Devrimi gerçekleştirecek olanların en azından bir bölümünde bulunması gerektiğini ileri sürdüğümüz olağanüstülük çok farklıdır; ötekiyle herhangi bir benzerlik taşımaz. Burada anlatılmak istenen, olağan insanların belli bir eylem ve düşünce sürecinin sonunda olağanüstü nitelikler kazanmasıdır; deyiş uygunsa olağanın olağanüstülüğüdür. Bununla hiç ilgisi olmayan “insanüstü” yaratıkların ne var edilmesi mümkündür ne de devrimin buna ihtiyacı vardır.

Bir yoldaşın ardından

Bu Cuma gününün yazısını enikonu kurmuştum kafamda. İş oturup yazmaya kalmıştı. Salı sabahıydı. Erken bir saatti. Takıldığım bazı sözcüklerle ilgili küçük bir araştırmaya giriştim, üç beş sözlük karıştırdım. Sonra kafamda dolaştırmaya bıraktım, hem o sözcükleri, hem yazının kendisini.

Neler olup bitmiş, bakıştırırken gördüm bizim İbo’yu. İbrahim Bulut ölmüş. Yok canım, nasıl olur? Olmuş işte. Fotoğrafını da koymuş çocuklar.

Şimdi ben nasıl yazarım kurulmuş bitmiş o yazıyı? Mümkün değil. Kurgu falan kalmadı zaten, darmadağın oldu. Bir gün geçti, iki gün geçti… Yok, imkânı yok. Ne yapabilirim? Belki, eskilerden bir yardım. Yazılmış bir sürü eski yazıyı karıştırıyorum. Bir tane buldum galiba.

Bir buçuk yıl kadar önce, burada yayımlanmış bir yazım. Yeniden okudum. Okumamış olanlar için iyi olabilir, okumuş olanlarsa kusura bakmasınlar, dedim. Demekle de kalmadım. “Devrim ve olağanüstü insanlar” başlığını taşıyan o yazıyı aşağıya aldım bile. Anlaşılmayı kolaylaştırıcı birkaç değişiklikle birlikte…

***

Olağanüstü yerine olağandışı demek daha mı doğru, emin olamadım. Gerçekten de sıradan, ortalama insanların işi değil devrim. Ama olağanüstü daha farklı bir anlam taşıyor. Bir bakıma, olağanın, başka deyişle, sıradanın dışında olacak elbet devrim yapacak insan. Bu olağanın üstünde, ondan daha ileri, daha gelişkin olanı akla getiriyor. Oysa, olağandışı denildiğinde “patolojik” bir anlam da ortaya çıkabilir; sağlık açısından normalden, olması gerekenden farklı, birtakım bozukluklar taşıdığı için sıradanın dışında gibi bir anlam… Olağanüstü sözcüğü, daha aydınlatıcı, meramını anlatmak bakımından daha açık bir anlam sunuyor.

Yukarıda “sıradanın dışında olacak elbet devrim yapacak insan” dedik. Akıl yürütmemizi sürdürebilmek için buraya dönmek gerekiyor.

“İnsan” biçiminde tekil bir sözcük kullanıldığında bile, devrimi yapacak, o yapıcıların arasına katılacak belli bir çokluktaki insanlardan söz etmiş oluyoruz elbette. Yanı sıra, onların arasında, ayrıcalıklı değil, birçok niteliği bakımından farklı, onlardan ayırt edilebilen ve doğal olarak geri kalanlara oranla oldukça küçük bir küme akla geliyor daha çok. Oysa, üzerinde durmamız gereken, yalnız o tip insanlar değil. Bir de, yine birçok niteliği bakımından birbirine benzer, ama o küçük kümeye oranla çok daha büyük bir kalabalık oluşturan insanlar var.

Buraya kadar değindiklerimize ilişkin olarak biraz daha açıklayıcılık sağlayabilecek bir toparlama yaparsak, şöyle yazabiliriz: Devrim yapacak insanların başat özellikleri açısından iki kümeye ayrılması mümkündür. Biri, benzetmede yanılgı aranmaması gerektiği sözüne dayanarak ileri sürülebilir, devrimin beynini yahut aklını oluşturacak görece küçük nicelikte bir toplam. Öbürü, devrimin gücünü, heybetini, düşmanlar gözündeki ürkütücülüğünü sağlayacak gövde ile o gövdeyi hareket ettirecek kollarla bacakların işlevini görebilecek çok daha büyük nicelikte ikinci bir toplam.

Bu ikincisinin, olağan ya da sıradan insanlardan oluştuğunu/oluşacağını düşünmek yerindedir. Devrimin en sıcak, en hareketli döneminde bu sıradanlığın, hiç değilse o geniş toplamın belli bir parçası için herkesi şaşırtabilecek bir sıradışılığa dönüşmesi ciddi bir olasılıktır; ama sadece bir olasılık. Böyle bir olasılığın gerçekleşmemesi ya da o tür bir şaşırtıcı evrimden geçmiş parçanın fark edilmesi pek zor bir büyüklükte kalması da pekâlâ söz konusu olabilecektir. Bunun devrimin başarıya ulaşmasını güçleştirecek, hatta kimi durumlarda imkânsızlaştıracak bir etken olarak ortaya çıkması da mümkündür kuşkusuz.

Devrimin olağanüstü insanların “işi” olduğu ise sözünü ettiğimiz ilk küme için ileri sürülebilir. Bunun şimdiye kadarki deneylerle doğrulanabilecek ve akla uygun kanıtlara dayandırılması mümkün bir değerlendirme sayılması, ancak o koşulla söz konusu olabilir. Ayrıca, şunu eklemekte yarar var: Önceki cümlede tırnak içine alarak yerindeliğinden emin olmadığımızı belirttiğimiz devrimin bir “iş” olarak anılması, onun kendiliğinden gerçekleşmeyip insanlar ve onların oluşturduğu toplumsal sınıflar eliyle yapıldığı düşüncesinden kaynaklanıyor.

Bunlara karşılık, bir de, insanüstü olan var. Kendi başına alındığında, gerçekçi, gerçeklikte karşılığı bulunan bir söz değil bu. Herhangi bir insan için insanüstü demek, ancak abartılı bir anlatıma uygun düşer ve söylemleriyle, hali tavrıyla böyle çağrışımlar yaratan, istemli istemsiz böyle izlenim veren anlamına gelir; yoksa, saçmadır ya da, biraz gırgıra vurursak, yaratıklar hiyerarşisinde insanın üstünde tanrıların bulunduğu inancının halk arasında aşağı yukarı bir genel kabul gördüğüne bakılarak söylenirse, tanrı katına yaklaşmış, hatta düpedüz oraya ulaşmış bir tipolojiyi anlatır. Dolayısıyla, şirk koşmaktır ki, evlerden ırak!

Nasıl biraz daha açabiliriz? Benim eskiden beri kullanageldiğim bir örnekle, şöyle: Kimi insanlar vardır, pişman olmak deyişinden hiç hoşlanmazlar. Doğal sayılabilir, kendimden söz açarsam, ben de hoşlanmam. Hoşlanılacak bir durum değildir. Ama, bu hoşnutsuzluğu yaşamamak için ilkeli, önlemli, nasıl anlatmalı, ölçülü, ustalıklı davranmaya çalışmak anlaşılır bir tutumdur da, bütün bunlar bir yana ya da bunlarla birlikte “ben hiç pişman olmadım/olmam” demek, işte bu insanüstülüğün, daha doğrusu, o çok tuhaf iddianın ürünüdür. Daha başka iddialar ve onların ürünü saçmalıklar da görülmüştür kuşkusuz; hâlâ görülüp işitildiği olur. Zaman zaman kendimizi ve kendi saflarımızdakileri alaya alarak yinelemişizdir: Devrimci yanılmaz, korkmaz, yorulmaz, uyumaz, acıkmaz, vb… Tuhaf deyişim, kendimi durdurmaya çalışmamdan ileri geliyor; yoksa, asıl düşüncemi ve duygumu anlatabilmem için biraz ağır, biraz da yakışıksız sözcükler bulmam gerekecek.

Devrimi gerçekleştirecek olanların en azından bir bölümünde bulunması gerektiğini ileri sürdüğümüz olağanüstülük çok farklıdır; ötekiyle herhangi bir benzerlik taşımaz. Burada anlatılmak istenen, olağan insanların belli bir eylem ve düşünce sürecinin sonunda olağanüstü nitelikler kazanmasıdır; deyiş uygunsa, olağanın olağanüstülüğüdür. Bununla hiç ilgisi olmayan “insanüstü” yaratıkların ne var edilmesi mümkündür ne de devrimin buna ihtiyacı vardır.

Devrimin ihtiyaç duyduğu insanınsa iki özelliğinden söz edebiliriz; daha doğrusu, edebiliriz ya da etmemiz mümkündür değil de, söz etmemiz, hatta vurgulamamız gerekir.

Bunlardan biri, bu insanın kuşkusuz birçok eksiğinin bulunması ve, daha önemlisi, o eksiklerini bulup çıkarabilme, ardından, onları giderebilmek için gerekeni hem mümkün hem de kabul edilebilir bir hızla yapabilme yeteneğine sahip olmasıdır.

Kendini eleştirebilmeyi zorunlu kılan bu özellikle bağlantılı ikinci bir özellikse, söz konusu eleştiriyi, mücadele ve onun örgütlenmeleri içinde, en ağır biçimde gerçekleştirebilmektir. O kadar ki, eleştiri yer yer bir kendisiyle dalga geçme, alay etme düzeyine ulaşabilsin. Bu düşünsel şiddet, bir yandan eleştirinin yeterli etkiyi yaratabilmesi için bir tür güvence oluşturacak, bir yandan da, yapılan tatsız işe bir hoşluk, bir güzellik, bir oyun ve eğlence havası katacaktır. Öyle ya, insanların, bireysel ya da kolektif olarak, kendilerini yerden yere vurmaktan çekinmeyecek derecede eleştirmesi pek de tadından yenmez bir durum olmasa gerektir.

Devrim peşinde koşmak, her ne kadar eğlence dolu olmamakla birlikte, çilekeş dervişlerin harcı olan bir iş hiç değildir. Devrim, hele onun sosyalizmi, insanlığın şimdiye kadar birkaç kez yekinip kalkıştığı, ama çeşitli biçimlerde engellenmiş, yarıda bıraktırılmış eşitlik ve özgürlük dünyasını kurmak üzere yapılanı, öyle bir şenlik şadımanlıktır ki, orada ne çile dolduran dervişlere ne olağanüstü insanlara yer vardır. Her ikisine birden bazı benzerlikler taşıyanlar ise mutlaka olacaktır. Olmalıdır. Olmazsa olmaz.

***

Demek öyle İbrahim, demek bırakıp gittin. Demek, bir daha karşılaşamayacağız. Bir daha senin aydınlık gülüşünü sadece fotoğraflarında görebileceğim. Gülüşün de aydınlığı mı olur, ağabey, deme. Hem de nasıl olur. Senin soyundan olanlarda görebiliyoruz ancak. Kötülük simgesi yapılmış sırtlanlarınkine benzetilerek o hayvanlara haksızlık edilen gülüşler vardır, karşı uçta onlar duruyor.

Görüşmek üzere kardeşim. Bizimle kalacaksın, biliyorum.