Bir yol ayrımına gelmiş olmalıyız. Herhalde öyle olmalı.

Covit19 Günleri-3: Mavi Sakal

Nasıl zamanlar, nasıl zamanlar diye soracaklar şu köşeyi dönüp de gelincikler açmış karşı yamaca ulaşmayı başardığımızda. Yüzümüz gölgelenecek, muhtemelen böyle olacak. Kaçırdığımız anları, kaybettiğimiz canları, içimizi sızlatan fotoğrafları düşüneceğiz. Bolero Çorap’ta çalışan Nurettin’i, Galataport şantiyesindeki Dev Yapı-İş temsilcisi Hasan’ı, sağlık emekçisi Cemil Hoca’yı…   Anlatmaya başlamadan önce derin bir nefes alacağız. Sessizliği yarıp gelen kuş cıvıltılarına kulak vereceğiz bir süre. Zehre dönen acı baharı hatırlayacağız. Sonra yavaş yavaş, soluklana soluklana,tane tane söyleyeceğiz bütün bildiklerimizi, bütün anımsadıklarımızı.

Parlak güneş gelincik renginin alazıyla gözlerimizi kamaştırırken, tıkıldığımız kuyuda, biraz kekemeydik diyeceğiz. Kekremsi bir tadı vardı o günlerin. Şaşkındık, afallamıştık, korkmuştuk, sevdiklerimizi özlemiştik, hem de çok.  Bilemedik, anlayamadık, hayatın bir anda ölüme, ölümün yeşillenip hayata durduğu zamanlardı. 

Herhalde öyle olmalı. Öyle demişizdir.  

Kapıları yedi kat kapatmış, kendi kuytularımıza çekilebilmişler arasındaydık. Onun için biraz da gözlerinin ta içlerine bakamıyorduk Nurettin’in, Hasan’ın, Cemil Hoca’nın. Gözlerimizi kaçırıyorduk. Başımızı eğiyorduk. Başkalarının yerine utanmanın yaşama ağrısı olarak saplanıp kaldığı zamanlardı. Korkmuştuk, öfkeliydik, haykırmak istiyorduk, sesimizle dünyaları devirmek. 

Bir çığlık bunu başarır mıydı? Bilemiyorduk.

Oysa hepi topu mutfağa ekmek pişmiş mi gelgitlerimizin arasında küçük kızlarımıza Mavi Sakal masalını anlatmak üzereydik. Ninem usulü, evde ekmek yapmanın hazzı sinmişti yüreklerimize bir yandan. Tek derdimizin ekmeğin bu sefer ne kadar mayalanacağı, mayanın ekmeği  ne kadar kabartacağı ve üzerindeki kesik izlerinin bu mayalanmanın hangi aşamasında yapılacak olduğu zamanlardı bir de… Bütün duyguların bir anda yaşandığı, sersemlediğimiz, sarsaklaştığımız, sindiğimiz zamanlardı. Sağlı sollu yumrukların şiddetiyle afallanan zamanlar…

Herhalde öyle olmalı. 

İşte ben de bu çoğul kişilerden bir kişiydim. Korkuyordum. Fırının ayrılamadığım penceresinden içeride yavaş yavaş pişmeye dönen ekmekleri seyrederken. Geceydi, el ayak çekilmiş, çocuklar uyumuş, altın tozlarına bulanmış bana ait zamanlardı ve ben fırının homurtusunu dinleyerek ışığın camda bıraktığı yansımaları izleyerek cennet hayalleri kurmaya başladım. Cennet hayalleri kurarken fırının penceresindeki dehlizde beliren başka bir dünya,  gülümseyerek elimden tuttu. Ayağımdaki terliği bile  çıkaramadan bir bacağımı hop fırına attım. Bir çeşme duvarından destek alarak bu bambaşka yeni dünyada hayalini kurduğum gizli cenneti aramaya koyuldum.  Karanlık, ıslak ve soğuktu. Ürperdim.

Evet, evet herhalde böyle olmuştu. 

Ataköy sahilinde oynaşan yunusları hatırladım hüzünle arkama son bakışı atarken…  Doğa, ben bir fırın mazgalından çekip gitsem bile öylece durmaya ve kendi ritmiyle dans etmeye devam edecekti nasılsa, ne güzel. Ağlayasım geldi niyeyse. Tıpkı şu geçen gün New York’ta kız kardeşini salgında kaybeden siyah kadının isyanınının kapitalizmin gözbağcılığını nasıl eritip buhar ettiğini izlerkenki gibi. Yanaklarım ılık gözyaşlarıma bulanmış, tuzlu yaşlar dudaklarımın arasına sızmışken, bir de baktım o siyah kadın almış beyaz dişlerini ve öfkesini yanına; çıkageldi. 

İki, her zaman birden iyidir, hele yolculukta.  Hele hele bir fırın içinde yeni bir dünyaya doğru önümüze çıkan karanlık patikadan yürümeye başlamışken. Sessizce, konuşmadan yürüdük yürüdük…  Yol arkadaşım videodakinin aksine acısına bürünmüş kuyu kadar sessizdi. Suskun, yaralı.

Bir yol ayrımına gelmiş olmalıyız. Herhalde öyle olmalı.  

Çatallanan patikanın kapkaranlık iki başı; biri coşmuş laciverte dönmüş  bir Ayvazoski tablosu kamaştırıcılığında diğeri Munch’un çığlına benzer bir kara ladin ormanında. Seçebilirsen seç, gidebilirsen git bakalım. 

Nerde benim cennetim, diye sormuş olmalıyım. Bir baykuş belirdi. Bilge gözleri ve acımasız kum saatiyle. Soruyu sor, dedi, kırpmadan diktiği bakışlarıyla.

Ardında ne var? Göründüğü gibi olmayan nedir diye sordum. Neyim öldürüldü ya da ölmeye yatıyor? Cenneti nasıl bulurum? Yeryüzü cenneti olan, hani gündüzlerinde sömürülmeyen, gecelerinde aç yatılmayan hani meydanlarda…

Mavi Sakal dedi, gerçek Mavi Sakal’ı öldürdüğünde. Şöyle hakir gören bir bakışla siyah kadına ve bana baktı, öldürdüğünüzde, dedi, ancak o zaman. Mavi Sakal’ın bin odalı sarayındaki  en küçük kapının gizli anahtarını bulup içeri girecek, ölülerin kemiklerini alacak, onlara şarkılar, şiirler, öyküler üfleyecek ve tüm zamanların ölülerini dirilteceksiniz. O ölüler ki bin yıllık uykularındadır. Kanları yeryüzünü boyamış, hayalleri lime lime edilmiştir. Her geçen günün umutsuzluğu güçlerini soldurmuş, nefeslerini tüketmiştir; Mavi Sakal’ın gönül çeliciliğinin tuzağına düşmüş safdiller ordusununun kemikleri, küçük anahtarın açacağı bin odalı sarayın gizli odasındadır. İki kişiyle başaramazsınız. 

Herhalde böyle demiş ve sonra eklemiş olmalı:

Hangi yolu seçersen seç gördüklerine bakmıyorsan, duyduklarına kulak vermiyorsan, merak edip sormuyorsan, sorduğunu sorgulamıyorsan, doğru bildiğinin peşinden gitmiyorsan doğruca Mavi Sakal’ın kucağına götürür seni, hele kadınları sever kadınları. 

Ben biliyorum dedi siyah kadın, uzak ülkemden biliyorum. İlk defa sesini duymuştum, billurdan bir su gibiydi.  Mavi Sakal çoktur, Mavi Sakal’ın şahı ise işte bu fırın içindeki yolun sonundakidir. Baykuş haklı. Bu yolculuktan dönmeyelim, dedi anlamıştı ikirciklendiğimi, tedirginliğimi, titrekliğimi. Mutfağına dönme dedi, bir yol seç gidelim, yeni bir bilmeye, yeni bir olmaya hazırlanalım, yapabiliriz, kızların için. İş-kur önünde bekleşen insanların yüzleri geldi aklıma, kaygılı bakışları, sosyal mesafe kuralına uyarak maskeli iş arayışları, mas-ke-li iş- a-ra-yış-ları. 

Korkuyorlardı. Öyle olmalı.

Korku, korkmak, bir insan neden korkar? Koşmaya devam etmekten korkmak, durmaktan, yavaşlamaktan, otoriteden, sinmek, yaratıcı tasarılardan önce enerjisini yitirmek, ürkme, küçük düşürülme, endişe, bundan kaynaklı uyuşukluk, bunaltı, ortada kalakalmaktan korkmak, çelimsiz, bıkkın, kaygılı*, suskun, sararmış, belirsiz, işsiz kalırsam, işsiz kalırsam, evsiz kalırsam, evsiz kalırsam, aç kalırsam, aç kalırsam, çoluk çocuk perişan olursa, olursa, kalırsam, olursa…

Tatlı bir donma uykusu dalga dalga yayılmaya başlamıştı korkanlara, tavşan korktuğu için kaçmaz, kaçtığı için korkar gibi bir şey herhalde dedim.  

Öyle demiş olmalıyım 

Hayatta kalmak istiyorsak yorgunluğa teslim olmamalıyız. Şu anda uykuya dalmak mutlak ölüm demektir, dedi Siyah kadın, bir panter gibi ladin ormanının karanlık koyusuna daldı, peşi sıra onu izledim. Başka çarem var mıydı? 

Mavi Sakal’a Mavi Sakal’a…

*Kurtlarla Koşan Kadınlar, Clarissa P. Estes