Seçimlere kadar, en azından 2024 başına kadar, Saray ve seçim baskısıyla hibrit/melez politikalar uygulaması beklenen kadrolar, ağırlığı ortodoks politikalara vermekte gecikmediler.

Sıkılaştırma kimin için?

Ekonomi yönetiminin teslim edildiği "ortodoks"ların (siz, "beynelmilel finansal sermayenin adamları" diye de okuyabilirsiniz) aceleleri var. Seçimlere kadar, en azından 2024 başına kadar, Saray ve seçim baskısıyla hibrit/melez politikalar uygulaması beklenen kadrolar, ağırlığı ortodoks politikalara vermekte gecikmediler. Bir yandan kamunun yönettiği/yönlendirdiği ürün fiyatları diğer yandan da dolaylı vergi artışları üzerinden (ücret artışlarını emerek) talebi baskılamaya başladılar. Öte yandan, kredi kartı nakit çekim faizleri ile kredili mevduat hesabı faizlerini yukarı çekmek, her türlü ihtiyaç kredisi ile esnafa ve çiftçiye dönük kredileri sınırlandırmak da bunun parçası. Ardından, M. Şimşek, Bankalar Birliği'nde yaptığı toplantıda sınırı tekrar çizdi: 'İhracat ve yatırım yapana kredi verin, tüketime değil' buyurdu. Reel gelirleri sürekli aşınan kitlelerin ay sonlarını getirmek için başvurduğu çok kısa vadeli borçlanma imkanları da sınırlandırıldı.

Ama seçim öncesinde bile bu kadarıyla yetinmeyecekleri, ücret/maaş artışlarını da TÜFE artışlarının altına çekmekte tereddüt etmeyecekleri belli oldu. Emeklilere Temmuz'da yüzde 25 zammın asla üstüne çıkmamaları, üstelik kök aylığı 6.000 TL'nin altında olanlara sıfır zam yapmayı da göze almalarından belliydi. Şimdi de 2024-2025 dönemi memur maaşları için Memur-Sen ile yapılan toplu görüşmelerde (bu tiyatroya "toplu sözleşme" diyemiyoruz) niyetlerini erkenden beyan etmiş durumdalar. 2024 için önce birinci altı ay için yüzde 14, ikinci altı ay için yüzde 9 gibi artışlar önermeye cüret ettikten sonra ikinci tekliflerini yüzde 15 + yüzde 10 olarak yenileyen bir iktidarın, seçimler öncesinde bu aşırı güveni acaba nereden kaynaklanıyor? 

Belki de aşırı-güvenden ziyade, Saray ile ortodoks reçetelere bağlı ekonomi yönetimi arasında seçimlere kadar uygulanacak politikalar bakımından dahi bir anlaşmazlık ortaya çıkmış ve sarkaç şimdilik ortodokslardan yana salınmıştır. Nitekim M. Şimşek'in bir süre önce isfifasını sunduğu ama geri çevrildiği söylentileri gerçekse, Şimşek'e bazı yeni ödünler verilmiş olabilir ve düşük memur zamları da bunun bir parçası sayılabilir.

Bu değerlendirmelere girmeden bir hesaplama "hatasına" değinelim: Memur-Sen Genel Başkanı ve Yardımcısı, iktidarın oyununu sürdürerek, 2024 için yüzde 14 + yüzde 9'luk ilk teklifi, yüzde 24,26 olarak görmüş ve çok düşük bulmuştu. Oysa yüzde 24,3 yılın ikinci yarısı içindi; yıl ortalaması yüzde 19,13'lük bir artışa denk geliyordu! İkinci teklifte medyanın da katıldığı aynı "hata" sürdürüldü: İkinci altı ay için geçerli olacak zam yüzde 15 + yüzde 10 yani toplamda yüzde 26,5 iken, bu artış oranı sanki yılın bütünü için geçerli olacakmış gibi sunuldu. Oysa ilk altı ayda memur yüzde 15'e talim edecekti! Yıllık ortalama da yalnızca yüzde 20,75 olacaktı. Sanıldığı gibi iki teklif arasında (20,75-19,13=1,62) 2 puan fark bile yoktu. Nihai teklifle veya uyuşmazlık halinde YHK kararıyla (ki Memur-Sen bile bu tekliflere evet diyemez ve topu YHK'ye atmak ister) oluşacak oranlar 2024 için yüzde 20 + yüzde 11 olursa şaşırmamak gerekecektir. Böylece 2024'ün ikinci yarısı için yüzde 33,2 oranı (yani TCMB'nın aşırı iyimser 2024 TÜFE tahmini) yakalanır ve bu artışın yılın bütünü için geçerli olacağı sahte algısı yaratılır. Oysa ilk altı ayda yüzde 20 artış yapılacağı için bu örnekte de yıllık ortalama artış yüzde 26,6'dan ibaret kalacaktır. Bu türden aldatmacalara sermaye tarafının bütün TİS süreçlerinde başvurduğu çok iyi bilinir.

Saray ve Ekonomi Yönetiminin Hesapları

Seçimlere kadar enflasyonun hem aylık hem yıllık temelde artış eğilimini sürdüreceği, yıllık TÜFE'de bir azalış/gevşeme eğiliminin ancak yılın ikinci yarısında gündeme gelebileceği artık ekonomi yönetimince de alenen ilan edilmiş durumdadır. Demek ki iktidar Mayıs 2023 seçimlerinden çok daha kötü bir enflasyon tablosuyla Mart 2024 seçimlerini karşılayacaktır ve bu göze alınmıştır. Peki, "işçiyi, memuru, emekliyi enflasyona ezdirmedik" söylemine ne olacak? Eğer son defa Ocak 2024'te güçlü artışlar yapılamazsa bu söylem nasıl dillendirilebilecek? Bazı değerlendirmeler yapalım:

Bir kere yukarda verilen örnekten görüldüğü üzere, 2024 için memurlarda düşük artışlar yapılıyor olsa da bunun 2024 enflasyon öngörüsünün altında kalmayacağı aldatmacası kuvvetle vurgulanacaktır. Buna, "bir imtihandan geçiyoruz" dini referansları yanında, "sabırlı olun, bize güvenin, ekonominin düzelmesi için herkese fedakârlık düşüyor" söylemleri eşlik edecektir.

İkincisi, 2023'ün ikinci altı ayının enflasyon farkları da Ocak 2024'te verileceği için, memurda seçimler öncesinde "tatminkâr bir gelir artışı" algısının sağlanabileceği umulmaktadır. Kamu işçisinin toplu sözleşmesi Nisan 2023'te bağıtlandığı için orada yeni beklentiler olmayacağı hesabı yapılacaktır. Geriye asgari ücret ve emekli maaşları kalmaktadır. 

Asgari ücrette yapılacak artışın düzeyini kuşkusuz Temmuz 2023'ten itibaren yükselen enflasyon belirlemelidir. Ama ekonomi yönetimi gerçekleşen enflasyon yerine 2024 için "öngördüğü" görece düşük enflasyon oranı üzerinden gitmek isteyecektir. Dolayısıyla, 2023 artışlarından daha ılımlı (dolar bazında gerileyen) bir asgari ücret artışı söz konusu olabilecektir. İşveren konumundaki sermayenin, özellikle ihracatçı ve giyim, inşaat gibi sektörlerdekilerin talebi de bu yöndedir. 

Emeklilerin tümü aynı konumda değildir. Ama iktidar düşük aylık alan emeklileri kendisine siyaseten daha bağımlı (kızsalar da oylarını kaydırmayacak durumda) olanlar kategorisinde görmektedir. Gerçi kök ücretlerdeki artışın gene gerçek enflasyonun altında tutulması beklenmelidir ama 7.500 TL'lik taban emekli aylığında bir iyileştirme yapılarak emeklilerin en yoksul kesimleri avutulmaya çalışılacaktır.

Bütün bunların sonucu şudur: Seçim konjonktürüne rağmen ücretli/maaşlı ve emekli kesimlerin gerçek enflasyona ezdirilmesi durumunun ortaya çıkması kuvvetle muhtemeldir. 2024 Martından sonra sabit gelirlileri çok daha fazla ezen baskıcı ekonomik politikaların ağırlık kazanmasını, anti-enflasyonist politikaların tüm yükünün bu kesimlere taşıtılacak olmasını iktidar bloğuna bağlı seçmen kitleleri tam olarak öngöremeyecek olsalar bile, seçim öncesinde bile süren bu yoksullaştırıcı şokları algılamamaları mümkün değildir.

Peki iktidar başka neye güvenmektedir?

Birkaç noktaya işaret edilebilir: Birincisi, yerel seçimler merkezi iktidardan doğrudan hesap sorma seçimleri değildir. Dolaylı hesap sorma biçimini alabilirler pek tabii: 1989, 1994, 2009 ve 2019 yerel seçimleri bakımından durum tam da böyledir. Dolayısıyla AKP iktidar bloğu, hem 2024 yerel seçimlerini 2023 genel seçimleri kadar önemsememekte, hem de 2009 ve 2019 sürprizlerini yaşamak istememektedir. Şimdi 2023'te olduğundan daha kötü bir ekonomik tabloyla seçimler karşılanmak zorunda kalınacağından, Erdoğan iktidarının yapmak isteyeceği şey, yerel "iktidarların" yani muhalif belediye başkanlarının hedefe konulmasını sağlamaya çalışmak olacaktır. Bir sokak dövüşçüsü gibi faüllü dövüşme alışkanlığını sürdürmesi beklenen iktidar cenahı, yargı sopasından destek alarak İmamoğlu ve Yavaş gibi güçlü rakiplerinin adaylaşmasını engelleyemezse eğer, medya gücünü de kullanarak bir yalan-iftira-suçlama kampanyası başlatmayı olağan siyasi taktikler çerçevesinde görecektir. 

İkincisi, bunu kolaylaştıracak bir etken olarak, muhalefetin Mayıs 2023 seçimlerinden yenik çıkmanın moral çöküntüsünü, seçim sonrasında içine girdiği dağınıklığı ve İstanbul'da olduğu gibi anamuhalefette yaşanan örgüt-aday uyumsuzluğunu aşamayacağı üzerine de hasaplar yapılmaktadır mutlaka. Öte yandan, CHP-İYİP ve HDP'nin ortak aday üzerinde birleşmeleri de engellenmeye çalışılacaktır. Nitekim İYİP'e MHP üzerinden yapılan davetler bunun bir parçasıdır. AKP ile HDP arasında temas kurulması da olasılık dışı görülmemelidir.

Üçüncüsü, AKP 21 yıldır ilmik ilmik ördüğü ve tam artık yoruldu/toparlanamaz denilen son seçimlerde bile perçinlediği siyasi hegemonyasının gücüne güvenmektedir.

Dördüncüsü, bazı iç anlaşmazlıklara rağmen, seçimlere kadar büyüme-yatırım-istihdam alanında hala olumlu tarafta kalma hesaplarının tutacağına, İŞKUR'un İSF'nin finansmanı üzerinden toplumsal istihdam programları (Aktif İşgücü Programları, İşbaşı Eğitim Programları, vs.) ile istihdamı destekleyip kitlelerde olumlu algı yaratılabileceğine güvenmektedir.

Sonuç: İktidar bu kadar rahat mı gerçekten?

Aslında değil. Enflasyon çok önemli bir olumsuzluk etkeni olarak duruyor. Devletin yönlendirdiği fiyatlar ve vergiler artı yükselen kurlar bunun önemli bir nedeni olarak algılanıyor. Enflasyonun kurları yukarı doğru tetikleyici etkileri nedeniyle seçimlere kadar bir "döviz şoku" algısını kırmak da kolay olmayabilir. İstenen dış finansman yeterince sağlanamıyor. İç açıklar da rekor kırıyor. KKM belası, bir kabus gibi kamu maliyesi üzerine çökmüş durumda.  

Nitekim Mart 2024 beklenmeden (belki de Saray'a empoze edilerek) KKM için 20.8.2023 tarihli RG'de yayınlanan yeni kararlar alınmak zorunda kalındı. KKM'ler için zorunlu karşılıklar yüzde 15'e çıkarılarak bir caydırıcı önlem alınmıştı zaten. Şimdi de dövize uygulanan karşılıklar arttırılıyor. Daha önemlisi vadesi gelen KKM hesaplarının TL mevduata dönüştürülmesi için bankalara sopa politikası uygulanmak isteniyor. (Ayrıca yabancı para mevduattan KKM'ye dönüşüme de son veriliyor). Bankalar KKM'den TL mevduata dönüşüm yapamazlarsa, menkul kıymet tesisine (Devlet İç Borçlanma Senedi-DİBS almaya) zorlanacaklar. DİBS'ler yüzde 18-20 faizle ihraç edildiği için de buradan zarar yazacaklar. Peki bankalar mudilerini KKM'den TL'ye dönüşüme hangi araçla özendirebilirler? Mevduat faizlerini yükselterek. Ancak bunun bugünkü "negatif reel faizler" konjonktüründe sınırları var; mudiyi tatmin etmek zor olur. KKM niçin gelmişti? Dövize yönelmeyi frenlemek için. Peki şu ana KKM sınırlandırılınca ilk etkisi ne olur? Dövize yöneliş artır, kurlar yukarı gider. Varsa, diğer enflasyona karşı koruyucu limanlara göçer. Nitekim, 21 Ağustos Pazartesi itibariyle BİST 100 endeksi yüzde 3,74 fırladı; kurlar da yukarı gitmeye başladı.

Öte yandan mevduat faizleri artarsa, kredi faizleri de artar; sonuçta hanehalkının, şirketler kesiminin ve Hazine'nin borçlanma maliyetleri yukarı gider. Öte yandan kamu bankalarının KKM dönüşümü yükünün büyük bölümünü taşıyacağını, daha fazla zarar yazacağını ve bunun Hazine'ye yüklenmesinin de vergi yükümlülerine bir yansıma anlamına geleceğini ekleyelim.

Dolayısıyla iktidarın eli hiç rahat değil. Halktan güç alan bir muhalefet bu iktidarı hallaç pamuğu gibi atar. Peki kendisini bile yenilemeyi beceremeyen o muhalefet nerede?