GÖRÜŞ | 1988'den 2021'e: Kadın mücadelesi ve İstanbul Sözleşmesi

Kadınların kazandıkları hiçbir mevzi tesadüf olmadı bu ülkede. Yine olmayacak. Yine çok öfkeliler ve yapılanların hiç birisini unutmayacaklar.

Özlem Şen Abay 

İstanbul Sözleşmesinden bir Kararname ile çekinilmesine dair muhtemeldir ki pek çok hukuki yorum okudunuz. Ancak ben bugün hukuki bir yorumdan ziyade sözleşme bizler için ne anlam ifade ediyordu sizlere bunu ‘anlatmak istiyorum. 

Yıl 1988

Henüz ortaokuldayım. Arkadaşlarla Kızılay’a inmek bizler için büyük hadise. Yine beş genç kız çocuğu toplanmış, ailemizden bin bir güçlükle aldığımız izinle Kızılay’a gezmeye gidiyoruz. Yüksel Caddesine geldiğimizde kalabalık bir kadın grubuyla karşılaşıyoruz. Kadınlardan bir tanesi elimize mor renkli bir broşür uzatıyor. Caddedeki banklara oturup kadınları izliyor, bir yandan da broşürü okuyoruz. Broşür içeriği her telden. Akşam hava karardığında sokakta kendinizi savunarak nasıl yürümeniz gerektiğinden tutun, Clara Zetkin’in kim olduğuna, 8 Mart’ın anlam ve önemine değin pek çok bilgi var içerikte. Büyük bir heyecanla okuyoruz 8 Mart’ın öyküsünü. Ancak broşürdeki bir köşe çok daha ilgimizi çekiyor. Yasal olarak evin reisi erkekmiş, kadınlar çalışmak için kocalarından izin almak zorundaymış, bir ‘fahişeye’ yapılan tecavüz suçunda faile indirim uygulanabiliyormuş ve birkaç başlık daha. Gerçek olduğuna inanamıyoruz tüm bunların; ancak öyleymiş ve hatta yapılan basın açıklaması da bu kanun maddelerinin değişmesini amaçlıyormuş. Çok coşkulu, çok öfkeli bir eylemdi izlediğimiz, kadınlar çok haklıydı. 

Günlerce kendi aramızda kadınları, öfkelerini, uğrayacağımız haksızlıkları tartıştık küçük kız çocukları olarak, sonra Clara Zetkin’in hayat öyküsünü okuduk, sonra daha kızıl sulara yelken açtık. 

O gün sokaklardaki kadınlar günlerce eylemlerine davam ettiler, yazdılar, konuştular, ürettiler ve 1990 yılında Anayasa Mahkemesi kadının çalışmasını kocasının iznine bağlayan kanun maddesini iptal etti. Aynı yıl Türk Ceza Kanununda bulunan eşitsiz ceza indirimi maddesi değiştirildi. Çok çalıştılar; ancak kazandılar. 

Evin yönetiminde eşit söz hakkı için ise 2002 yılında Medeni Kanunun değişmesine kadar beklemek gerekecekti. 

Yıl 2000.

Bir grup arkadaş, kadınlara gönüllü olarak hukuki yardım veriyoruz. Henüz çok genç avukatlarız. Pek çok zorluk yaşadık; ancak hiç unutamadığım anlardan bir tanesi babası tarafından köye kaçırılan küçük bir kız çocuğunu, sakladıkları kümesten çıkarıp annesine teslim etmek olmuştu. Ankara’ya dönerken sabaha kadar birbirlerini öpmüşler ve ağlamışlardı. Her ikisi de şiddet mağduruydu. O zamanlar 1998 yılında kabul edilen 4 maddeden oluşan Ailenin Korunmasına Dair Kanun yürürlükteydi ve bu kanuna dayanarak koruma talep edebiliyorduk. Buna rağmen baba ile kişisel temas kurulmaması, uzaklaştırma talebi de ne demekti, zinhar mümkün değildi. 

Sonra yıllarca eşinin cinsel istismarına uğrayıp, psikiyatri raporlarıyla durumun tespit edilmiş olmasına rağmen, durumun pek de inandırıcı bulunmayarak davanın açılacak mecra bulunamaması, eli yüzü şişmiş kemikleri kırılmış kadınlarla, kocalarının arasını yapmaya çalışan güvenlik güçleri, ne olacak canım aile içinde olur böyle şeyciler, karı-koca arasına girmeyelimciler, barıştırılarak eve gönderilip hayatlarından olan kadınlar. Ancak mücadele ve dayanışma devam ediyordu. Bu kadınlardan bir kısmı kendi ayakları üzerinde durabildi, bir kısmı ise duramadı ve her şeyi sineye çekmeye devam etti. Şartlar çok zordu. 

Yıl 2010. 

Ailenin Korunmasına İlişkin Kanun adı üstünde ailenin korunmasına ilişkindi. 2010 yılında “Boşanan kadına koruma kararı kanunda yok" denilerek koruma talebi mahkemece reddedilen Ayşe Paşalı’nın eski eşi tarafından öldürülmesinin ardından sokaklar yeniden doldu taştı. Kanun koruması ve kapsamı yetersizdi, kadınlar ve alanda çalışanlar daha kapsamlı bir koruma talep ediyordu. Yine haklıydılar, yine öfkeli. 

İstanbul Sözleşmesi işte bu koşullar altında imza edildi. Kimseye bahşedilmedi. Kadınlar ödedikleri bedel ile mücadeleleriyle kazandılar koruma kapsamını. Sözleşme kadınlar için mutlak kurtuluş muydu, elbette değildi, daha fazlası olabilir miydi, elbette olabilirdi. Ancak sözleşmenin imza edilmesinden sonra ne mi oldu? Ailenin Korunmasına İlişkin Kanun 2012 yılında yürürlükten kaldırıldı ve yerini Ailenin Korunması ve Kadına Karşı Şiddetin Önlenmesine Dair Kanuna bıraktı. Sözleşme, kadına yönelik şiddeti, bir insan hakkı ihlali ve bir ayrımcılık türü olarak kabul etti. Yalnızca aile içi şiddete değil, kadına karşı her türlü şiddete karşı koruma getirildi. Şiddete uğrayan mağdurun “cinsel yönelim” ayrımı yapılmaksızın kalacak güvenli bir yer sağlanmasından, yasal ve psikolojik danışmanlık ve finansal yardım yapılmasını taraf devletlere şart koştu. Bu kapsamda yasal düzenlemeler yapılmasını da. 

Elimizde artık kadına karşı ayrımcılık ve şiddete dair devletin taraf olduğu önemli bir belge vardı. Üstelik belge yalnızca aileden değil, kadınlardan ve “cinsel yönelim” ayrımı yapılmaksızın mağdurlardan bahsediyordu. ‘Aileciler’, ‘Ne olacak canım olur böyle şeyciler’, ‘ avukat hanım seviyor bunlar birbirini, barıştıralımcılar’ geri adım attılar. Yasal düzenleme karşısında olası bir cinayet ya da şiddet vakasına karşı sorumluluk almayı çok azı göze alabiliyordu artık. Uygulamada sorunlar var mıydı halen? Elbette vardı. İkna edilemeyen polisler, arada tekrar tekrar nükseden geleneksel aileci bakış açısı. Bölgesel ve sınıfsal farklılıklar.

Yıl 2021

Sabah uyanıyor ve Sözleşmeden Kararname ile geri çekinildiğini öğreniyoruz. Bir taraftan devletin yetkili kurumları tarafından şişirilen ‘geleneklerimiz ve aile kurumu sorunu çözecek’ söylemi, diğer yandan sözleşmeden geri çekilmenin kendisi yok hükmünde olsa da, kadınların yasal olarak mevzi kaybetmiş olması. Sonra bir takım tarikat ve cemaat önderlerinin kutlama mesajlarını okuyoruz art arda. Tesadüf mü bunlar, hiç de değil. Bir saldırı ile karşı karşıyayız. Ancak bu saldırı karşısında kadınlar kayıp mı etti, hiç de değil. Kadınların kazandıkları hiçbir mevzi tesadüf olmadı bu ülkede. Yine olmayacak. Yine çok öfkeliler ve yapılanların hiç birisini unutmayacaklar. Mücadele ve dayanışma ile kazanacaklarını ise çok iyi biliyorlar.