Oysa sorun bu değil. Oradan bakıldığında AKP’nin örneğin Libya’da biraz el güçlendirince Ayasofya adımını atmasına yetecek bir muhasebenin şekillendiğini okursunuz. Bana sorarsanız Ayasofya’nın böylesi kendinde bir değeri yok. Başlı başına bir mücadele alanı olduğu uydurma. 

Kendinde bir değeri olması için, atılan adımın devasa bir gerici enerjiyi harekete geçirebilmesi gerekir. Olmaz... İlle cemaati otobüslere doldurmaları, ceplerine harcırah, midelerine döner ekmek falan koymaları gerekiyor. Eski yağmacı pratiklerden bugünlere kalan bu kadardır. Bu kadarını millete dağıttığınızda karşılığında kitle namazı alabilir, slogan attırabilir, bir miktar yürütebilirsiniz. Ama derseniz ki “Ayasofya bizim canımız, namusumuz, haydi…” Daha çok beklersiniz!

Bunca yıldır soyadının yüzü suyu hürmetine komşu ülkeye liderlik yapan Aliyev’in geçenlerde Ermenilere karşı gönüllü yazılma çağrısı yapması ve yanıt olarak koca meydandan 60 kişinin çıkması gibi! Komşu öğrenememiş gericiliğin huyunu. Bedava milliyetçilik, şovenizm ve yobazlık yok… Bizimkilerinse işi her geçen gün daha zor olacak. Bayram ikramiyesini veya yoksul yardımını arttırmadan, yeğene kuzene değil millete iş dağıtmadan artık gerici safları doldurmak kolay değil. Devleti tarikatlara bölüştürmeyi bile denediler. Sınırı var, fazlası olmuyor…

Birinci nokta bu; Ayasofya’nın cami yapılmasının heyecan katacağı bir yobaz kitle tabanı yok. Türkiye yobazlığının küçük bir meczup tarikatçı çekirdeği var. Devamındaki şişkinlik ideolojik değil manipülatiftir.

Ama kazanılan bir şey yok da denemez. “Müze Ayasofya” bir laiklik anıtıydı. Dünyada pek az benzeri olan bir uygulamadır. Tarihsel, anıtsal, sanatsal değeri çok yüksek bir dizi binanın halen tapınak olarak kullanılması ve ibadet saatleri dışında ziyarete açılması asıl yaygın uygulamadır. Atatürk bundan çok daha ileri bir kararın altına imzasını atmıştı. İptal edilen, az rastlanır bir laiklik zirvesidir. Yani karar laikliğe ciddi darbedir. Laik muhalefet tam da bunu önemsizleştirmeye çalışıyor.

Darbeyi vuranlarsa bunu yalnızca kendi aralarında konuşmakla yetinecekler! Karar şeriat ilan etmenin ön adımı değildir, çünkü bunca yıllık basınçtan ve laikliğin yıkılmasından sonra bile Türkiye’de olası bir şeriat ilanının karşılığı, bu yobaz sürüsünün halk tarafından süpürülüp atılmasından başka bir şey olmayacaktır. Bunlar kendi aralarında alabildiğine gericileşebilirler. Majestelerinin muhaliflerine geri adım üstüne geri adım attırabilirler. Ama “toplumu değiştirmek” anlamında önleri kapalıdır.

Yeri geldi, şunu da yazayım; Türkiye toplumu gerici-dinci basınç altında elbette bir değişim geçiriyor. Bu değişime damga vuran olgu, basınca karşı ilerici bir tepkinin birikmesi değil henüz. Elbette birikiyor. Örneğin 2013 yazında kendini bütün görkemiyle göstermişti; süreklilik kazanmadı. Değişim, uygulanan kuvvet yönünde de gerçekleşmiyor, tersine laiklerin oranı artıyor. 

Peki ne oluyor? Yön kazanamayan toplum görülmemiş biçimde çürüyor! Çocuklara tecavüz ve kadınlara şiddet oranlarının, kayırmacılığın ve bir diğerini yok sayan pervasız çıkarcılığın yayılması, kamu çıkarı veya toplumun yararı gibi değerlerin buharlaşması neredeyse bir yok oluş sürecidir. Bu sürecin üstünde ot bitmez; buradan dinci gericilik bile beslenmez. Çünkü Türkiye gelişkinliğinde bir toplumda tarikatların içerebileceği nüfus kapasitesi sınırlıdır.

Ayasofya kararı alınırken Atatürk’ten rövanş alınması da bir diğer nokta. Benzeri bir rövanş İş Bankasına, Lozan’a vb. de uygulanabilir elbette; yol hukuken açıldı. Ancak Atatürk düşmanlığının ülkenin “normali” haline getirilmesi hayli güç olmaya devam ediyor. Uzatmayayım, şeriat ilanı olasılığında olduğu gibi Atatürk’ün lanetlenmesi de patlama nedenidir. Yoksa İş Bankası’nın kaderi geleneksel büyük sermaye aileleriyle pazarlık yapılarak çizilebilir. Lozan’ı bilmem ama, Montrö’de bağıtlanmış Boğazlar hukukunu savaş gemileri için yüklü bir geçiş ücretine endekslemek iyi bir ticari anlaşma sayılabilecektir. İnanın, muhalefet bunlar karşısında da “tuzağa düşmeyecek”, sonra yok yok bir şey olmaz diyecektir!

Ayasofya veya aynı çizgiden gidildiğinde varılabilecek başka istasyonlarda AKP’nin kazanacaklarının sınırı var. Sürmesi bir süre daha kaçınılmaz görünen ekonomik krizin, şirket kârlarının korunması ve emekçilerin alabildiğine ezilmesi biçiminde yönetilmesi için bu istasyonların kazandıracağı süre de kısa. Yapacak başka bir şey yoksa değer değmesine, ama sonu yok bu işlerin.

Lakin soL okurları bizim ezberimizi bellemiş olmalıdırlar: Her şey sınıfsaldır! AKP’nin, toplumun laiklik veya kurucu lider sinirlerini, tahrik etmenin ötesinde sökmeye kalkışması halinde “bu ülke patlar” dedim ya; bu patlama da sınıfsaldır. Örgütlü işçi sınıfı patlamanın dümenini eline alırsa gericilik duvara çarpacaktır. İşçi sınıfı Mustafa Kemal’e hak ettiği saygıyı verecek, laiklik için yepyeni anıtlar dikecektir.