"Neyi bugüne taşıyacak neyin biraz daha solmasına izin verip sandığa saklayacağız? Bütün bu sorular bugün ne yapmak ve bugünde ne bulmak istediğimizle alakalı olarak durmuş, sırasını bekliyor."

Yeni Yıl ya da Eşik

Koşarak geldik mi? Geldik. Ocak ayının ortasına geldik. Sınırlarını net, kesin, kırmızı çizgiyle belirlediğim yeni yıl kavramında bu yıl bir aşınma ve bozunma yaşıyorum. Girmekte zorlanıyor ve gönlümün inadı üzerine bir türlü hendeği atlayamıyor, ayak diriyorum. Sembolik anlamlar ifade eden ve benim için bir yeni başlangıç demek olan yeni yıl ajandamı yapmaya, süslemeye mecal bulamıyorum. Tarihsiz, görevsiz, “önemli işler” sıralamasız, bir görünmez kadın gibi, işleri atlatıyor, sorumlulukları bekletiyor, Araftaki hâlimi inatla koruyor ve savunuyorum. 

“Hele durun!” 

“Bir dakika!”

“Bir durabilir miyiz lütfen!”

Bu; uzaktan baktığım, yer yer çok yakından tanık olduğum çerçevesi lime lime olmuş, çürümüş tabloda neye içerliyorum, neden inatla durmak istiyorum? Nedir beni yoran? Elbette bu gönülsüzlüğümün, eşikte öylece durup beklememin, aval aval etrafa bakmamın psikososyal nedenleri olmalı. İçimle konuşmam; savaş alanı, yangın yeri mevcut dünyanın ve memleketimin bende ve muhtemelen hepimizde neden olduğu alacaklı hâlimizle haykırmam gerek. “Bütün bunlara ne gerek var?”, gezegenimizdeki bu zorunlu konukluğumuzda ve bir ışık çakımı varlığımızla bu kadar adaletsizliğe, eşitsizliğe, acıya bulanmamıza ne gerek var? İnsanın yeryüzüne indirdiği, aklının sağlamasıyla, bilincin süzgeciyle kurabileceği devasa bir dünya var iken sorgulayan benliği niçin bu kadar itaatkâr? İnsan büyük ölçüde artık görmez, duymaz, lâl oldu. Hangi ara boynunu büküp, dizini kırıp kendine uygun görülen, bu saçma yaşama razı olur oldu? 

İnsan ne için yaşar? Bu soru bir yandan öylesine kapsamlı ki… Öte yandan da bir o kadar basit. İnsanın insan olma süreci tersine evrime uğradığında, elinde en temel içgüdüleri ile yaşayan bir mağara canlısından başka elinde bir şey kalmıyor. En ilkel güdüleriyle koklaya koklaya etrafı kolaçan eden ve körlemesine ilerleyen ürkek ve vahşi bir insan sureti bu. Bir kabuk insan, içi boşaltılmış, kuklaya ya da irine dönüşmüş kas ve iskelet yığını. Saman insan. Tatsız, tuzsuz, ışıksız, cansız, renksiz ve huzursuz…

“Hele durun!” 

“Bir dakika!”

“Bir durabilir miyiz lütfen!”

2023’ten aklımda kalan nedir?

Sanıldığının aksine geçmiş, uzak ya da yakın geçmiş fark etmez, tamamlanmış olguların üst üste yığılması değil. Bugünden geriye baktığımızda bugünün gereksinimlerine göre ayıklanacak, elenecek, kimi değerli mücevherleri kararmış olsa da bulunup temizlenecek, insanlığın erdemli günlerindeki ışıltısından ödünç alınarak parlatılacak, biçimlendirilecek tamamlanmayı bekleyen bir maden. Geçmişte yaşamadan ama geçmişin sözünü, fısıltısını bugüne taşıyarak ve bize sunduğu çerçeveyi bugüne aktararak şekillenecek bir miras. Neyi seçeceğiz? Neyi miras alacağız? Neyi bugüne taşıyacak neyin biraz daha solmasına izin verip sandığa saklayacağız? Bütün bu sorular bugün ne yapmak ve bugünde ne bulmak istediğimizle alakalı olarak durmuş, sırasını bekliyor. 

Walter Benjamin “Ancak kurtulmuş bir insanlık geçmişine tümüyle sahip çıkabilir, ancak kurtulmuş bir insanlık geçmişini bütün anılarıyla zikredebilir.” demiş. Yeniden soruyorum, 2023’ten aklında kalan nedir?

Benim aklımda kalan 6 Şubat Depremi, o korkunç acı ve ardından yaşanan utanç silsilesi. Kişisel olarak elin erememesi, gücün yetememesi… Hakikaten bir süre sonra unutmayı, uzaklaşmayı, üzerine konuşmamayı ve sessizliği tercih. Bir büyük kuyu, tüm çığlıkları içine hapsedip karanlığa boğan… Sonra Filistinli bebekler, İsrail’in ardına aldığı başta ABD ve her türden irili ufaklı emperyalist aparat ile başlattığı kırım. Bir de Cumhuriyet’in 100. yılında, cumhuriyet düşüncesine, eşitlikçi ve aydınlanmacı değerlere yönelik korkunç bir huruç harekatı…  Ülkemdeki bugünün tepetaklak insanının türlü dertlerinin müsebbibi olarak cumhuriyet fikrine hücum etmesi ve aslında bir nevi bindiği dalı kesmesi.

Durum hiç de parlak görünmüyor bu mesafeden değil mi?

Ve yine, 

“Hele durun!” 

“Bir dakika!”

“Bir durabilir miyiz lütfen!”

Öte yandan gözüne ışık tutulmuş hâlimle ben ve öte yandan yine kervan yolda düzülür umuduyla. Başka bir deyişle 2024 tüm bilinemezleri ile ve en genç hâliyle kapıdan girmiş bulunuyor. Hadi bakalım,  bir yıl daha…

Peki, insan ne için yaşar, sahi?