'Kendi kendini besleyebilen yedi ülkeden biriyiz diye övünürdü öğretmenlerimiz biz ilkokuldayken (diğer altısını hep merak ederdim) şimdi kendi kendini besleyemeyen güzide ülkelerden olduk.'

Terelelli ve Galya Kavunu

Bir dostum söyledi, caf caflı tatil yörelerinden birinde bir top dondurma 80 TL'ye satılır olmuş. Başka bir tatil yöresinde bir lahmacun 1000 TL imiş; bir diğerinde ise makarna tabağı 6500 TL fiyatla satılıyormuş (bir asgari ücretlinin bir aylık ücreti iki makarna tabağı etmiyor). Otomotiv sektörü gırla çalışıyor ama galerilerden otomobil alabilmek için alıcılar galerilere hava parası ödüyorlar, hem de hemen alamıyorlar. Aylar sonrasında alabilmek için sıraya giriyorlar ve üstelik aldıkları andaki kur üzerinden ödeme yapıyorlar (haraç veriyorlar yani). Devlet bir kerelik MTV'yi iki katına çıkardı. Kadim imparatorluklar savaşa gireceklerinde bir kerelik vergiler alırlardı ya da var olan vergileri bir kerelik arttırırlardı; şimdi savaşmak için değil ayakta kalabilmek için aynı türden önlemlere başvuruyor kapitalist devletimiz. Zam diye emekçilere verilenler yağmur gibi zamlarla geri alındı. Üstelik sadece fiyat artışları değil dert olan; bir de garip bir meta kıtlığı var. Ucube bir kapitalizm yaşanıyor ülkede, fiyatlar artıyor, çalışanların ücretleri hızla eriyor, köylü ve çiftçinin tarla ya da bahçe çıkışı mahsulden eline geçen de hızla eriyor, velakin ne domates var ne de salatalık ortada. Sanki görünmez bir çekirge ordusu önüne gelen her şeyi yiyor; otomobili, domatesi, salatalığı…

Ev fiyatlarında ve kiralardaki artış durdurulamıyor. AKP rejiminin ve devletin umurunda değil.  Mehmet Şimşek uluslararası finans ile hasbıhali iyi olduğu için göreve getirildi ancak görünen o ki IMF’nin sağladığı kaynak olmadan IMF programı uygulamak zorunda kalıyor. Yapısal uyum altında yapısal olarak eziliyor, istikrar programı altında istikrarlı bir şekilde yoksullaşıyoruz. Kırk küsür yıldır uygulanan programa daha damardan bir dönüş yaşıyoruz. Bu sistemde belirli bir eşiğin üzerinde servete ve gelire sahip olanlar bir hallelujah dönemi yaşarken geri kalanı mutlak olarak sefilleşiyor. Ankara’nın göbeğinde bir artı bir Tokyo ebatlı kümes gibi evler iki elin parmaklarının yetmediği bir sayıda milyonlara satılıyorlar; kim satıyor, kim nasıl alıyor bilmiyorum. İstanbul’da ev ilanları çıkıyor, dolar ya da avro cinsinden İskoçya’da ya da Fransa’da satışa çıkarılan şatolardan pahalıya geliyorlar, ama gerçekten birileri satıyor ve birleri de alıyor. Hiçbir şey anlamıyorum.

Sefer tası dışarıda yemek yiyemeyen ancak karnını öğlen doyurmak zamanında kalan emekçinin simgesiydi bir zamanlar, uzunca bir süredir sefer tası görmüyordum. Şimdi yeni bir sefer tası devrimi yaşanıyor. Sefer taslı bir sürü insan görüyorum. Mevsimi geldi ama bir karpuza 100 liradan fazla ödüyorsunuz. Bazı meyveleri taneyle almak zorunda kalıyorsunuz. Kendi kendini besleyebilen yedi ülkeden biriyiz diye övünürdü öğretmenlerimiz biz ilkokuldayken (diğer altısını hep merak ederdim) şimdi kendi kendini besleyemeyen güzide ülkelerden olduk.

Dolarizasyondan kaçınmak için kamu bütçesini talan eden kur korumalı mevduatı getirdiler ancak bizim evin yakınındaki döviz bürosunun önünde ekmek veya yağ kuyruğuna benzer bir kuyruğu sürekli görür oldum. Ulusal parasının hızla değer kaybettiğini bilen gözü açık vatandaşımız saygı içinde bekleştikleri döviz kuyruklarına giriyorlar sürekli bir şekilde. Ulusal para o kadar hızlı değer kaybediyor ki marketler sürekli değişen fiyatları sürekli ayarlasınlar diye eleman çalıştırıyorlar. Bu arada temel hububat alanlarından ve baklagil üretim alanlarından alarm sinyalleri geliyor. Kimse artık bunları ekmek istemiyor. Arapların Ukrayna’daki gibi burada da büyük tarım alanlarında ucuz emekle üretim yaptıracaklarından bahsediliyor. 1980’lerin sorunda Arap ve Körfez sermayesi Türkiye’ye Özalist karşı devrimin itmesiyle girdiğinde komedi filmlerinde ve parodilerde görgüsüz Arap şeyhi figürleri fink atmaya başlamışlardı. Şimdi daha büyük ve daha güçlü girdiler; ancak muhalefet damarları tıkanmış bir toplumda artık mizah yok işte.

Erdoğan ve ekibi Körfez’de para arıyor; yandaşlar apaçık “iş gezisi” etiketini yapıştırıyorlar. Ülkenin cumhurbaşkanı iş gezisine çıkıyor. Modern devletin çöküşüdür. Şimşek açıklama yapmış; elde edilecek dış kaynakla ihracat desteklenecekmiş. Aynı zamanda içerde alınacak önlemlerle iç talep de dengelenecekmiş. Dediği şudur; içerdeki tüketimi kısıp dışarı satacağız (galerilerde otomobilin, marketlerde kaliteli sebze ve meyve olmamasının sebebi de bu). Makroiktisadi anlamda içerde enflasyonu ve kredi kanallarındaki kısıtlamaları kullanacağız anlamına gelmektedir bu. Yani içerde tükettirmeyelim, dışarı satılsın demektir bu. Ekonomiyi düzeltisin diye getirilen Şimşek 40 yıldır denenen ve aslında bir çözümden çok çaresizlik olduğu kanıtlanan standart reçeteye geri dönmüş anlaşılan.

Özel okul fiyatları uçmuş, hali vakti yerinde olan ve oğlunu kamusal eğitimin dejenerasyonundan kurtarayım derken özel okul yozlaşmasının kucağına atan kesimler için kötü bir haber. Çalıştırdıkları öğretmene olabilecek en düşük ücreti reva gören, vakıf olmaları nedeniyle pek çok vergiden ve harcamadan muaf olan özel okullar hiçbir fırsatı kaçırmıyorlar.

Taksi şoförü anlatıyor; Ankara’nın Güdül ilçesinde iki göz ev yapmış. Bitince satışa çıkarmış. Abi seçimden önce 700 bine verirdim şimdi bir milyondan aşağıya vermem diyor. Neden diye sorduğumda abi evin dolar olarak değerini koruyorum diyor. Dönem böyle bir dönem; rantiye ve asalak finansallaşma ve dolarizasyon altında yoksullaşmanın acısını çeken vatandaş finansal okur yazar olmuş (bu saçma kavram için bir sürü kurs açılıyor şu aralar). Küreselleşme budur işte, Ankara Güdül’deki evin dolar cinsinden değerinin korunması gerekir. Sen bunun üstüne istediğin kadar dolar yak protesto mahiyetinde. Milletim acı bir deneyimle portföy ve risk kavramlarını öğreniyor zorla. Finansal olarak fukaralaştıkça finansal okuryazarlığımız artıyor.

Büyük kentlerimizden birinde yeni yetme zenginlerin büyük zenginliklerinin gösterişli, şaşalı ve fakat estetik olarak ucube evlere dönüştürdükleri bir yağma alanında reklam panolarında ilanlar var; Venedik esintisi diye. Site kuracaklar ve içinden kanal geçireceklermiş. Kanalda ise site sakinleri gondollar ile gezinti yapacaklarmış. Toplumun büyük bir kesiminin ev sahipliği hayalinden giderek uzaklaştığı bir dönemde San Marko alanının aurası eksik olsa da Venedik estetiği yaşayacak zenginlerimiz artık. Kim tutar sizi yahu…

Arkadaşımın cep telefonu çok eski, zor açılıyor, zor çalışıyor. Artık işlevsizleşmeye çok yakın. Cep telefonu alalım dedik. Işıltılı AVM'lerden birindeki bir cep telefonu hattı sağlayıcısının şubesine gittik. En ucuzu gibi görünenin fiyatını sorduk, aklı dışı bir fiyat beyan etti. Biz de aslında pahalılıktan dolayı almaktan vazgeçen ancak bu durumu açıklamaktan da utanan sıradan tüketicinin yapacağını yaptık ve biz biraz düşünelim dedik. Mikroiktisat dersi anlatıyorum, burjuva iktisadının en bayağı türü olan neoklasik iktisat da dersin bir parçası. Orada hikaye önce tüketimle, akıllı tüketiciyle başlar. Bu tüketici gözü açık, ketempereye gelemeyecek bir tüketicidir varsayımsal olarak. Bu tüketici kendisine bir malı pahalıya satmak isteyen satıcının oyununa gelmez çünkü piyasa şartları ile ilgili olarak tam bilgiye sahiptir (hayatta duyup duyabileceğiniz en aptalca varsayımlardan biridir). Neyse işte bu tüketici o cep telefonunu hayatta almazdı. Biz aldık.

Nasıl mı aldık? Tam çıkacakken şu her mağazada bulunan gözü açık ağzı laf yapan satış elemanlarından biri ortaya çıkıverdi birden. Fiyatını sorduğumuz cep telefonu da dahil tüm cep telefonu fiyatlarına ertesi gün en az 1000 lira zam geleceğini söyledi. Biz de korktuk ve saf gibi aldık. Bu arada herifçioğlunun söylediği zam bir gün sonra değil bir hafta sonra geldi. Hatta ondan birkaç gün sonra bir zam daha geldi. Arkadaşım hala ıskartaya çıkmaya çok yakın eski telefonun kullanıyor, yeni telefonu ise her gün okşuyor ve seviyor; ama kullanmaya eli varmıyor (o kadar çok para ödedi ki). Meta fetişizminin sapkın bir dışavurumu işte.

Bir baktım; kendi arabasının benzin deposundan bir benzin bidonuna benzin çekmeye çalışıyordu. Aslında zor ve riskli iştir; bilen bilir. Kadim günlerde, mafyazzo benzin istasyonu sektörü bu kadar gelişkin değilken zorda kalan araç ve traktör sahipleriyle benzin paylaşmanın bir yolu idi; özellikle köylerde bolca deneyimlenirdi.  Kısa bir hortumun bir ucunu arabanın benzin deposuna diğer ucunu ise benzin bidonuna sokarsınız. Ama önce benzini ağzınızla çekmeniz gerekir. Benzin ağzınızın ucuna gelince hortumun ucunu hemen bidona sokarsınız (basınç farkının ve bileşik kaplar kuramının bir azizliği). Dikkatsiz ve beceriksiz olanların bir miktar benzin yutması kaçınılmazdır. Nitekim sevgili abimiz de pek dikkatsizdi; daha ilk bidonda bir miktar benzini yuttu ve yüzünü buruşturdu. Arabasının deposundaki tüm benzini boşaltmak için dört küçük bidon getirmişti. Aynı işlemi üç defa daha tekrarlayacaktı. “Abi ne yapıyorsun?” diye sordum. Bir gün önce depoyu doldurtmuş. Ancak ertesi gün benzinde litre başına 6-7 lira zam gelecekmiş (malum yüksek akaryakıt zammı). Bu nedenle depodaki benzini bidonlara dolduracak ve gidip depoyu yeniden dolduracakmış. İkinci bidonda biraz daha benzin yuttu, galiba midesi bulandı. Kendini pek iyi hissetmiyordu.

Eskiden köylerde bağırsak kurtları ciddi bir sorundu; ancak ilaç ve doktor uzaktaydı. Bağırsak kurdu sorunu yaşayanlara benzin ya da mazot içirirlerdi. Bağırsak kurtları ölürdü pek tabi ki. Nasıl ölmesinler? İçen kişi helak olurdu yahu. Abimiz de bunu deneyimliyordu. ÖTV ve yakıt zammının ekonomi politiğinin bir yan etkisi işte. Neyse sonunda dört bidonu da doldurdu ve önemli miktarda benzin yuttu. Benzin istasyonuna arabayı oğlu götürdü çünkü enflasyona karşı geliştirdiği proaktif tepkinin sonucunda kendini kötü hissediyordu.

Markete gittim. Yaz aylarının en güzel hediyeleri arasında kavun ve karpuzu sayarım her zaman. Eskiden özelikle temmuzla birlikte fiyatları iyice düşen kavun ve karpuzu zengin fakir herkes bolca tüketirdi; pek eşitlikçi meyvelerdi o zamanlar. Şimdi öyle değiller. Sermaye yanlısı tarım politikalarının bir sonucu. Baktım iki stantta iki farklı kavun türü. Birinde hepimizin hemen tanıyacağı sarı üstüne yeşil/siyah kalın çizgileriyle Kırkağaç kavunu var, indirim var diye yazmışlar ama kg fiyatı 10 TL civarında. Diğerinde ise yine herkesin hemen tanıyacağı pütürlü ve sarı kabuklu kavun; ancak etikette Galya kavunu diye yazmakta. Fiyatı ise Kırkağaç kavununun fiyatının iki katından fazla. Benimle birlikte kavunlara yanaşan amcanın eli de tam benimki gibi görece ucuz olan Kırkağaç kavununa uzanırken meyve satış reyonundaki arkadaş Galya kavununa ertesi gün yüklü zam geleceğini söyledi. Amcam hemen iki Galya kavunu kaptı ve gitti. Adı ne zaman Galya kavunu oldu bilemem ama amcamın Galya’nın nerde olduğuna dair hiçbir fikrinin olmadığına eminim. Neticede Galyalılar Sezar’ı yenemediler (hem de Vercingetorix’in, Asteriks’in ve Hopdediks’in tüm çabalarına rağmen) amma Manisa Kırkağaçlıları yendiler.  Yağmaya varan enflasyonist bir sürecin garip bir yansımasıydı işte. Galya kavunu artık bir yatırım aracına dönüşmüş durumdaydı.

Açık bir talan ve yağma alanına dönüşmüş ülkemden manzaralar bunlar. Bir zamanlar bir mizah dergisinde bir karikatür öykü dizisi yayınlanırdı (çizerinin adını anımsayamadım, affetsin). İlk karede ise “Terelelli Pictures gururla presents” ibaresi olurdu her zaman. Şimdi gerçekten “Terelelli Pictures gururla presents” tadında bir ülke olduk.

Aklıma Cem Karaca’nın müthiş “Beni Siz Delirttiniz” şarkısı geldi nedense..

“Günden güne ufalan ekmekler

Pasta yesin efendiler

Ama gaz tenekesiyle su kuyrukları

Ve bir başbuğun buyrukları

Beni siz delirttiniz…”