Yaptığımız her kutlama, yaptığımız her anma bizi en az bir adım ileri taşısın. Yapılmadan öncesi ile yapıldıktan sonrası arasında emekçilerin kendilerini nasıl hissettiğine, solun güç biriktirmesine ilişkin pozitif bir değişim olsun.

Bayram coşkusu, bayram yabancılaşması

Sınıf mücadelesinde simgesel tarihler vardır. 1 Mayıs gibi, 8 Mart gibi, Ekim Devrimi’nin yıldönümü veya Nazizmin yenilgiye uğratıldığı gün gibi, Paris Komünü’nün yıldönümü gibi. Bunlara her ülkenin politik tarihinden oraya özgü günler eklenir. Her yerde…

Bunlar kutlanır, anılır.

Diğer kuşaklar için çok da farklı olduğunu zannetmiyorum, ama ben kendi yaşıtlarım için konuşmakla yetineyim…

Bir de “resmi yıldönümleri” vardır. Çocuk denecek yaştayken bunlardan bir heyecan duyuyorduk galiba. Ama ortaokul, lise çağında resmi bayram tatille özdeşti artık! Gençlikten, ergenlikten falan değil. Yabancılaştırmışlardı bizi! Soğuk yüzlü, “resmi”, vazife icabı yapıldığı üstünden dökülen işler en hafif deyimle can sıkıcıydı. Kimsenin rolünü inandırıcı biçimde oynamadığı kötü bir senaryonun parçası olmamız isteniyordu. Kaytarıyorduk veya sıkılıyorduk.

Daha sonra politize olanlarımız o yabancılaşılmış kutlama veya anmalara konu olan, ama aslında tarihsel olarak gayet değerli günlere anlam yükleme denemelerinde bulunduk. Ne bileyim, 19 Mayıs’ın, o resmi koflaştırmanın dışında emperyalizme karşı mücadelede bir yeri vardı. Cumhuriyet halk için büyük bir ilerlemeydi. Resmi ağızlarda öğütülüp değersizleştirilen bu yönleri, punduna getirip dillendirmek politik bir faaliyet olmuştu bizim için. Sonuç almamız biraz zordu, çünkü şimdi resmi geçit töreni olacaktı ve kaytarmanın zamanıydı!

Aradan bayağı süre geçti. “Eski Türkiye” dediklerini tasfiye ettiler. Yerine konanın ne olduğu sezildiğinde, bizim eskiden beğenilmeyen yıldönümlerine halk kendisi akmaya başladı. Artık ulusal kurtuluş ve Cumhuriyet’in kutlu günleri birer halk günü!

Başa döneyim… Bizim de, yani solcuların da sahip çıktığı ve gerçek anlamını açığa çıkarmak istediğimiz bayramlar bir yana, bir de tamamen bizden doğup gelen günlere…

Ne yazık ki, bizim günlerimiz de bir yabancılaştırma operasyonuna maruz kalabiliyor!

Sakın eski sosyalist devletlerden söz edeceğimi falan düşünmeyin. Sovyetler Birliği’nin bayram kutlama görüntülerine laf etmek için kendini bilmiyor olmak da yetmez. Küba'da bayram gösterilerinin halkın değil devletin kutlamaları olduğunu düşünmek için halk denilen şeyden uzak kalmış, devlet nedir bilmemiş olmak gerekir.

Benim dahil olduğum, benden önceki ve sonraki bir dizi solcu kuşak olarak hep birlikte “bayram yabancılaşmasının” dik alasını, Türkiye’de neredeyse 30 yıldır yaşıyoruz.

Bildiğimiz film dönüyor: Örneğin 1 Mayıs’ın ortak yapımcıları kimlerse her birinin temsilcisi ille çıkıp konuşacak. Kimsenin dinlemediğini bile bile. Kendi örgütlü üyelerinin alanı dolduran kitlenin azınlığı olduğunu göre göre. Üstelik o kitle örgütlerinin dokuları son derece zayıf olduğu için, tabanlarının alana girmeleriyle çıkmaları arasında geçen süre çoğunlukla birkaç dakika olduğu için, yapacakları konuşmaların kime yapıldığını bilmeye bilmeye! Resmi gün ya, kuraldır, konuşulur. Buyurun yabancılaşmaya!

Haksızlık etmeyeyim, her zaman böyle olmayabilir. Daha somut söyleyeyim. Örneğin son zamanların sendikal, izinli, yasal 1 Mayıs mitingleri kesinlikle böyledir.

Devletten izin çıkmadığı zamanlar olayın başka bir yabancılaşma türüne kaydığı da olmuştur. Çoğu kere, sol, egemenlerin 1 Mayıs’ı bir “suç günü” olarak topluma resmetme tuzağına balıklama atlamıştır. Sınıfın birlik-mücadele-dayanışma günü, emekçi kitlelerinin kendi sorunlarıyla, yaşamlarıyla ve hayalleriyle bağlantısını kuramayacakları bir itiş kakışa dönüştürülmüştür.

Bu akışın dışına çıkıp politik olarak anlamlı bir şeyler deneyen bölücüdür, kibirlidir; bazen de hain!

Anlam, içerik… Bayram coşkusu olsa olsa bu kavramlardan çıkar. 1 Mayıs 2020 örneğin. Kapitalizmin virüs karşısında bile paranın peşinden koşması, işçilerin zenginlik üreten bir makinanın dişlilerinden öte değer taşımadıklarının ilan edilişi… Bunlar kapitalizmin insanlığın sırtından atılmasının yaşama hakkı kadar acil olduğunu kanıtlamıyor mu? 1 Mayıs 2020’nin içeriği bu düzenin yıkılması çağrısını güçlendirmekten başka neyle ölçülebilir? Bu yoksa, yabancılaşma kaçınılmazdır. Sıkılırsınız, kaytarmaya meyledenleriniz çıkar…

Yanlış anlaşılmasın, 1 Mayısları düzenleyen kurumların yöneticileri çoğunlukla iyi niyetli, hatta devrimci insanlar olabiliyor. Bu dostları asık suratlı lise müdürlerine benzetmiş olmak istemem. Öyle bir çağrışım olmasın diye, ben somut bir ölçüt önereyim: Yaptığımız her kutlama, yaptığımız her anma bizi en az bir adım ileri taşısın. Yapılmadan öncesi ile yapıldıktan sonrası arasında emekçilerin kendilerini nasıl hissettiğine, solun güç biriktirmesine ilişkin pozitif bir değişim olsun.

Bu ölçütü gözetmeden yapılan işler için Türkçede “dostlar alışverişte görsün” diyoruz. Bu ölçütün gözetildiği her örnekte ise devrimci coşku üretiyoruz. Siz siz olun, coşkunuzu yitirmeyin. 2 Mayıs’ta kendinizi 30 Nisan’dan daha ileride hissediyorsanız doğru yoldasınız demektir.