Görünen o ki sosyal medya sosyal davranışları pek belirleyemiyor. İnsanlar sosyal medyayı daha çok varolan kanılarını, yargılarını pekiştirmek, sağlamlaştırmak için kullanıyor. Yani sosyal medya kullanımını ve içeriğini halen “aile, okul, din” gibi diğer büyük yapılar belirliyor. Oralardaki kafa değişmedikçe Twitter’da da pek bir şey değişmiyor.

Zîvıttır muharebesi nasıl sonuçlanır?

Sosyal medya hakikaten ilginç bir yer. Kimin ne olduğu, ne olacağı belli olmuyor. Kelimenin iki anlamıyla da: hem gündelik yaşamda tanıdığınız, bildiğiniz bir kişi orada dağıtabiliyor, hiç beklemediğiniz, ummadığınız hallere girebiliyor hem de aklı başında fikirleri var diye peşine takıldığınız bir kişi gerçek yaşamda konuyla kel alâka bir insan çıkıyor. Öte yandan kimin ne söylediği de belli olmuyor. İnsanların ağzından öyle kolay kolay çıkmayacak, çıkamayacak, çıkarsa da ciddi belaya, davaya ve hatta kavga dövüşe neden olacak laflar, sözler, küfürler havada uçuşabiliyor. En küçük yorumlar bile hızlıca küfür dalaşına ve hakaretlere dönüşüveriyor. 

Tabii ki sosyal medya bunlardan ibaret değil ama insan, insanların birbirlerine ya da hiç tanımadığı bir başkasına söyleyebildiklerine, yazabildiklerine şaşırıyor. Bir tek Twitter ya da Facebook değil, neredeyse tüm sanal platformlar böyle. Örneğin YouTube’daki bir müzik videosuna bakmak bile yeterli. Şarkı ya da video için yapılmış bir yorumun beğenilmesine ya da beğenilmemesine dair atışmalar, sen ne anlarsınlar, çek git buradanlar, fakarım şimdi seniler havada uçuşuyor. İnsan, “Ne oluyoruz ya!” demeden edemiyor.

Hakikaten hakikatin kurgulanabildiği bir yer sosyal medya. Orada herkes avatarıyla varoluyor, herkes kendi Matrix’ini yaşıyor. Biliyorsunuz bu nedenle özgürlükler diyarı olarak da kutsayanı çok. Eh, haksız da sayılmazlar. Birçok şeyi “bedavaya” yakından takip edebiliyorsunuz. Ya da takip edebildiğinizi düşünüyorsunuz. 

Sosyal medya insana kendini ifade etme ve gösterebilme özgürlüğünden önce kendini avutma, oyalama özgürlüğü sunuyor. Şöyle bir kenarda, etrafına boş boş bakarak zaman geçiren ne kadar az insan kaldı farkında mısınız? En ufak boşlukta eller, yüzler, gözler oraya kayıyor. İnsanların zihni ekranlara akıyor. Sanal âlem de büyük bir yutucu gibi içine çekiyor kendine dalanları, bağlananları.

Gelenek’te internet kullanımının, sosyal medyanın bağımlılık yapıcı, müptela edici yanına değişmiştim ama az vurgulamışım: İnternet, sosyal medya bağımlılığı buzdağının sadece görünen yanı gibi. Bir de bu dağın altı var ki in in bitmiyor. O kadar derin. Çünkü sosyal medya da alkol gibi. Fazlası bağımlılık yapıyor, kahıra kahır katıyor; azı, kararı ise keyifli vakit geçirmeye, paylaşmaya yarıyor, yarayabiliyor. 

Ama bağımlılık, düşkünlük, elden bırakamama, kendini kaybetme hali boşuna değil: her “like” her “retweet” beyindeki ödül sistemini de kaşıyor. Tatlı tatlı. İçerik küfürlü, saldırgan, destekleyici, iyi, kötü de olsa sonuç “haz alma” oluyor. Bu sosyal fenomen çok ilkel ve temel bir nörobiyolojiye dayanıyor.

Şurası da açık: sosyal medya kimseyi bir başkası yapmıyor. İçinde ne varsa onu ortaya çıkarıyor. Güzellik varsa güzelliği ortaya çıkarıyor, kötülük, çirkeflik varsa da çirkefliği ortaya çıkarıyor.

Tam da bu nedenle kişiden kişiye, kültürden kültüre, ülkeden ülkeye de değişiyor kullanımı, müptelalığı. Örneğin sosyal medyayı çok takmayan ülkeler, toplumlar da var. Hatta Türkiye’nin içinde de sosyal medyayı hem hiç kullanmayan hem de çok takmayan koca bir toplam var. Sanki başka bir ülke gibi. Çoğunluğu emekçi. Onlar orada, sosyal alemde yaşamıyorlar. Reel alemde yaşıyorlar. 

Ama örneğin kapitalizmin göbeğinde olup Kore gibi müptelası olan da var Hollanda gibi uzak duranı da. Histriyonik yani öteki tarafından görülmeyi çok önemseyen, varolmak için buna ihtiyaç duyan toplumlarda ise sosyal medya daha çok önemseniyor. Türkiye gibi.

Bir de bu işin sağı ve solu var. Örneğin bugünlerin moda terimi olan “itibar suikastında” herhalde kimse sağın, gericiliğin ve emperyalizmin eline su dökemez. Çirkeflik ve yalan haber uydurma konusunda ayrı bir uzmanlıkları var. Tüm dünyada sağ demek yalan, iftira ve manipülasyon demek. 19. yüzyıldan beri.
Peki, ya sol? Sol, sosyal medyada iyi durumda mı?

Tartışılır. Sosyal medya gazını sol da seviyor. Tamam, yaklaşım farklı gibi ama süreç hiç de öyle işlemiyor. Uydurma haberler ve uydurma kişiler solun içinde de hızla yayılıveriyor, alıcı buluyor. Evet bir taraftan duyulmayan sesleri de duyuruyor ama bir yandan da resmen örgütlülüğü öğütüyor; bir düşünceyi tartmayı, yaymayı, anlamayı da gereksizleştiriyor. Sosyal medya örgütlü hayatı hiç sevemeyen solumuza da gayet örgütlü bir örgütsüzlük sunuyor.
Peki, sosyal medya sosyal davranışları belirleyebiliyor mu? Mesela seçim sonuçlarını ya da genel bir konudaki (örn. cinsellik) kişisel kanıyı etkileyebiliyor mu?

Soru aptalca. Sosyallik tek bir bütünden oluşmuyor ki; sınıfları var, grupları var, kimlikleri var. Ama bu soru üzerinden çok fazla gündeme geliyor sosyal medya. Bu nedenle yanıtı da önemli. Görünen o ki sosyal medya sosyal davranışları pek belirleyemiyor. İnsanlar sosyal medyayı daha çok varolan kanılarını, yargılarını pekiştirmek, sağlamlaştırmak için kullanıyor. Yani sosyal medya kullanımını ve içeriğini halen “aile, okul, din” gibi diğer büyük yapılar belirliyor. Oralardaki kafa değişmedikçe Twitter’da da pek bir şey değişmiyor. Tekrar hatırlatayım: sosyal medya kimseyi, hiç bir toplumu bir başkası yapmıyor. İçinde ne malzeme varsa onu ortaya çıkarıyor. Onu belirginleştiriyor.

Durum böyleyse günümüz sermaye iktidarları sosyal medyayı neden bu kadar önemsiyor, dert ediniyor? Tersinden bakmak gerekiyor. Siyasi iktidarlar hangi medyayı önemsemiyorlar ki? İktidar demek süreklileşmiş bir zihin ayarı demek. Emekçi sınıfların zihinlerinin, özdeşleştikleri kimliklerin gece-gündüz doldurulması, işlenmesi gerekiyor. Bu işi savsaklayan bir iktidar tutunamaz. Ayrıca bugün sosyal medya toplumların dinamik kesimlerinin kendilerini ifade etme ve varolma platformu. Yani sosyal medya dışında kalan kesimler önemsiz demiyorum ama sosyal dinamizm tüm handikapları ile sosyal medyada vücut buluyor. Bu platformu, hele Türkiye gibi ülkelerde yani toplumsal dinamizmin başka kanallarının yetersiz olduğu ve görünmenin, gösterinin önemli olduğu ülkelerde kimse boş bırakamaz. Türkiye’de sosyal medya bir anlamda kendiliğindeliğin meydanı gibi. Bunu iktidarlar da biliyorlar ve önemsiyorlar.     

Yasaklamak, kısıtlamak işe yarar mı? Yaramaz mı! Elbetteki yasalar, cezalar insanları korkutur, yıldırır ve susturur. Ama şunu da hatırlayalım: Sosyal medyada dolaşan dili, tarzı ve medyayı bu ülkede en başta cemaatle birlikte siyasi iktidar yarattı. 2000’lerin sonlarını hatırlayın. Algı operasyonlarını, yalan haberleri ve yürütülen kampanyaları. Yani bir yandan bu ihtiyaç baki ve önemli. Ve öfkenin, kendiliğindenliğin akacağı mecra ihtiyacı da baki. Ve sosyal medya bunun tek kanalı değil. Hiç olmadı da.