Pırıl pırıl insanların yaşamlarına mal olan, ülkenin aklını, vicdanını, emeğini tüketen bu zorbalığı durdurmak gerek.
Bu kara nehrin kaynağını kurutmak, yatağını bozmak gerek.

Durduralım şu zorbalığı!

Bu hafta genç bir insan, mesleki bilgi ve becerisini kendi yaşamına son vermek için kullandı, ve aramızdan ayrıldı.

Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde kalp damar cerrahisinde baş asistan olan Mustafa Yalçın, sabah evinden çıkmış, arabasını dağ yolun asürmüş, ormanda durup kendi bedenine anestezi düzeneği kurarak karlar içerisinde ölüm uykusuna yatmış. Ardında da sayfalarca not bırakmış.

Bu genç doktorun çarpıcı ölümünde o kadar çok şey saklı ki, neresinden baksak acı, hüzün, kaygı, öfke, isyan doluyoruz.

Doktorun notlarına döneyim ben. Olayın basına yansıdığı günden beri sosyal medyada o notlardan yansıyan konu gündem oldu. Mustafa Yalçın’ın mektubu, çalışma yaşamında ağır ve sistematik zorbalığa maruz kaldığını anlatıyordu. İyi değildi, hiç iyi değildi, ve bunun temel nedeni de belli ki, büyük önem verdiği mesleği ve birlikte çalıştığı insanlarla etkileşiminde yaşadığı sorunlardı.

Mustafa tekil bir örnek değil, belki en günceli ama tıpkı onun gibi, hem de aynı meslekten, benzer sebeplerle hayatını sonlandırmış genç insanlar var. #mobbingcinayettir gündemininin altında sıralandı isimleri sosyal medyada. Melike var, Samet var, Bilge var, Ece Ceyda var, Emre var, Oğuz Ege var, bir başka Mustafa daha var…

İşyerinde, yatay ya da dikey ilişkilerde sistematik ve sürekli olarak uygulanan, her düzeydeki psiko-sosyal taciz, ayrımcılık, baskı vb.ye mobbing deniyor. TDK “bezdiri” diye Türkçe karşılık bulmuş, vurgusu biraz zayıf kalıyor bence. Zorbalık sanki daha uygun. En azından şu gencecik yaşlarda solan yaşamlara baktığımda, bezdiler de gittiler demek kesmiyor.

Mobbing, 1980’lerle birlikte, çalışma yaşamını konu edinen bilimsel alanlarda, yani, yönetim bilimleri, sosyal psikoloji, davranış bilimleri, toplum sağlığı, gibi alanlarda bir başlık olarak ele alınmaya başlanıyor.

Uluslararası düzeye baktığınızda, AB Sosyal Şartı, Uluslararası Çalışma Örgütü prensipleri, İnsan Hakları Beyannamesi, Avrupa İnsan Hakları sözleşmesi gibi belgelerde açıkça bir insan hakları ihlali olarak yerini alıyor.

Türkiye’de tek başına bir yasal düzenlemeyle ele alınmasa da, saydığım bu uluslararası çerçeve ve başka bir takım dolaylı hukuksal düzenlemelerle işyerlerinde mobbing’e karşı bazı önlem ve yaptırımlar tanımlanıyor.

Benim değineceğim kısmı bu değil.

Mobbing’in emekçiler açısından, onur kırıcı müdahalelere maruz kalması, sosyal ve ekonomik anlamda yaşamlarının zorlaşması, psiko-sosyal ve biyolojik anlamda sağlıklarının bozulması ağır sonuçlar. Yasalar, yönetmelikler ve düzenlemelerle çözümlenemeyecek boyutta ağır sonuçlar. Daha derinine inmek gerek.

İşyerinde zorbalık, hemen her sektör ve meslek için geçerli denebilir, ben özellikle yaygın, yoğun ve güncel bir örnek olduğu için, ve aslında daha çok da Mustafa Yalçın için, sağlıkçıların karşı karşıya olduğu zorbalıktan bahsetmek istiyorum.

2018 yılında TTB’nin Sağlık Çalışanlarının Sağlığı Çalışma grubu, “Sağlıkta Mobbing Mobbingde Sağlık” başlığı ile bir toplantı düzenlemiş. Sonrasında, 2019 yılında yayınlanan belgeden, bu toplantıda iki panel ve bir forum düzenlendiğini okuyoruz.1

Toplantının açış konuşmasında dönemin TTB Başkanı Sinan Adıyaman, 2017 “Sağlıkta Dönüşüm” süreci sonrasında sağlıkçıların mobbing vakalarında nasıl ilk sıraya yerleştikleri saptamasıyla söze başlıyor:

“Her gün yüzlerce hastayla ilgilenmek zorunda bırakılan hekimler, sağlık çalışanları bir taraftan sağlıkta şiddete maruz kalırken, diğer taraftan da katı, otoriter yapılanmalar nedeniyle mobbinge uğramaktadır. KHK’larla, işten atılmalarla tehdit altında tutulan bir çalışma ortamında verimli sağlık hizmeti üretilemez.” diyor.

Hatırlayalım, bu toplantının düzenlendiği tarihte henüz daha bir de pandemi saldırısı sağlıkçıların tepesine inmemiş…

O tarihlerde de, ne acı ki, bugün yaşadığımıza birebir benzer zorbalıktan yılıp hayatına son veren genç sağlıkçıların anmasıyla açılıyor toplantı.

Oturumlardaki konuşmaları ve katkıları incelerken bir kez daha farkına vardım ki, sağlıkçıların gördüğü zorbalık sadece tek tek “kötü” yöneticilerin, hastalıklı insan ilişkilerinin,zaafların egoların falan yansımasından ibaret değil.

Ortada çok daha geniş kapsamlı, örgütsel, kurumsal, kurgusal, yapısal her ne derseniz artık, ama illa ki siyasal ve sınıfsal bir durum var.

TTB toplantısındaki panellerden birinde, Sibel Özbudun tebliğinde kendi deyimiyle “mobbing’in mevcut siyasal iktidar elinde nasıl bir “biat üreten” mekanizmaya dönüştüğü”nü vurguluyor. Ve son söz olarak diyor ki:

“Çalışma yaşamında tehdit, baskı ve sindirme başlıca motivasyon araçları hâline getirildiğinde, iş hayatının 'herkesin herkesle savaşı' alanına dönmesi, kaçınılmazdır. Bu tip savaşların, kazananı olmaz…”

Çok doğru.

Bir başka panel katılımcısı, Mobingle Mücadele Derneği Başkan Yardımcısı Mustafa Kemal Topçu, işte o kaybededenleri anlatıyor.

Sayısı ve kapsamı sınırlı da olsa Türkiye için yapılmış bir kaç araştırmadan örnekler veriyor. Topçu’nun paylaştığı araştırmalara göre: “...Zorbaların yüzde 70’i erkek, mağdurların yüzde 60’ı da kadın. Amir pozisyonunda zorbaların oranı yüzde 61. Mobbinge maruz kalanların yüzde 29’u sessiz kalıyor. Mağdura şiddet uygulayanların yüzde 71’i işveren yüzde 60’ı akran seviyesinde. İşten ayrılma oranı ise yüzde 65...”

Aynı konuşmada, Türkiye’de Alo 170-hattını arayanların Kasım 2018 itibari ile rakamları da paylaşılıyor. Hattı arayanların yüzde 18’i kamu sektöründen yüzde 82’si ise özel sektörden. Kamu içerisinde ilk sırada Sağlık Bakanlığı geliyor.

TTB etkinliğinin son oturumu olan forumda Gamze (Yücesan) Hoca da var. Mobbing kavramı için, öncelikle “nasıl oluyor?” değil, “neden oluyor?” diye sormamız gerektiğini vurgulayarak başlıyor. “Mobbing kavramı ile eğer iş yerindeki şiddete yoğunlaşacak isek o zaman hızla, yüksek sesle şiddeti artıran emek rejimine karşı olduğumuzu,... tüm emek örgütlerinin yüksek sesle söylemesi gereken bu olsa gerek...” diye de bağlıyor.

TTB’nin yayınladığı etkinlik belgesini incelemenizi öneririm, dipnotta linkini bulacaksınız. Tüm oturumlar, konuşmalar araştırmalar anlamlı, önemli.

Ama sadece araştırma, analiz, belgeleme ile de yetinemeyiz elbet.

Pırıl pırıl insanların yaşamlarına mal olan, ülkenin aklını, vicdanını, emeğini tüketen bu zorbalığı durdurmak gerek.

Tekil vakaları çözmekle, bireylere indirgemekle, zorbaları isim isim ifşa etmekle olmaz, yetmez.

Bu kara nehrin kaynağını kurutmak, yatağını bozmak gerek.