'(...) Bunun anlamı, yılın ikinci yarısında ücretlerde gerçek bir iyileştirme yapılmayacağıdır. Baskılanmış TÜFE verileriyle bir aldatmaca sürdürülecektir (...)'

Ek Bütçenin Anlamı

Dün akşam Erdoğan Ek Bütçeyi neden getirdiklerini açıkladı: Enflasyon nedeniyle eriyen bütçeye takviye yapıp ücretlere/maaşlara/emekli aylıklarına zam yapabilmek, ihtiyaçları artan SGK'ya destek olabilmek, vatandaşa (yani BOTAŞ, EÜAŞ, TKK'ya) doğalgaz, elektrik, kömür desteklerini sürdürebilmek için... Artık önlenemez gibi görünen "asgari ücrete ara zam" müjdesini de verdi. Bunlar için ek bir vergi veya mevcut vergi oran ve miktarlarına zam da yapılmadığını söyledi.

Erdoğan, Ek Bütçenin "Genel Gerekçesi" kadar "dış etkenleri" özellikle vurgulamadan enflasyonist süreci gerekçe olarak göstermiş de oldu. Bu bir itiraf anlamına da gelmekteydi: Demek ki faizleri indirmek enflasyonu geriletmiyormuş. (Tam tersine bunun enflasyonu azdırdığını söylemesini bekleyemezdiniz elbette). Her durumda demek ki enflasyon bir sonuç değil de sebepmiş.

Ek Bütçenin tek gerekçesi olarak enflasyonu göstermeleri yanlış değil, ama eksik. İki nedenle: Birincisi, TL'nin değer yitimi sürecinin hızlanmasını da bir neden olarak vurgulamak zorundasınız. Özellikle Türkiye gibi iithalata ve bilhassa aramalı ithalatına aşırı bağımlı bir ekonomi söz konusuysa. Kaldı ki kurlar ve enflasyon arasında karşılıklı bir geçişkenlik hali geçerliyken. İkincisi, 2022 Bütçesi henüz uygulama öncesinde çökmüş bir bütçeydi. Henüz görüşmeler sırasında Bütçede geniş bir revizyon yapılma ihtiyacı vardı ve bu konu muhalefet tarafından da ısrarla dile getirilmişti. Dinlemediler ve 6 ay geçmeden bütçeye çok kapsamlı bir ek yapmak zorunda kaldılar.

Erdoğan, 2022 Bütçesinin Eylül 2022'de başlayan bir süreç sonucunda Aralık'ta kabul edildiğini söylüyor ama bu bütçenin Ekim'de Meclis'e sunulduğunda 190,9 milyar dolarlık boyutundan Aralık'ta Meclis'ten çıktığında 128,6 milyar dolarlık boyuta gerilediğinden, dolayısıyla Türkiye çapındaki bir ülkenin kamu maliyesi ihtiyaçlarını karşılayamayacak şekilde yürürlüğe sokulduğundan söz etmiyor. Yani kendi sorumluluklarını zinhar gündeme getirmiyor. Oysa AKP iktidarının iki türlü sorumluluğu var: Bir, derme çatma bir bütçeyle, ekonomik hedefleri baştan çökmüş bir bütçeyle (yılsonu TÜFE hedefi %9,8; yıl ortalaması dolar kuru 9,27 TL idi!) yola çıkmak; iki, kurları ve enflasyonu (ve dış açıkları) azdıran yanlış ekonomik tercihlere saplanıp kalmak.

Ek Bütçe ile yeni bir vergi veya oran artışı getirilmediği doğru ama burada da iş enflasyona bırakılarak çözülmüş oluyor. Enflasyon ciroları ve fiyatları şişirdiği için hem dolaysız hem dolaylı vergileri kendiliğinden arttırır. (Yüksek enflasyon kalıcı olursa, kurumlar/gelir vergilerindeki enflasyonist matrah artışları "enflasyon muhasebesi" uygulamasıyla sermaye lehine çözülür). Bu yılın ilk beş ayında bütçenin 124,6 milyar TL fazla vermesinin nedeni de, hem şirketlerin kârlarının iktidarın sağladığı avantajlarla (özellikle bankacılık sektörü) ve enflasyonla şişmesi, hem de dolaylı vergilerin kendiliğinden hasılat artışlarıydı.

Bu arada bazı tarifeler enflasyona göre ayarlanmadığında da vergi artışı anlamına gelir. İki örnek verelim: Birincisi, Gelir Vergisi tarife dilimleri enflasyona göre genişletilmeyince -ki uzun süredir böyledir- vergi yükümlüleri yılın daha erken bir döneminden başlayarak üst dilimlere ve üst vergi oranlarına geçmiş olurlar. Vergi oranlarını hiç değiştirmediğiniz halde dilimlerin reel olarak daralmasına göz yumarak Gelir Vergisi yükünü ağırlaştırmış olursuzu ve bunun en büyük bedelini de vergiden kaçınamayan ücretliler öder. İkincisi, örneğin otomotiv satışlarında araç değerlerine göre basamaklı uygulanan ÖTV oranları, enflasyon ve kur artışları nedeniyle artık alt basamaklara giren araç kalmadığından otomatik olarak yükselmiş olur. Nitekim ÖTV'de ilk iki basamak işlevsiz kalmış ve minimum ÖTV oranı %60'tan başlar olmuştur. Bu da vergi koymadan tarife artışı anlamına gelir.

Yılın ikinci yarısı için bütçeye ek 1.080 milyar TL gelir sağlayacak düzeneğin de yüksek enflasyon kılıcı olduğu anlaşılmaktadır. Yılın tamamında Bütçe gelirleri artışı, en adaletsiz vergi türü olan enflasyona emanet edilmiştir. Hazreti El Tayyip adaleti bundan ibarettir. Ama o bunu, "hiç vergi getirmeyerek yol alıyoruz" diye bir övünme vesilesi yapabilmektedir. Meselenin ne kadar farkında olduğu ayrı bir konudur.

Ek Bütçe'ye mecbur kalınmasının bir başka nedeni ise, başlangıçta Bütçenin herhangi bir tertibinde yer almayan KKM kur farkları gibi ödemelerdir. Ancak şimdi Ek Bütçe'ye 40 milyar TL'lik bir ödenek konulması meseleyi çözmemektedir. Değerli meslektaşım Prof. Aziz Konukman'ın da belirttiği gibi, yılın ilk beş ayında bu kapsamda yapılan 21,1 milyar liralık harcama böylece yasal dayanağa kavuşmuş olmamaktadır: "Bunun bütçede ödeneği yok ki eklemesi olsun. Ek bütçe iki türlü yapılır. Mevcut ödenekler yetmediği zaman ek bütçeyle ilaveler yapılır ya da yeni bir bütçe tertibi açılıp o bütçe tertibi için ödenek ayrılınca olur. Bu teklifte bu yok. Niye yazmıyorlar? Çünkü o zaman 21,1 milyar TL ödeme yasadışı olacak". (Cumhuriyet, 26 Haziran 2022)

Ücretler ve Erdoğan'ın maaşı

Ek Bütçe, 216,8 milyar TL'lik bir ek personel ödeneği getiriyor. Bunun toplam ek bütçe giderlerine oranı %20'dir; oysa başlangıç bütçesinde bu oran %24,4'tür! Yani enflasyonun ücretleri erittiği bir dönemde bütçenin 1/4'ü değil de sadece 1/5'i yeterli görülebilmiştir. (Bkz, O. Oyan, "Uyduruk Bütçeye Kaçınılmaz Ek", Birgün Pazar, 25 haziran 2022). Bunun anlamı, yılın ikinci yarısında ücretlerde gerçek bir iyileştirme yapılmayacağıdır. Baskılanmış TÜFE verileriyle bir aldatmaca sürdürülecektir. Üstelik seçim ortamına rağmen. Çünkü yeni yıla yeni ücret zamlarıyla girilmesi gerekecektir, asıl yükleme o zamana bırakılmaktadır ve bütçe imkanları artık pek dardır. (Banknot matbaasının çalışmasının da sınırları vardır). Bu arada asgari ücret yıl ortası artışının (veya bu artışın bir bölümünün), işverenin talepleri doğrultusunda ücretlilerin SGK priminin bir bölümünün İşsizlik Sigortası Fonu'ndan karşılanarak geçiştirilmesi de mümkündür.

Erdoğan'ın dün akşamki açıklamasında kendi maaşına yapılacak %40 zamdan vazgeçmesi, doğrusu benim çok yadırgadığım bir durum olmadı. Muhalefet ve eleştirel medya bu konu üzerinde o kadar tepindi ki, Erdoğan umurunda bile olmayan bu artıştan kolayca vazgeçerek meydan okuma fırsatı yakaladı. Eski milletvekillerinin, eski başbakan ve cumhurbaşkanlarının emekli maaş artışları yanlış bir şekilde aktif Cumhurbaşkanı maaş artışlarına endekslendiği için, Cumhurbaşkanının maaş artışı üzerinde de bir baskı oluşturduğunu ve şimdi bu endekslemenin de değişmesi gerektiğini söyleyerek maaşına ilişkin teklifi geri çekme talimatını verdi.

Şu saptamalar yapılabilir: -Erdoğan gibi artık dünyanın sayılı zengin siyasetçileri arasına giren bir sima için, 40 bin TL bir çerez parası bile değildir. Bütçenin sermaye yönlü işlevleri üzerine eğilmeden CB'nin maaşı üzerinden halk tepkisini harekete geçirmeye çalışmak, ucuz ve perdeleyici bir siyaset tarzıydı. -Şimdi Erdoğan'ın bu hamlesinin "geri adım attırdık" üzerinden değerlendirilmesi de aynı siyaset tarzının türevi olacaktır.

Tüm ücretli kesimler, çiftçiler ve sermaye düzeninin mağdurları, kendi örgütleri aracılığıyla, bütçeleri her yıl sınıf mücadelelerinin odağına yerleştirmek zorundadırlar. Bundan kaçınmalarının bedeli, ikincil bölüşüm ilişkilerinin sürekli olarak kendi aleyhlerine dönmesi ve sömürü ilişkilerinin katmerlenmesi olacaktır.